Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Hal böyle olunca Ankara, kaçınılmaz olarak, yabancı gazetecilerin, siyasetçilerin ve düşünce kuruluşu uzmanlarının uğrak yeri haline gelmiş bulunuyor. Uluslararası medyayı takip edenler de zaten bunu biliyorlar. Yabancı gözlemcilerin dikkatini çeken hususların başındaysa, hem "ulusalcı laik güçlerin" hem de "dini bütün güçlerin" Türkiye için yeni arayışlara girmiş olmaları geliyor. Bunda, Avrupa'dan AB perspektifimiz konusunda, ABD'den ise temel ulusal fobilerimiz olan Kürt ve Ermeni sorunları konusunda yansıyanların payı elbette ki göz ardı edilemez.Buna karşılık, içeride de Türkiye'yi alışılmış rotasından saptırma potansiyeline sahip bir siyasi mücadelenin yaşandığı da yadsınamaz. Ankara'daki siyasi tansiyon artarken, uluslararası dikkatler de giderek Türkiye'ye dönüyor. Bunun doğal sayılması gerekir, zira ülkemizde bir şeylerin kotarılmak veya elden gitmek üzere olduğuna dair elektrikli bir hava yayılıyor. Bu arada darbe söylentileri de gündemden bir türlü düşmüyor. Özetle, birçok şeyin yanı sıra, şu sıralarda esas itibariyle demokrasimiz ve eriştiğimiz veya erişemediğimiz siyasi olgunluğumuz sınanıyor. Türkiye'nin dünyadaki yerini saptayacak olan şey de kuşkusuz bu sınavdan çıkacak olan sonuçtur. Radarlarını Türkiye'ye çevirmiş olan yabancıların üzerinde durdukları konu da zaten bu. Bu çerçevede, Türkiye'nin içine gireceği yönelişin, ait oldukları "uluslararası blok" için siyasi ve ekonomik açıdan getireceği fırsatları veya tehditleri anlamaya çalışıyorlar.Burada ilk planda dikkat çeken husus ise, Türkiye'deki "ulusalcı laik güçler"in kendi dünya görüşleri uğruna demokrasiden feragat etmeye hazır olduklarını çağrıştıran söylem ve eylemleri. Demokrasiden uzaklaşmış olan "ulusalcı ve laik" bir Türkiye'nin, genel ifadelerle, "Rusya-Çin" olarak tanımlanan bloka yanaşmaya çalışacağı düşünülüyor. Siyası olgunluğumuz sınanıyor Demokrasiyle birlikte laiklikten de vazgeçen bir Türkiye'nin ise genel olarak "Suudi Arabistan-Malezya" diye tanımlanan bloka yanaşacağı varsayılıyor ki, bunun da bu bloka ait ülkelerde ayrı bir heyecan yarattığı daha şimdiden görülüyor. Öte yandan, Türkiye'nin 84 yıldır ait olduğunu savunduğu -ve 150 yılı aşkın bir geçmişi olan- Batı'ya dönük yönelişinin sürmesi için gerekli olan "olmazsa olmaz" önkoşullarının ise "güçlü bir demokrasi" ve "güçlü bir laik düzen" olduğu belirtiliyor. Bu yönelişin sürmesi için AB üyeliğinin şart olmadığı da söyleniyor. Zira gereken siyasi irade varsa, insan ve azınlık haklarına saygılı demokratik ve laik bir Türkiye'nin kendiliğinden ortaya çıkacağı belirtiliyor. Bu irade yoksa o zaman AB üyeliğinin zaten olamayacağı vurgulanıyor.Ekonomik başarılarının yanı sıra, Avrupa'nın siyasi ve sosyal standartlarını yakalamış olan bir Türkiye'nin ise, "eşyanın tabiatı" gereğince, AB için cazip bir ortak haline geleceği kaydediliyor. AB'de bugün var olan kaygıların temelindeyse Türkiye'den yansıyan bu belirsiz havanın yattığı belirtiliyor.Uzun lafın kısası, Ankara'daki siyasi tansiyonun artması, sadece bizim değil dünyanın da sorunu haline gelmiş bulunuyor. sidiz@milliyet.com.tr Arabistan-Malezya bloku