Kuruluşundan bu yana, aralarında John F. Kennedy olmak üzere, otuzdan fazla cumhurbaşkanı veya başbakan, sayısız ünlü ekonomist, siyasetçi ve yönetici ile -ünlü filozof Bertrand Russell da dahil olmak üzere- yedi Nobel ödülü sahibi çıkarmış olan LSE, bundan böyle, çağdaş Türkiye'yi de "kapsama alanına" alıyor. "Rerum cognoscere causas." Yani, "Olayların nedenlerini anlamak. Dünyanın sayılı üniversitelerinden London School of Economics'in girişindeki Latince sözler bu anlama geliyor. LSE, gerçekten de, 1895 yılından bu yana ekonomi, sosyal ve siyasal bilimler alanında gelişen olayların nedenlerini derinlemesine araştırıyor. Başbakan Erdoğan'ın katıldığı törenle önceki akşam resmi açılışı yapılan "Türkiye Araştırmaları Kürsüsü"nün önemi, özellikle "AB boyutu" nedeniyle tüm dünyada dikkatlerin üzerimizde olduğu bir sırada çok büyük. Zira öyle bir dönemden geçiyoruz ki, Türkiye hakkındaki gerçekler ile faraziyeler, bazen kasıtlı olarak, fakat çoğu kez bilgisizlikten dolayı birbirine girmiş bulunuyor. Sözde eğitilmiş olan Avrupalıların Türkiye hakkında zaman zaman söylediklerini duyunca, insan, "Bunlar hiç bir şey okumamış" deme ihtiyacını duyuyor. Ancak ortada bir gerçek de var. Bugüne kadar, çağdaş Türkiye'yi doğru dürüst araştıran bir kurumun bulunmaması. Ülkemizin gerçeklerini derinlemesine ve sağlıklı bir şekilde araştıracak dünyaca ünlü bir öğrenim kurumunun ortaya çıkması işte bu nedenle azımsanacak bir gelişme değil.Başbakan Erdoğan da zaten bu yüzden, açılış töreninde yaptığı konuşmada, kurulmasına 15 yıldır çalışılan bu kürsüye mali katkı sağlayan Merkez Bankası, TOBB ve Aydın Doğan Vakfı'na candan teşekkürlerini sundu. Bu arada, kendisi de LSE mezunu olan gazetemizin İcra Kurulu Başkanı Hanzade Doğan'ın tören sırasında duyduğu gururu tahmin etmek de güç değil. Azımsanamayacak gelişme LSE'deki Türkiye Araştırmaları Kürsüsü'nü ilginç kılan bir diğer husus ise, Yunanistan ile ilgili benzeri bir kürsüyle yan yana çalışacak olması ve her iki kürsüde çalışan akademisyenlerin karşılıklı olarak dersler verecek olmalarıdır. Bunun, hem Türkiye'ye dönük "Hellenofil" eksenli önyargıların üstesinden gelinmesine, hem de Türk-Yunan uzlaşmasına yapacağı katkı aşikâr.Yalnız burada bir şeyin çok iyi anlaşılması gerekiyor. Bu kürsü Türkiye adına bir "tanıtım şirketi" veya bir "propaganda kuruluşu" olarak çalışmayacak. Kısacası, yapılacak araştırmaların ortaya çıkaracağı kimi gerçeklerin Türkiye'de bazı kesimleri memnun etmeyeceğini şimdiden görür gibiyiz. 'Tanıtım şirketi' değil Gün gelecek LSE "kasıtlı davranmakla", hatta "bilgisizlikle" suçlanacak. Bunun özellikle Ermeni meselesinin Cumhuriyet dönemine yansımaları araştırılırken yaşanacağını tahmin etmek güç değil. Nitekim, Başbakan Erdoğan da önceki günkü açılış töreninde bu konuda sorulan bir soruyu yanıtlarken, söz konusu kürsünün sadece dar çerçeveye oturan bu tür konulara odaklanmaması gerektiğini söyleme ihtiyacını duydu. Ancak, LSE gibi, kendisini hiçkimseye kanıtlama ihtiyacı olmayan, köklü bir kuruluşu "kasıtlı davranmakla" veya "bilgisizlikle" suçlayacak olanların içine düşecekleri komik durumu da şimdiden görür gibiyiz. Çünkü, "akademik araştırma"nın ne anlama geldiğini bilmeyenlerin ülkesi olduğumuzu her gün canlı örnekleriyle görüyoruz. Kısacası, LSE'deki bu önemli kürsünün biz Türklere de kendimiz hakkında birçok şeyi öğreteceği kesin. semihi@cnnturk.com.tr Biz de öğreneceğiz