Diğer bazı "kanaat önderleri" ise yazıp çizdiklerinden de anlaşıldığı gibi, neyin armut, neyin elma olduğunu pek anlayamadıklarını ortaya koyuyorlar. Kanaat önderlerinin böyle olduğu bir yerde, sokaktaki adamın çok daha bilgili olmasını beklemek hayaldir. Onun için, Başbakan Erdoğan'ın Konsey'in geleceğini belirleyecek tarihi kararlar alması beklenen Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi için Varşova'da bulunduğu şu sırada, bazı şeyleri en basit şekliyle tekrarlamakta yarar var. Elmalarla armutları karıştırma alışkanlığımız Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin Öcalan kararıyla tekrar baş gösterdi. AİHM'nin kararından sonra eleştiri okları yeniden Avrupa Birliği'ne döndü. Toplumun Avrupa Birliği perspektifi konusunda son derece donanımsız bırakılmış olması ve bu yüzden neyin ne olduğunu ayırt edememesi ise bazıları tarafından istismar ediliyor. Her şeyden önce, AİHM Avrupa Birliği'ne değil, Avrupa Konseyi'ne bağlıdır. Avrupa Konseyi denince, AB'nin en yüksek organı olan "AB Konseyi" kastedilmiyor. Türkiye henüz AB üyesi değil. Olup olamayacağı ise kesin değil. Öte yandan Türkiye, 9 Ağustos 1949 tarihinden beri Avrupa Konseyi'nin asli üyesidir. Başka bir ifadeyle, Türkiye bir anlamda Konsey'in kurucularındandır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan Avrupa Konseyi'nin amacı üye ülkelerdeki insan hakları ve demokrasinin mümkün olan en üst seviyeye çıkarılmasıdır. Üyelerinin zorunlu olarak taraf oldukları Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonu burada yol göstericidir. Bazı ülkeler Konsey'in hızına yetişebilmiş, diğerleri geride kalmıştır. Türkiye, son 55 yıllık perspektif açısından bakıldığında, Konsey'in kronik olarak en geride kalan üyelerinden biridir. AİHM, AB'ye bağlı değil Bu durum ancak son yıllarda değişmeye başlamış, Ankara, Avrupa Konseyi eksenindeki yükümlülüklerini AB perspektifine dönük beklentileri nedeniyle, gecikmeli de olsa, yavaş yavaş yerine getirmeye başlamıştır. Daha önce ise durumu, temel belgelere koyduğu çekincelerle veya -AİHM'de sık sık görüldüğü gibi- aleyhinde alınan kararların bedelini ödemek suretiyle idare etmiştir. Atatürk'ün "çağdaş uygarlık yolunda yürüme" ülküsüyle yola çıkmış olan ülkemiz açısından üzüntü verici hususların başındaysa, 55 yıldır üyesi olmamıza karşın son 15 yıl içerisinde üye olmuş eski Doğu Bloku ülkelerinin dahi insan hakları ve demokrasi alanlarında Türkiye'yi çok gerilerde bırakmış ve bize "ders verir" konumuna gelmiş olmalarıdır. Birçok kişi anımsamaz, fakat bariz Türk düşmanı olan eski İsviçre dışişleri bakanlarından Flavio Cotti, zamanında, "Türkiye gibi bir üyeyi aramızda tutabiliyorsak Hırvatistan'a hangi yüzle 'İnsan hakları sicilin yüzünden Avrupa Konseyi üyesi olamazsın' diyebiliyoruz" demiş ve Konsey içinde çok sayıda ülkenin onayını almıştı. Doğu Avrupa'dan geri Varşova zirvesinde Konsey'in insan hakları ve demokrasi ile ilgili kıstaslarının daha da katılaşması bekleniyor. Burada AB Anayasası ile bir etkileşim olduğu kuşkusuz. Yani koşullar, her zaman "Benim özel durumum var" argümanına sığınmış olan Türkiye için daha da zorlu hale gelecek. Buna ne denli hazır olduğumuzu anlamak için Türkiye'de hâlâ yaşananlara bakmak yetiyor. Son olarak bir şeyin altını kalın bir çizgiyle çizmekte yarar var. Türkiye'nin AB perspektifinden vazgeçmesi bizi Avrupa Konseyi çerçevesindeki yükümlülüklerimizden kurtarmıyor. AİHM gibi "belalardan" kurtulmak için, Avrupa Konseyi üyeliğimizden vazgeçmemiz gerekiyor. Onu yapmak da Avrupa'dan vazgeçip Türkiye'yi yepyeni bir rotaya sokmak anlamına gelir. Buna hazırsak yapalım. Değilsek, o zaman elmalarla armutları karıştırıp bu konularda donanımsız bırakılmış halkı yalan yanlış bilgilerle yönlendirmeyelim. semihi@cnnturk.com.tr Yanlış bilgilendirme