Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Başbakan Erdoğan’ın İran gezisi kritik bir döneme rastlıyor. İki ülke arasındaki görüşmeler sürerken, BM denetçileri de Kum kenti yakınlarındaki uranyum zenginleştirme tesisi hakkında bilgi toplamaya çalışıyor olacaklar.
İran’ın, bu tesisin varlığını üç yıl gizledikten sonra 21 Eylül’de açıklaması Tahran’a dönük uluslararası güvensizliği artırmıştır. Bu durumda akla gelen ilk şey, “İran acaba daha neleri saklıyor?” sorusu olmuştur.
İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad’ın uranyum zenginleştirme konusunda Amerika’ya kafa tutması, Batı karşıtlarımızda genelde hayranlık uyandırır. Ahmedinecad’ın “İsrail’in yok edilmesine” dair antisemit söylemi hakkında da, bir noktaya kadar, aynı şeyi söylemek mümkündür.

İran’ın avukatlığı mı?
Erdoğan’ın aylar önce ABD’de yaptığı bir konuşmada, “İran’a niçin yükleniliyor ki, İsrail ve ABD’de nükleer silahlar var” anlamına gelen sözler sarf etmesi, tahmin edileceği gibi Tahran’da memnuniyetle karşılanmıştır. Guardian gazetesinde önceki gün çıkan demecinde de aynı argümanı kullanması, Batı basınında “İran’ın avukatlığı” olarak yorumlanıyor.
Bu durumda, konuya yüzeysel bakan Batı karşıtlarımızın Erdoğan’ın sözlerini, nükleer silahlar konusunda İran’a verilmiş “yeşil ışık” olarak algılamaları doğal sayılmalı. Oysa Türkiye’nin savunmasından sorumlu olanlar, İran’ın nükleer silahlara sahip olmasını “tehdit” olarak değerlendirmektedirler. TSK’nin envanterine Patriot tipi füzesavar sistemleri katmak istemesi de boş yere değil.
Özetle, savunmamızdan sorumlu olan birimler, İran’ın nükleer konusunda bölgedeki tansiyonu artıran başlıca faktörlerden biri olmasını kaygıyla karşılamaktadırlar.

İsrail nükleer silahları

Bölgedeki tansiyonu bu açıdan artıran ikinci faktör ise tabii ki İsrail’dir.
Bu ülkenin nükleer silahlara sahip olduğu tüm dünyada varsayılmaktadır. İsrail’in, “Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması”na (NPT) taraf olmaması, ayrıca Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (IAEA) denetimlerini reddetmesi bu varsayımı güçlendirmektedir.
Erdoğan’ın İsrail’in nükleer silahları konusunu gündemde tutması, “denge unsuru” gözetildikçe, olumludur. Tabii, “dengeli” bir çerçeveye oturtulsa bile, bu yaklaşım ABD ve İsrail’i yine de rahatsız edecektir. Türkiye’nin dış politikada “eksen kaydırdığına” dair söylemin kaynaklarından biri de zaten budur.
Erdoğan’ın son açıklamaları, her şeye rağmen, bu konuda daha dengeli bir yaklaşımın arayışında olduğunu gösteriyor. İstanbul’da yapılan “Dünya Siyasetinde Ortadoğu-Sorunlu Bölgede Güvenlik Arayışı’’ konulu forumun açılışında yaptığı konuşmada da bunu görmek mümkün. Erdoğan’ın oradaki sözleri şöyle:

Erdoğan’ın iletmesi gerekiyor

“İran’ın nükleer programı konusunda uluslararası kamuoyunda mevcut olan endişelerin giderilmesi gerektiğine inanıyorum. Bu konuda da üzerimize düşeni ne olursa olsun yerine getirmekte de kararlıyız. Nükleer silahlar konusunda bizim tavrımız Türkiye olarak son derece nettir. Biz nükleer silahlardan tamamen arındırılmış bir bölgede yaşamak istiyoruz. Buna da kararlıyız. Kitle imha silahı istemiyoruz.”
Erdoğan’ın bu mesajı Tahran ziyareti sırasında İranlı muhataplarına da iletmesi gerekiyor. Sonuçta, “Bölgede bu tür silah istemiyoruz, bu konuda üzerimize düşeni yapmaya da kararlıyız” diyen kendisi. Türkiye’nin bölgede yükselen “barışçıl profili” çerçevesinde Erdoğan’dan beklenen de zaten bu. İran’ın avukatlığı değil.
Üstelik bunu bekleyen sadece Batı’da değil. Bizde pek üzerinde durulmaz, ancak, İran bugün Suudi Arabistan ve Mısır gibi kilit bölge ülkelerini de çok rahatsız ediyor. Bu ülkeler de zaten bunu açıkça dile getiriyorlar. Onun için, sadece Batı’da değil, Ortadoğu’da da gözler Erdoğan’ın İran ziyareti üzerindedir.