Türkiye bugün öyle bir jeopolitik gelişmeler zinciriyle çevrili ki, bazı hallerde çelişkilerle bezenmiş bir dış politika izlemek zorunda kalıyor. Bu çelişkiler de, haliyle, yabancı diplomatların gözünden kaçmıyor. Örneğin, Kıbrıs'ta bir "federasyon"a ancak razı olan, ideal olarak adada bir konfederasyon, hatta bağımsız bir Kuzey Kıbrıs isteyen Türkiye; Irak'ta, bırakın bir konfederasyonu, bir federasyonu bile zor kabul ediyor. Türkiye, Haluk Gerger'in ifadesiyle, "mayınlı tarlada dış politika" yürüten bir ülke. Haluk Hoca bu ifadeyi Soğuk Savaş sırasında kullandı. Bugün durum değişti. Ancak, Türkiye'nin durumu kolaylaşmadı, aksine zorlaştı. Aynı şekilde, "azınlık" kavramını yasal bir zemine oturtan ve bunun dışındaki tanımlamaları reddeden Türkiye, azınlık olarak hakları "Lozan" gibi bir antlaşmada tanımlanmamış olsa da, Iraklı Türkmenler için yine de azami haklar talep edebiliyor. Bunu da "etnisite," "geleneksel yerleşim alanları" ve "nüfus yoğunluğu" gibi kavramlara oturtuyor. Fakat, aynısı kendisine dönük olarak yapıldığında şiddetle karşı çıkıyor. Bu çelişkinin bir türünü, Devlet Bakanı Mehmet Aydın'ın son olarak bir İspanyol gazetesine verdiği demeçte de görüyoruz. Aydın, Yunanistan'daki Türk azınlığın "Türk" olarak değil, "azınlık" olarak adlandırılmasından şikâyet etmiş. Oysa, Lozan Antlaşması Batı Trakya'daki "Müslüman azınlıktan" bahsediyor. "Türk azınlıktan" değil. O zaman, bizim resmi bakış açımıza göre, Yunanistan bu azınlığın "Müslümanlıktan" kaynaklanan "haklarını" çiğniyor. "Türklükten" kaynaklananları değil. 'Azınlık' şikâyeti Başkaları bunları "Türkiye'nin çifte standartları" olarak görebilir. Biz ise, bir "durum tespitinde" bulunarak, bunları, Türkiye'nin karmaşık coğrafi konumundan kaynaklanan ve ulusal çıkarlarının gereği olan "zorunlu çelişkileri" olarak görüyoruz. Fakat, bu "zorunlu çelişkilere" saplanıp kalmanın Türkiye'ye uzun vadede bir şey getirmediğini de açıkça görüyoruz. Bu arada, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök gibi, bizde bu gerçeği gören etkin kişilerin olduğunu da görüyoruz. 29 Ekim resepsiyonunda gazetecilerin, Mesud Barzani'nin Başkan Bush tarafından kabul edilmesine ilişkin sorularını yanıtlayan Hilmi Paşa, Türkiye'nin bundan duyduğu rahatsızlığı dile getirmiş. Ancak şunları da eklemiş: Özkök gerçeği görüyor "Bizde hep aşiret reisi diye bakma alışkanlığı vardı. Şimdi Talabani cumhurbaşkanı. Barzani de başka konumda. Durumun değiştiğini kabul etmeliyiz. Yarın Talabani Türkiye'ye gelirse devlet başkanı olarak gelecek. "Bu sözler sadece gerçeği yansıtmakla kalmıyor, dış politikada geleceğe dönük olarak esnek olunması gerektiğini de ima ediyor. Hilmi Paşa'nın gayet açık olan sözlerindeki mesaj kanımca bu. Yani, "akıntıya karşı kürek çekmektense" gerçekleri kabul edip dış politikamızı ona göre oluşturmamız lazım.Kısacası, KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat'ın Washington'da kabul edilmesine sevinirken, Barzani'nin kabul edilmesini yermenin tutarsızlığı başkalarının gözünden elbette ki kaçmıyor. Bu nedenle, kendilerini "aşiret reisi" diye aşağılamaktansa, istesek de istemesek de, uluslararası prestijleri artan ve bölgesel dengelerde bir unsur olarak ortaya çıkan Iraklı Kürtlerle işlevsel bir ilişki kurmanın zamanı geldi. semihi@cnnturk.com.tr Aşiret reisi değil başkan