Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Ankara’nın son diplomatik hamleleri, Türkiye’yi Avrupa’dan uzak tutmak isteyenler için bir şey ifade etmeyecektir. İster Fransız, ister Avusturyalı, isterse Hollandalı olsunlar, onlar için mesele Türkiye’nin “stratejik önemi” ile ilgili değil. Onların sorunu yapay bir Türk imajı ve bundan kaynaklanan reddedici güdüsel tepkidir.
Başkaları hakkında ön yargıları olmayan bir millet olsak, bu durum bize garip gelebilirdi. Fakat değiliz. Bu nedenle Avrupa’daki Türk aleyhtarlığının sosyolojik çıkış noktalarını anlamamız güç değil.
Kısacası, Avrupa’daki mantıksız Türk aleyhtarlığı ile bizdeki mantıksız Batı aleyhtarlığının kökleri çok farklı değil. Her ikisinde “elden bir şeyler gidiyor” korkusu var. Buna “değişim korkusu” da denebilir. Bu formasyondaki kafaların değişmesini beklemek de boş.
Öte yandan, Türkiye ve Avrupa’da geleceğe daha geniş bir açıdan bakanlar Ankara’nın son hamlelerini yakından izliyorlar. Zira bu gelişmeler, göz ardı edilemez büyüklüğü, konumu ve gücü ile kendisine yeni dünya düzeninde yer arayan bir Türkiye’nin varlığını ortaya koyuyor.

Türkiye’nin yeni profili

Türkiye bu süreçte, aynı zamanda, giderek daha ciddiye alınan bir ülke haline geliyor. Bu bizde her an “ABD veya AB’den kazık yeme” beklentisi ile yaşayan, yani Türkiye’yi “edilgen ve kendi çıkarlarını koruyamayan bir ülke” olarak göstermek isteyenlerin işine gelmeyebilir.
Ancak, Başbakan Erdoğan’ın diplomatlarımız için zaman zaman yarattığı sorunlara rağmen, son dokuz ayda yaşananlar arka arkaya sıralandığında, bu olumsuz Türkiye imajı pek çıkmıyor ortaya. Aşağıdaki eksik liste bile Türkiye’nin yeni profilini ortaya koymaya yetiyor:
Obama ziyareti, Nabucco anlaşması, Putin ziyareti, Ermenistan ile açılım, Irak ve Suriye ile “ekonomik entegrasyon” arayışı, Türkiye’nin bu iki ülke arasında arabuluculuk yapması, Beşar Esat’ın Türkiye’ye geçen hafta yaptığı ziyaret, İran’ın Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri ve Almanya ile 1 Ekim’de başlatacağı müzakere sürecinin ilk toplantısının büyük olasılıkla Türkiye’de yapılacak olması.
Bu liste Türkiye’yi dünyanın yeni “süper starı” yapmıyor elbette. Türkiye’yi dünyayı ilgilendiren konular itibariyle “birincil” konuma da yerleştirmiyor. Ancak söz konusu liste, Türkiye’nin kendisine yeni bir yer edinme arayışını ve bu çerçevede dünya tarafından ne denli ciddiye alındığını gösteriyor.

Destekleyenler ikiden fazla

Türkiye’nin bu arayış çerçevesinde ilgilendiği konuların hiçbiri de zaten, Avrupa’nın göz ardı edebileceği konular değil. AB Dönem Başkanı İsveç’in Dışişleri Bakanı Carl Bildt ile Avrupa’nın önde gelen “akil adamlarından” olan Finlandiya’nın eski Cumhurbaşkanı Martti Ahtisaari gibi önemli Avrupalılar da zaten bunu her fırsatta belirtiyorlar.
Hafta içinde haberini okuduk, Fransa’nın Avrupa İşlerinden Sorumlu Bakanı Pierre Lelouche’e göre, bir iki ülke dışında, AB’de çoğunluk Türkiye’nin üyeliği konusunda Fransa gibi düşünüyormuş. Fakat bunu açıkça söylemeye cesaret edemiyormuş.
Oysa bunun doğru olmadığını yapılan açıklamalardan biliyoruz. Lelouche’un iddiasının aksine, Türkiye’yi AB’de destekleyenlerin sayısı “bir iki ülkeden” çok daha fazla. Mevcut konjonktürde Avrupa’da Türkiye’yi desteklemek ise, “Türkiye’yi istemiyoruz” demekten çok daha fazla cesaret istiyor.
Ancak, Ankara yeni dünya düzenindeki yerini ararken şu da unutulmamalı. Türkiye’yi uluslararası düzeyde önemli kılan faktörlerin başında, Ortadoğu ve Kafkaslara yakınlığının yanı sıra, “Avrupa-Atlantik perspektifi”ne bağlılığıdır. Başka bir ifadeyle, Türkiye Batı için ne denli önemliyse, AB ve genel Batı perspektifi de Türkiye için o kadar önemlidir.
Değişimden korkup bu perspektife ve temsil ettiği değerlere karşı çıkanların, süreci yavaşlatsalar da, tarihin doğal akışı içinde başarılı olacaklarını sanmıyoruz. Bu arada Cumhuriyetimizin, dönemine göre, yüzyılın en köklü değişim süreçlerinden birinin eseri olduğunu da hatırlamakta yarar var.