Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Washington İzlenimleri (1) Nedeni ise Türkiye'nin AB perspektifi konusunda 3 Ekim öncesinde ortaya çıkmış olan belirsizliklerin Washington'da yol açtığı endişe şeklinde açıklanıyor. Zira, Avrupa'da Türkiye'ye karşı takınılan ve Amerika'da Türkiye ile yakından ilgilenenlerin "fazla dostane olmayan" diye niteledikleri tavırların Ankara'yı Batı'dan iyice soğutmasından korkuluyor. Başkan Bush'un yeni Ulusal Güvenlik Danışmanı Stephen Hadley'in tam bu sırada Ankara'ya gitmesi ve burada çarpıcı mesajlar vermesi tesadüf değil. Washington'da söylenenlere bakılacak olursa, Hadley'in bu gezisi başta sadece Afganistan ve Pakistan'ı kapsayacak şekilde programlanmış. Türkiye ise programa daha sonra alınarak ilk sıraya yerleştirilmiş. Hadley kanalıyla, bu ortamda Türkiye'ye verilmek istenen mesajın, "Avrupalılar ne yaparlarsa yapsınlar, biz sizin yanındayız" olduğu belirtiliyor. Bu da zaten, ABD'nin eski Dışişleri Bakan yardımcılarından Marc Grossman'ın Financial Times gazetesinde kısa bir süre önce yayımlanan makalesindeki temel mesaj ile örtüşüyor. Türkiye'de büyükelçilik de yapmış olan Grossman, Avrupa'nın niçin Türkiye'yi arasına alması gerektiğini yazmış, bunu yapmazsa ABD'nin devreye girip, Türkiye'de yaşanacak derin hayal kırıklığı nedeniyle doğacak olan boşluğu doldurması gerekeceğini açıkça ima etmişti. Grossman'ın yaklaşımının arka planını ise, Washington'da hafta sonunda katıldığım konferansın konuşmacılarından, eski Ulusal Güvenlik Danışmanı Yardımcısı Robert Blackwill doldurdu. "Washington Yakındoğu Politikası Enstitüsü" tarafından düzenlenen konferansa katılan Türkler tarafından "Amerikan derin devleti" olarak nitelenen Blackwill, bir soru karşılığında şunları söyledi: Marc Grossman'ın görüşü "ABD olarak Avrupalıları Türkiye'nin AB üyeliği konusunda 25 yıldır ikna etmeye çalışıyoruz. Bu konuda, özellikle Fransızlarla, görüş ayrılığı içindeyiz. Oysa, Türkiye'nin AB üyesi olmasında ülkemizin çok, hem de çok önemli bir stratejik çıkarı var." Özetlemek gerekirse, Avrupa'dan "tarihi bir kazık yemesi" ve bu nedenle "aidiyet" konusunda boşluğa itilmesi halinde, Türkiye'nin istenmeyen istikametlere döneceğine; günün dar bakış açısından değil, stratejik olan bir bakış açısından bakıldığında, bunun Batı'nın hiç işine gelmeyeceğine inanılıyor buralarda.Bunu açmalarını istediğimizde, muhataplarımızın, çekinmeden, böyle bir "yabancılaşma" halinde Türkiye'nin, hem demokrasiden hem de laiklikten uzaklaşacağını savunduklarını gördük. Başka bir ifadeyle, Ankara'nın Batı ile yakın bağlarının sürmesinin bu konularda "çıpa" görevi gördüğüne inanıyorlar. Stratejik olan bakış açısı Bu yaklaşımın içinde gömülü olan "küçümseyici" tavrı burada not etmeden elbette geçemeyeceğiz. Zira, burada bariz bir şekilde "Batıya dönük olmayan bir Türkiye ne demokrasisini ne de laikliğini uzun süreyle koruyabilir" şeklinde bir varsayım var. Bu varsayımı güçlendirmek amacıyla Orhan Pamuk davası, hatta hafta sonunda yapılan Ermeni konferansının engellenmeye çalışılması gibi gelişmelere işaret edildiğini de gördük.Laiklik meselesine gelince, "Washington Yakındoğu Politikası Enstitüsü" başkanı Robert Satloff'un sunumu sırasındaki sözleri iyi bir göstergeydi. Satloff'a göre, güçlü ve Batı yanlısı bir ordusu olmasaydı -kendi nitelemesiyle- "İslamcı" bir hükümetin işbaşında olduğu Türkiye'de, laik düzenden çoktan taviz verilmeye başlanmıştı. Tersten okunduğunda, Satloff, "Batı tarafından terk edilen bir Türkiye'de laikliği ordu bile koruyamaz" demeye getiriyordu ki, bunun ne denli hatalı bir görüş olduğunu kendisine anlatmaya çalıştık. Ancak fazla başarılı olduğumuzu söyleyemeyiz. semihi@cnnturk.com.tr Pamuk davası ve konferans