Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Geçenlerde Fransız “Le Monde” gazetesinde Türk dış politikasındaki değişikliklerle ilgili bir yazı, “Türkiye’yi kaybediyor muyuz?” başlığı altında çıkmıştı.
Bu başlık bir süreden beri Batı çevrelerinde duyulan ciddi bir endişeyi yansıtıyor. Nitekim ABD’de ve Avrupa’da, Ankara’nın giderek Batı’dan uzaklaştığını -ve Doğu’ya yöneldiğini- düşünen çok kişi “Türkiye’yi tekrar nasıl kazanabiliriz?” sorusunu soruyor.
Batılıların bu konuda neler yapması -veya yapmaması- gerektiğini özetle şu üç noktada toplayabiliriz:
1- Batılılar artık Soğuk Savaş döneminin Türkiye’sinden farklı, siyasal ve ekonomik bakımdan daha güçlü ve dinamik bir Türkiye ile karşı karşıya olduklarını görmeli ve bu yeni gerçeğe göre hareket etmeli. “Türkiye’yi kaybetmek”ten söz edenler, Türkiye’yi eskiden olduğu gibi her konuda Batı ile birlikte hareket etmesini bekleyenlerdir. Oysa Türk diplomasisi şimdi kendi inisiyatifini kullanmaya, manevra kabiliyetini genişletmeye bakıyor.
2- ABD’de Obama yönetimi, yeni Türkiye realitesini kavramış görünüyor, Ankara ile daha sıkı bir danışma ve dayanışma içine girmeye çalışıyor. Halen Washington ile Ankara’nın birçok meseleye bakış açısı eskisine göre daha yakın. Bazı konularda farklı görüşler de olsa, özellikle Türkiye’nin diplomasiden enerjiye kadar çeşitli alanlarda oynadığı rolün desteklenmesi karşılıklı bağları güçlendirecektir.
3- AB’nin Türkiye’yi kaybetmemesinin yolu, tam üyelik için müzakere sürecini hızlandırması, özellikle Fransa ve Almanya’nın engellemelerden vazgeçmesidir. AB Komisyonu şimdi daha anlayışlı davranıyor, ama üyelerin bir kısmının tutumu hâlâ itici. Yakında Kıbrıs’la ilgili (limanlar meselesinde) tartışmalar bir sınav olacak. Açıkçası, Batı’nın Türkiye’yi “kaybetmemesi” konusunda en büyük sorumluluk AB’ye düşüyor...

Birinci tercih...
Şimdi konunun öbür yüzüne bakalım: Türkiye de bu kritik dönemde Batı’yı “kaybetmemek”, daha doğrusu “kazanmak” için ne yapmalı?
Tabii bu her şeyden önce Türkiye’nin Batı ile ilişkilerine ne kadar önem verdiğine bağlı. Cumhurbaşkanı ve Başbakan başta olmak üzere, Türk liderlerinin son demeçleri, Ankara’nın “çok yönlü” dış politikasının “öncelik ve tercih”inin Batı ile ilişkileri olduğunu gösteriyor.
Bu durumda Türkiye’nin neler yapması -veya yapmaması- gerektiğini de kısaca üç noktada toplayalım:
1- Türkiye Batı dünyası dışındaki ülkelerle ilişkilerini geliştirirken Batı ile bağlarını ikinci plana düşürdüğü izlenimini verecek davranışlardan kaçınmalı. Bu arada Ankara Batılı dost ve müttefikleriyle devamlı istişare ve temas içinde olmalıdır...
2- Türk diplomasisi AB üyeliği hedefine bağlı kaldığını fiilen gösterecek adımlar atmalı, reformlara hız vermeli, yükümlülüklerini yerine getirmeye çalışmalı...
3- Batı’dan ve NATO gibi kurumlarından ayrılmayacağını, AB üyeliği hedefinden şaşmadığını açıklayan Ankara, Batı dünyasına “aidiyet”ini fiilen göstermek zorunda. Bu da hassas konularda Batı ile aynı frekansta olmayı, onunla temel pozisyonları paylaşmayı gerektirir. Son örnek: Hakkında çıkarılan tutuklama kararına rağmen, Batı dünyasının insanlık ve savaş suçlusu saydığı Sudan Devlet Başkanı Ömer el Beşir’e Türkiye’nin ev sahipliği yapması, yanlış mesaj verecek bir davranıştır...
Kısacası, Türkiye dış politikasında yeni dostlar kazanmak için açılımlar yaparken, Batı’yı “kaybetmeme”nin yollarını aramalıdır. Tıpkı Batı’nın da Türkiye için yaptığı gibi...