Örneğin, mahiyetini anlamadan "TCK reformu"na onay veren AB, 301'in seri şekilde uygulanmasıyla neyin ne olduğunu gördü ve bu maddenin iptalini istiyor. Türkiye'deki AB karşıtları da, haliyle, "Türklüğe hakaretin serbest bırakılmasını istiyorlar" serzenişinde bulunuyorlar . AB perspektifi bir yandan daha yüksek bir yaşam standardı vaat ederken, diğer yandan Cumhuriyet'in bazı temel paradigmalarını tartışmaya açmış bulunuyor. Bu ikilemden kaynaklanan sıkıntıları 2005'te açık açık yaşadık. Bu sıkıntıların 2006'da artarak, Avrupa ile periyodik krizler yaşamamıza yol açacağını tahmin etmek ise güç değil. Aslında haklılar da. Çünkü AB, sonuçta, "fikir özgürlüğü kapsamında 'İngilizliğe' ve 'Almanlığa' ne kadar hakaret edilebiliyorsa, 'Türklüğe' de o kadar hakaret edilebilmeli" diyor. Bu ise, mevcut akıl yapısıyla, Türkiye'de kolay hazmedilebilecek bir şey değil. Onun için, 2006 aynı zamanda, AB üyeliğinin ne anlama geldiği konusunun daha iyi anlaşılacağı ve bazı hayallerden de belki vazgeçileceği bir yıl olacaktır. Daha açık konuşmak gerekirse, 2006, Ankara'nın, başkaları telaffuz ettiğinde kızdığı, "özel ilişki" formülünü şu veya bu şekilde kendisi telaffuz etmeye başladığı yıl da olabilir. Kendilerini "ulusalcı" diye tanımlayan çevrelerin sık sık dile getirdikleri "AB özel koşullarımızı hesaba katmalı" yaklaşımının içinde gömülü olan da zaten budur. AB'nin buna karşılık söylediği ise şudur: "Temel ilkeler konusunda kimsenin özel koşulunu hesaba katmak zorunda değiliz, bu örgüte katılmak isteyenler de AB'nin koşullarına uymak zorundalar." Bu konudaki kafa karışıklığımızı, eski Genelkurmay Başkanımız Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun önceki gün Fikret Bila'ya söylediklerinde de görüyoruz. Sayın Kıvrıkoğlu, "AB, başka ülkelere koşmadığı koşulları Türkiye'ye koşuyor... Sanki AB emrediyor ve bu yerine getiriliyor gibi bir izlenim var" demiş. Oysa her şey ortada. Ankara ve 'özel ilişki'... AB, her aday ülke için ortaya farklı koşullar koymuştur. Macaristan'a "Önce Romanya ile azınlık sorunlarını halledeceksin", Romanya ve Bulgaristan'a (ki hâlâ diyor) "Kronik yolsuzluğun üstesinden geleceksin" Hırvatistan'a ise, "Onu ulusal kahraman olarak görebilirsiniz ama bizim için caninin tekidir. Onun için General Ante Gotovina'nın Lahey'e teslim edilmesine yardımcı olacaksınız" demiştir (ve bu da olmuştur).AB aynı zamanda, üye olmasına rağmen, Avusturya'nın iç işlerine bodoslama dalarak, seçimleri kazanmış olan aşırı sağcı Jörg Haider'in iktidar koltuğuna oturmasını engellemiştir. Kısacası, AB hiçbir adaya veya üyeye karşı tek tip bir şablon uygulamamıştır. Uyguladığı ise, Hilmi Paşa'nın söylediği gibi, "çifte standart" değil, "çoklu standarttır." Buna karşın, AB'yi güden ve herkesçe uyulması istenen temel siyasi ilkelerde genel bir "parite"nin söz konusu olduğunu da görüyoruz. Esas mesele, "değişmeyeceği" ısrarla söylenen Türkiye'deki düzeninin bu pariteye uyulmasına el verip vermediği sorusudur. 2006'da bunu daha iyi anlayacağız. semihi@cnnturk.com.tr Çoklu standart!