Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

İngiltere Dışişleri Bakanı David Miliband’ın Milliyet’te cumartesi günü çıkan ve bizce çok önemli olan yazısında söyledikleri ile son Türkiye-AB Ortaklık Konseyi toplantısında Ankara’ya verilen “teşvik” mesajları arasındaki örtüşme dikkat çekiyor.
Ortaklık Konseyi’nde dönem başkanı sıfatıyla AB’yi temsil eden Slovenya Dışişleri Bakanı Dimitrij Rupel’in, Türkiye’yi “AB’nin en önemli müttefikleri ve ortakları arasına” yerleştirmesi Miliband’ın sözlerini de teyit ediyor.
İki dışişleri bakanının sözleri, Türkiye’de ısrarla aksini iddia edenler olsa da Avrupa’da sanıldığı kadar yalnız olmadığımızı bir kez daha gösteriyor. Kuşkucu bir millet olarak “Bayram değil seyran değil, bizi niçin öpüyorlar?” diye bu “desteği” sorgulayanlar elbette ki çıkacaktır. 

Önemli bir öneri
Onlara peşinen şunu söylemekte yarar var. Türkiye’ye güçlü destek verenler bunu kendi ülkelerinin çıkarları için yapıyorlar. Yoksa kimse boşu boşuna bu desteği vermez. Nitekim Miliband da yazısını, “Türkiye’nin siyasi ve ekonomik açıdan daha da güçlendiğini görmeyi arzulamaktan başka hiçbir motivasyonum yok; çünkü bu, Britanya’nın da çıkarlarına olacaktır”  sözleriyle bitirmiş.
Öte yandan, Tarhan Erdem’in önceki günkü Radikal’de işaret ettiği gibi, Türkiye’de ne yazık ki bu yazısı fazla dikkat çekmemiş olsa da Miliband çok önemli önerilere de yer veriyor. 
Örneğin, Türkiye’nin yasal çerçevesinin laik demokrasiyi koruma hedefi için “en iyi yol olup olmadığının düşünülmesi” ve “laikliği koruyacak bir anayasal kontrol ve dengeleme çerçevesinin tasarımı için hep birlikte çalışılması gereğinden” söz ediyor. 

Mutlaka düşünülmeli
Bunun düşünülmesi gereken önemli bir görüş olduğunu makul olan hiç kimse inkâr edemez. Miliband ayrıca, “1961’den bu yana 24’ü parti kapatılmasıyla sonuçlanan 39 parti kapatma davasına imkân sağlayan bir sistem, siyasi istikrarsızlığa yol açıyor” sözleriyle de bir diğer gerçeğe işaret ediyor.
İster AP, ister CHP, ister, RP isterse DEP olsun, parti kapatmaların Türkiye’ye zaman kaybettirmekten başka bir işe yaramadığı yakın tarihimizi bilen herkes için ortada. Miliband’ın şu sözlerine de bakalım:
“Türkiye’nin siyaset sınıfı çok kutuplaşmış durumdadır. Laikliği koruyacak bir anayasal kontrol ve dengeleme çerçevesinin tasarımı için hep birlikte çalışmak, ülkenin her bir iki yılda bir siyasi krizin içine düşmesine kıyasla, çok daha doğru bir yol olacaktır.”

Nedenini anlamak
“Hariçten” geliyor olsa da bu sözlerin de makul olan herkes tarafından onaylanacak nitelikte olduğu aşikâr.
Kırım Savaşı sonrasında, içten çürüyen Osmanlı İmparatorluğu’nu “Britanya’nın âli çıkarları uğruna” ayakta tutup güçlendirmeye çalışan İngiltere Büyükelçisi Lord Stratfor Redcliffe’in Abdülmecit’e verdiği temel öneri şu olmuştu:
“Mevcut düzeniniz sizi yıkıma götürüyor çünkü antisosyal olduğu kadar, kamu çıkarını da gözetmiyor. Tek çözüm yolu zenginliğin ve güçlü olmanın kaynaklarını açarak adalete dayanan ve haksızlıkları ortadan kaldıran, ayrıca bilgi ve sanayiyi teşvik eden bir düzendir.” (The Great Crimean War, Trevor Royle, s. 495, Palgrave McMillan).
Bu sözlerin üzerinden 151 yıl geçti. Bugün hâlâ benzeri “tavsiyelere” maruz kalıyorsak, bunun nedenlerini anlamaya çalışmakta yarar var.