Türkiye’de görev yapan Avrupalılar, Başbakan Erdoğan’ın medyaya dönük, artan hırçınlığını hayretle izlemeye devam ediyorlar. Bunda şaşılacak bir şey yok tabii. Fransız Büyükelçisi Bernard Emie ile gazetemizde dün yer alan söyleşimizi görmüşsünüzdür.
Emie konuyu net bir şekilde ortaya koydu. “Fikir ve bilgi edinme özgürlüğünde ısrarlı olduklarını” belirterek şöyle konuştu: “Tüm dünyada olduğu gibi burada da basın özgürlüğü önemlidir. Basın da bu arada tüm güç odaklarından mümkün olduğu kadar bağımsız olmalı. Basın ne kadar şeffaf olursa o kadar iyidir.”
Hükümete dair endişe artıyor
Emie burada kişisel görüşlerini ve tercihlerini yansıtmıyor. İfade ettiği görüşler herhangi bir özel siyasi yaklaşımı da yansıtmıyor. Bunlar sonuçta demokrasiye inanan herkesin paylaştığı görüşlerdir.
Emie, bu görüşlerini aynı zamanda AB dönem başkanı sıfatıyla dile getiriyor. AB üyeliğine aday bir ülke olarak Türkiye’deki hükümetin de bu uyarıları ciddiye alması gerekiyor; tabii, iddia ettiği gibi, AB perspektifine gerçekten sadık ise.
AB kanadındaki kuşkular işte tam bu noktada artıyor. Bırakın “AB perspektifine sadık kalmayı,” Erdoğan hükümetinin Türkiye’yi çok farklı bir yöne çekmeye çalıştığına dair endişeler artıyor.
Ciddi sürtüşmeler çıkabilir
AB diplomatlarının, Başbakan’ın şimdi de gazetelerin boykot edilmesi için yaptığı çağrıyı “ciddi bir bozukluk alameti” olarak görmeleri bu durumda şaşırtıcı değil. Dün konuştuğumuz bir AB büyükelçisi, Ankara ile Brüksel arasında sırf bu yüzden önümüzdeki dönemde ciddi bir sürtüşmenin çıkabileceğini belirtti.
Adının açıklanmaması koşuluyla şunları söyledi:
“Brüksel Erdoğan’ın çıkışlarını not ediyor. Böyle devam ederse, AB Komisyonu veya Konseyi’nden kendisine bir uyarı gelecek. Erdoğan’ın buna, sadece Türkiye’deki medyaya değil, IPI gibi uluslararası medya örgütlerine karşı sergilediği hırçınlıkla yanıt vermesi halindeyse, Türk diplomasisi için ciddi bir tamir görevi ortaya çıkacak.”
Kısacası, Başbakan medyaya hırçınlaştıkça ve yolsuzlukla mücadele konusunda güven verici olmayan sinyaller yaydıkça, AB yetkililerinin kuşkuları iyice körükleniyor. Deniz Feneri konusunda takındığı tutum da kaçınılmaz olarak “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz” diye düşünenlerin sayısını artırıyor.
Hayal kırıklığı yaratıyor
Erdoğan’ın, hafta başında diplomatlara verdiği iftar yemeğinde, üyelik müzakerelerinde yaşanan sıkıntılardan dolayı suçladığı AB’yi adeta azarlarken, Türkiye’deki reform süreci hakkında Avrupa’da artan kuşkuları gidermeye çalışmaması da tabii ki not edilmiş bulunuyor.
Erdoğan’ın burada “En iyi savunma saldırıdır” yaklaşımını sergilediği düşünülüyor. Hükümetinin AB konusundaki “heves kaybı”na dair soruların önünü bu şekilde, yani “ilk vuruş” taktiğiyle kesmeye çalıştığı varsayılıyor.
Bütün bunlar, AKP’ye karşı açılan kapatma davasını “antidemokratik” olarak tanımlayan ve hükümete destek veren Avrupa’da hayal kırıklığı yaratıyor. Bu davaya dolaylı olarak değinen Büyükelçi Emie’nin ifadesiyle, Türkiye üzerinde bu yüzden dolaşan kara bulutlar dağıldı. Bu nedenle AB hedefi yeniden öncelikler arasında olmalı.
Ancak, Erdoğan’ın basın özgürlüğü ve yolsuzlukla mücadele konularındaki tutumu, hükümetin önceliklerinin çok farklı olduğunu ortaya koyuyor.