Bu yedi yıllık program gerçekten uygulanabilirse ve uygulama sokaktaki insana en kısa sürede hissettirilebilirse, "AB reformlarını Avrupa için değil, kendimiz için yapıyoruz" argümanı da büyük ölçüde vücut kazanmış olacak.Söz konusu program, Türkiye'nin AB müzakerelerini ilgilendiren birçok teknik konuyu AB kıstaslarına göre kendi kendine "müzakere edip kapatması" anlamına geliyor. Amaç, 2013 yılı geldiğinde, "Bunları yaptık ve hazırız. Siz değilseniz, biz yolumuzda ilerleyeceğiz" diyerek AB'yi bir yerde köşeye sıkıştırmak. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile Başmüzakereci Ali Babacan'ın önceki gün açıkladıkları "Türkiye'nin AB Müktesebatına Uyum Programı" Avrupa'ya dönük bir meydan okumadır. Gül'ün "Türkiye yapacak, AB seyredecek" sözleri de zaten bunu ortaya koyuyor. Ancak, burada bir hususa da değinmek gerekiyor. Türkiye'nin, 'Tanzimat Fermanı'ndan bu yana kâğıt üzerinde güzel reformlar yapıp bunları uygulamaya sokmama yönünde bir geleneği var. Burada aşılması gereken ilk engel budur. Bu arada unutmamak gerekir ki AB adına yapılan bazı reformlar halen anlamlı bir şekilde hayata geçirilebilmiş değil. Bu olsaydı bugün ne 301 ne de azınlık vakıfları tartışmasını yaşıyor olurduk. Kısacası, Avrupa'nın Türkiye konusundaki esas değerlendirmeleri "klima sistemlerinden çıkan emisyonların kontrol edilmesi" veya "demiryolu emniyetinin geliştirilmesi" gibi kıstaslara dayanmıyor. Bunlar, halkını düşünen her ülkenin zaten yapması gereken şeyler olarak görülüyor. Onun için, önceki gün açıklanan program çok önemli olsa da bu tek başına Türkiye'nin "Avrupa yolunda olduğunu" göstermeye yetmez. AB'nin esas kıstası 'klima' değil Geçenlerde Dışişleri Akademisi'nden bir grup genç diplomatımızı ağırladık Milliyet'te. Ülkemizin aydınlık yüzünü yansıtan bu gençlerden biri önümüzdeki 40 yıl için bir Türkiye projeksiyonu yapmamızı istedi. Biz de Türkiye'nin sürdürülebilir büyümeyi yakaladığını, ama yolun sonunda bir İtalya modeli mi, yoksa bir Malezya modeli mi var, onun belli olmadığını söyledik. Genç diplomatlarımıza verdiğimiz yemek sırasında bir katılımcı bu yanıtımı karamsar bulduğunu söyledi. "Malezya modeli"ne takıldığını anlayarak bu modelin kendi içinde tutarlı bir model olduğunu ve Türkiye'deki gelişmelere bakılacak olursa birçok kişiye de uyacağını anlattım. "İtalya modeli"nin benimsenmesi için Avrupa'nın dünya görüşüne ihtiyaç duyulduğunu, Türkiye'nin ise bu konuda giderek zorlandığını belirttim. Diplomatlarla değerlendirme Özetle, "AB Müktesebatına Uyum Programı" Türkiye açısından çok yararlı ve gerekli, hatta kaçınılmaz reformları içeriyor. Bunları "sözde değil, özde" gerçekleştiren bir Türkiye'nin ileri bir hamle yapmış olacağı da kesin. Ancak "demokrasi", "fikir özgürlüğü", "azınlık hakları" gibi Avrupa'da zemini sürekli güçlendirilmeye çalışılan temel değerlerin bizde artan bir şekilde "tehdit" olarak algılanması, atılacak bu adımların sonunda AB üyeliğine daha da yaklaşılmış olacağı anlamına gelmiyor. Fakat bu programla sokaktaki insanımızın yaşam kalitesinin artacağı da kuşku götürmez. Tabii kâğıt üzerinde kalmaması koşuluyla. sidiz@milliyet.com.tr Kâğıt üzerinde kalmamalı