Akademik bir konferansın mahkeme kararıyla durdurulması ve yargı bürokrasisinin, işkenceci olmakla suçlanan polislerin zamanaşımından yararlanmaları için topu sürekli taca attığına ilişkin yaygın kanıyı da aynı kapsamda değerlendirebiliriz. Yargının "önyargılı" davrandığı suçlamalarına yabancı değiliz. Bunu son olarak Prof. Dr. Yücel Aşkın davasıyla ilgili olarak etkin ve yetkin insanların iddialarında görüyoruz. Fakat, Türk yargısına isnat edilen bu "kabahatler," Erdal davasında aynı kabahati işlemekle suçlanan Belçika yargısını kurtarmaz. Bu nedenle, Sabancı Ailesi'nin Belçikalı avukatı haklı. Bu ülkenin yargı organları gerçekten "önyargılı" davranıyorlar. Ancak Belçika, "yargı" konusunda "nabza göre şerbet" vermekten zaten "sabıkalı" olan bir ülke. Bu ülke birkaç yıl önce bir yasa geçirerek, başka ülkelerde işlenmiş savaş suçlarıyla ilgili zanlıların Belçika'da yargılanabileceklerine karar verdi. Bu çerçevede, Kongo Dışişleri Bakanı Ndombasi ile İsrail Başbakanı Ariel Şaron hakkında davalar açıldı. Ancak, Uluslararası Adalet Divanı, bu davalardan ilkinin "yasal olmadığına" karar verince işin rengi değişmeye başladı. İlgili savcının ısrarına rağmen Şaron hakkındaki dava da sonunda görüldüğü Belçika mahkemesi tarafından reddedildi. En üst düzeydeki Amerikalıların da Belçika'da aynı şekilde yargılanabileceklerinin ortaya atılmasıyla işin rengi iyice değişmeye başladı. ABD Savunma Bakanı Rumsfeld'in, Washington'un Brüksel'deki NATO karargâhı için para vermeyi reddedebileceğini duyurması, Belçika'nın aklını aniden başına getirdi. Zira ABD'siz NATO olmaz, NATO'nun Brüksel'den taşınması ise Belçika için felaket olurdu. Sonunda "büyük ilkeler" bir günde unutuldu ve ilgili yasa müktesebattan kaldırıldı. Önyargılı yapı Ancak bu gelişme Belçika yargısını, önyargılarından kurtarmadı. Bunu, kimin tanımlamasına göre olursa olsun, "terörist" olan Fehriye Erdal ile ilgili kararda açıkça görüyoruz. Burada verilmeye çalışılan mesaj açık: "Ne yapmış olursa olsun, bu şirin kızı Türklerin elinden kurtarmalıyız." Üstelik, Ndombasi ve Şaron davalarıyla daha önce ortaya konulan, "nerede işlenmiş olursa olsun, suç suçtur ve Belçika'da yargılanabilir" ilkesine rağmen. Belçika, bu ilke ile, kuşkusuz, "insani" açıdan ne denli "üstün" olduğunu göstermeye çalışıyordu. Fakat Rumsfeld'in bir tehdidi gerçeği ortaya koymaya yetti. Belçika'nın tasladığı "insani üstünlük" konusuna gelince, bunun da ciddi bir şekilde sorgulanması gerekiyor. Mesaj açık Örneğin, Belçika Senatosu Ermeni soykırımı iddialarının reddedilmesini "suç" kapsamına almaya çalışır. Fakat, ne hikmetse, Belçika Kral II. Leopold'un, 1870'lerden başlayıp 40 yıl süreyle Kongo'da 4 ile 15 milyon arasında insanın ölümüne neden olmasından aynı şevkle bahsetmez. Üstelik, bu insanlık suçunun ünlü yazar Joseph Conrad'in "Karanlığın Yüreği" adlı en tanınmış eserinde konu edilmesine rağmen. Aynı şekilde, Adam Hochschild tarafından son olarak yazılan "Kral Leopold'un Hayaleti" adlı kitabın okullarında okutulmasını da düşünmez. Anlaşılan, Belçika'nın "ahlak damarı" dişini geçirebildiğine inandığı milletler söz konusu olduğunda depreşiyor. Çıkarı söz konusu olduğunda da ilk "höt" karşısında teslim oluyor. Fehriye Erdal konusunda işte böyle bir "ilkeli" ülkeyle karşı karşıyayız. semihi@cnnturk.com.tr Çelişkiler yumağı