Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Başta Fransız Cumhurbaşkanı Jacques Chirac olmak üzere, önde gelen Fransız siyasetçilerin hepsi bir yıldır bu sözleri tekrarlayıp durdular. Ancak, öyle anlaşılıyor ki, Fransız halkı bu yaklaşımı amiyane ifadeyle - "yemedi." Sokaktaki Fransız bal gibi biliyor ki, müzakere ve uyum sürecini başarıyla tamamlamış bir Türkiye'yi AB dışında tutmak mümkün olmayacak. Zira, o gün geldiğinde, çok büyük ekonomik ve siyasi çıkarlar devreye girecek ve verilen "referandum" sözü bir şekilde unutulacak. "Müzakere sürecini başarıyla tamamlasa bile Türkiye'nin AB üyesi olup olmayacağına Fransız halkı bir referandumla karar verecek." Peki, nedir Fransızların derdi? Bunun yanıtı basit. İster sade adam olsun, ister elit sınıfa mensup olsun, günümüz Fransız'ı, nüfusunun büyük bölümü Müslüman olan bir ülkenin, bir gün, üstelik Fransa ile eşit haklarla donatılmış olarak, Avrupa üzerinde söz sahibi olabileceğini kabul etmek istemiyor. Cumhurbaşkanı namzeti Nicholas Sarkozy'nin, ileride kendisine sık sık hatırlatmak isteyeceğimiz, "Türkler Avrupalı olsalardı bunu bilirdik" sözlerinin çıkış noktası da zaten bu. Fransızların korkulu rüyası bununla da bitmiyor. Türkiye'nin AB süreci sayesinde ekonomik açıdan dinamik, girişimci ve rekabet edebilen bir ülke konumuna geleceğini de görüyorlar. Daha, "Polonyalı muslukçuyu" sindirememiş bir millet olarak bunu da kabul etmek istemiyorlar. Paris'in şimdi sadece Türkiye'nin "üyelik şansını" değil, aynı zamanda "üyelik sürecini" de baltalamaya çalışmasının ardındaki temel nedenler bunlar. Çünkü bu sürecin bile Türkiye'yi ekonomik ve siyasi olarak güçlendireceğini görüyor. Bu yüzden de Türkiye'nin 3 Ekim randevusunu engellemeye çalışıyor. "Araç" olarak kullandığı "Ermeni soykırımı" bahanesinden sonuç alamayan Fransa'nın, şimdi "Kıbrıs'ın tanınması" kozuna sarılmasının nedeni de bu. Bunu Ankara'daki Batılı diplomatlar bile teslim ediyorlar. Tabii, Rumlar bundan o kadar memnun değiller. Zira, onların hesabı belli: "Güreş başlayacak ve Türkiye tavizlere minderde zorlanacak." Onun için bu "araç" da tutmazsa, Fransızların Türkiye'ye karşı çantadan yeni bir koz çıkarmaları durumunda kimse şaşmasın. Korkulu rüya Öyle anlaşılıyor ki, bu siyasi ayak oyunlarının ülkelerinin saygınlığını zedeliyor olması Fransızları fazla kaygılandırmıyor. Onlar için şu anda önemli olan, Türkiye'nin önünü, ne pahasına olursa olsun, kesmek. Bunun için de AB'de Türkiye'ye karşı bir "Kutsal İttifak" oluşturmaya çalışıyor. Belli ölçüde başarılı da oluyorlar. Son olarak Danimarka Başbakanı Anders Fogh Rasmussen bu kervana katıldı.Ancak, meydan bu "ittifak" açısından o kadar boş değil. İngiltere, kendi çıkarları uğruna olsa bile, Türkiye'yi yabancılaştırmanın tehlikelerine sürekli işaret ediyor. AB Komisyonu'nun önemli ismi Olli Rehn ve Finlandiya Cumhurbaşkanı Tarja Halonen gibi kişiler de siyasi saygınlık uğruna Türkiye'ye oybirliği ile verilen sözlerin tutulması gerektiğini söylüyorlar. 'Kutsal İttifak' Fakat, son dönemin bu çerçevedeki en anlamlı sözleri, kısa bir süre önce kaybettiğimiz Avrupa Merkez Bankası'nın eski Başkanı Wim Duisenberg'den geldi. Duisenberg, ölümünden hemen önce kaleme aldığı ve dünyanın en saygın gazetelerinde yayımlanan yazısında, AB'nin elli yıl önceki fikir babalarına atıfta bulunarak, şunları belirtmişti:"Kanımca, Müslüman Türkiye'nin Avrupa'nın siyasi birliğine entegrasyonu, Schumann ve Monnet'nin zamanında karşı karşıya kaldıkları ve başarıyla çözdükleri barış sorunuyla aynı. O sırada Avrupa nasıl ülkeler arasında barışa ihtiyaç duyduysa, bugün de medeniyetler arasında barışa ihtiyacı var. İşte Türkiye'yi bu nedenle aramıza almalıyız." Uzun lafın kısası, Avrupa'da sanıldığı kadar yalnız değiliz. semihi@cnnturk.com.tr Yalnız değiliz