1- AB perspektifi Türkiye için ciddi bir sosyoekonomik değişim anlamına gelecektir. Muhafazakâr gözlüklerden bakıldığında "değişim" antipati yaratan bir kavramdır. Ancak, işsizlik, bölgesel dengesizlik ve gelir dağılımındaki eşitsizlik gibi faktörleri düşünecek olursak, Türkiye açısından değişimin gereği ortadadır. Türkiye'yi "Avrupalı" yapan başlıca husus, Avrupa'nın geçtiği sosyolojik süreçlerden geçiyor olmasıdır. Burada kentlere dönük kitlesel göç, geleneksel aile yapısından çekirdek aile yapısına dönüşüm, kadınların, sadece tercih olarak değil, ekonomik nedenlerden dolayı çalışmak zorunda kalmaları gibi unsurlardan söz ediyoruz. Son yazımızda serbest dolaşımla ilgili sorunlara işaret ederek, birçok kişinin "O zaman bu AB işinden ne anladık?" sorusunu sorduğunu belirtmiştik. Bu konuda genel hatlarıyla şunlar söylenebilir: Bu gelişmeler karşısında çağdaş bir toplumsal, siyasal ve ekonomik altyapı oluşturulamazsa yakın gelecekte ciddi sorunlarla karşılaşacağımız kesin. AB işte bu altyapının oluşturulması açısından bir "katalizör"dür. Bunun sonuçları ise daha müzakere sürecinde görülecektir.2- AB perspektifi, salt "yasalara" değil, "adalet" anlayışına dayanan bir "hukukun üstünlüğü" kavramının yerleşmesini sağlayacaktır. "Hukukun üstünlüğü" salt yasalara dayansaydı, o zaman Nazilerin Nürnberg yasalarını da geçerli saymak gerekirdi. Oysa bunun "adil" olmadığı ortada. AB perspektifi sayesinde bireysel haklar da ön plana çıkacak. Her zaman "kolektif hakları" ön planda tutmuş olan Türkiye'deki egemen muhafazakâr düşüncenin buna uymakta zorlanacağı kesin. Ancak, Türkiye'de kişisel haklara dönük talebin artmakta olduğu da inkâr edilemez. Her katmandan Türk insanının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne artan bir şekilde başvuruyor olması bunun göstergesidir. Türkiye'de bireysel haklar 3- AB perspektifi aynı zamanda Türkiye'yi "yatırım yapılabilir ülke" olarak tescil edecektir. Bunun yabancı sermayeyi çekmek açısından önemi ortada. Başta işsizlik olmak üzere, ekonomi eksenli birçok sorunun üstesinden ancak böyle gelinebileceği ise yadsınamaz. Burada "ulusal sermaye-yabancı sermaye" tartışması da yersiz. Zira sermayenin "ulusu" değil "mantığı" var. O da "kâr" kavramına endekslidir. Son dönemdeki en önemli gelişmelerden biri kuşkusuz Türk şirketlerinin de Türkiye'deki büyük ölçekli özelleştirme projelerinde boy göstermeleridir. Ancak, o şirketler de sonuçta "ulusal" değil, "ekonomik" gerçeklere göre hareket etmek zorundalar. Ekonomik gerçekler Bu arada sendikal haklar da, AB perspektifi sayesinde, zayıflamayacak, aksine güçlenecek. Zira, AB'de güvence altına alınan hakların başında çalışanların hakları gelmektedir. Türkiye'deki sendikal hakların bugün arzulanan düzeyde olduğunu söylemek ise güçtür.4- AB perspektifi aynı zamanda standartların artmasını sağlayacaktır. Sağlık ve eğitimden gıda sektörüne, trafik koşullarından soluduğumuz havanın kalitesine kadar birçok alanı ilgilendiren gelişmeler söz konusu olacaktır. Türkiye'de bu açıdan da ciddi bir toplumsal talebin olduğu inkâr edilemez. Kısacası, AB yoluna Avrupalıları memnun etmek için değil, kendimiz için girmiş bulunuyoruz. Bunu unutmamakta yarar var. semihi@cnnturk.com.tr Standartlar artacak