Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Daha önce görülmemiş olan bu durumun özünde "Ante Gotovina meselesi" yatıyor. General Gotovina, Yugoslavya savaşı sırasında Sırplara karşı savaş suçu işlediği iddiasıyla Lahey'deki Savaş Suçları Mahkemesi tarafından aranıyor. Ancak, ülkesinde bir kahraman olarak görüldüğü için, Zagreb yönetimi kendisini mahkemeye teslim etmeyi reddediyor. "Gotovina'nın nerede olduğunu bilmiyoruz" demekle yetiniyor. Oysa mahkeme, Gotovina'ya devlet kesesinden düzenli maaş ödendiğini dahi tespit etmiş. Avrupa Birliği'nin Zagreb Büyükelçisi Jacques Wunenberger, pazartesi günü yaptığı bir açıklamada, Hırvatistan halkının AB üyeliğine gösterdiği ilginin ciddi bir şekilde azaldığına işaret etti. Son kamuoyu yoklamalarının da gösterdiği gibi, 4.5 milyon nüfuslu bu ülkede halkın yarısından fazlasının AB üyeliğini artık istemediğini belirten Wunenberger, bu tür bir olgunun bugüne kadar hiçbir aday ülkede yaşanmadığını söyledi. AB'nin önde gelen üyeleri İngiltere, Fransa ve Almanya bu durumda AB Komisyonu'nun Zagreb ile üyelik müzakerelerini başlatmasını önlüyorlar. Macaristan ve Avusturya gibi bazı AB üyelerinin Hırvatistan'dan yana koydukları tavır ise bir işe yaramıyor. Yugoslavya savaşı nedeniyle aşırı milliyetçiliğe kendilerini zaten teslim etmiş olan Hırvatların büyük bölümü de bu durumda, "Alın o zaman Birliğinizi başınıza çalın" deme noktasına gelmiş bulunuyor. Ermeni soykırımı iddiaları konusunda Türkiye'ye zorla yedirilmeye çalışılan tek yanlı bir yaklaşım, Kıbrıs konusunda tutulmayan sözler, Kürt meselesi ve şimdi de buna bağlı olarak ortaya çıkan Öcalan'ın yeniden yargılanması konusu derken, Türkiye'de de benzeri bir sendrom yaşanabilir mi? Benzeri bir sendrom mu? Özellikle CHP'nin, Öcalan'ın yeniden yargılanması konusunda sergilediği "alevlendirici" yaklaşıma baktıkça, buna verilecek tek yanıt var: "Evet, Türkiye'de de bir 'Hırvat sendromu' yaşanabilir." Peki, bu Türkiye için bir kazanım mı, yoksa bir kayıp mı olur? Burada her şeyden önce Öcalan meselesi ile ilgili bir şeyin altını çizmekte yarar var. Bu mesele ilk etapta, bizim hâlâ üyesi olmadığımız AB ile değil, 50 yıldır üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi ile bir sorunumuzdur. Yani, bu mesele yüzünden Türkiye kendisine -"ulusal duyarlılıkları" nedeniyle- farklı bir yol çizmeye karar verecek olursa, ilk aşamada Avrupa Konseyi içindeki yerini tartışmaya açmış olacaktır. AB boyutu da bu durumda kendiliğinden düşmüş olacaktır. CHP'nin tavrına bakınca Kısacası, Avrupa Konseyi'nden uzaklaşması Türkiye için -zaten otomatik bir "kültürel kan kaynaşması"nın söz konusu olmadığı- Avrupa'dan uzaklaşması anlamına gelecektir. Avrupa'nın genel tarihi, kültürel, dini ve sosyal yapılanmasının bir parçası olan Hırvatistan içinse böyle bir durum söz konusu değil. Başka bir ifadeyle, o ülke ileride kolaylıkla Avrupa'ya dönebilir. Demokratik gelişmesi yarıda kalmış ve siyasi alanda "İslami rengi" iyice belirginleşmiş olan bir Türkiye açısından bu çok daha zor olur. Türkiye'nin dönüşü zor Ulusal tercihimiz elbette ki bu yönde olabilir. Sınırlı bir zümre dışında zaten kültürel açıdan Avrupa'nın yabancısı olan halkın büyük bölümü de bu tercihi desteklerse, o zaman Türkiye'nin dünyadaki yerini yeniden tespit etme durumu ile karşı karşıya kalacağı kesin. Bu durum, nüfusun büyük bölümü için illa da kötü bir şey olmayabilir. Ancak bunun, popülist ajitasyonlara meyilli bir CHP'nin veya toplumumuzun ön planında yer alan bazı kesimlerin arzulayacağı bir Türkiye olmayacağı da kesin. Bu nedenle, kendimizi, ister Öcalan, isterse yukarıda sıraladığım diğer nedenler yüzünden bir "Hırvat sendromu"na kaptıracaksak, bunun Türkiye için ne anlama geleceğini de çok iyi düşünmek zorundayız. semihi@cnnturk.com.tr Çok iyi düşünmeli