Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Biz kendi gündemimizle boğuşurken, dünyanın gözü önceki gün İran’ın Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi artı Almanya ile Cenevre’de gerçekleştirdiği görüşmelere çevriliydi. Gelen haberler ise bu görüşmelerde “havanda su dövülmediğini,” aksine, bazı ilerlemelerin sağlandığını gösteriyor.
Nitekim ABD Başkanı Obama bile konuyla ilgili olarak yaptığı açıklamada “olumlu bir başlangıcın gerçekleştirildiğini” söyledi. İran’ın nükleer programına ilişkin sorunlar buna rağmen devam ediyor tabii ki. Ancak, “savaş” söyleminden “diyalog” ve “müzakere” söylemine dayanan bir döneme girmekte olduğumuza dair umutlar da artıyor.
Cenevre’deki buluşmadan sonra Türk tarafında bir burukluk da yaşanmıyor değil. Nedeni ise malum. AB’nin dış politika sorumlusu Javier Solana’nın kısa bir süre önce yaptığı açıklamalardan sonra, bu önemli toplantının İstanbul’da gerçekleşeceğine dair bir beklenti doğmuştu. Fakat olmadı.
İran ile yakın ilişkilerini sürdüren Türkiye’ye bu süreçte yine de bazı önemli görevlerin düşeceğini tahmin ediyoruz. Ancak bunun önkoşulu, Sami Kohen’in de dünkü yazısında belirttiği gibi, Türkiye’nin ilgili tüm taraflara eşit mesafede durabilmesidir.

İran konusunda tarafsız mı?
Başbakan Erdoğan’ın son ABD ziyareti sırasında söylediklerine bakınca, Türkiye’nin İran konusunda tarafsız olamayacağına kanaat getirenler olabilir. Erdoğan’ın, İran’ın nükleer programını eleştirenlerin nükleer silahlara sahip olduklarına işaret ederek İsrail’i ön plana çıkarması da bu izlenimi veriyor.
Erdoğan’ın gönlünün İsrail’den değil, İran’dan yana olduğunu tahmin etmek güç değil tabii. Buna karşın biz İran konusundaki sözlerinde yine de bir “denge arayışı” seziyoruz. İsrail’in Gazze operasyonu sırasında savaş suçu işlediğini belirten Goldstone Raporu’na verdiği destekten de bunu çıkarıyoruz.
Türk medyası işin bu boyutunu pek irdelemedi ama Erdoğan, Goldstone Raporu’nu desteklemek suretiyle, Hamas’ın da savaş suçu işlediğini kabul etmiş oldu. Zira bu rapor sadece İsrail’in değil, Hamas’ın da savaş suçu işlediğini vurguluyor.
Özetle, Erdoğan’ın burada “daha dengeli” bir yaklaşıma meylettiği görülüyor. Oysa geçmişte, masum İsraillilere karşı gerçekleştirdiği tüm terör saldırılarına rağmen, Hamas’a pek toz kondurmazdı.
Erdoğan’ın, İsrail’in nükleer silahlarına ilişkin sözlerine bakınca aynı denge arayışını görüyoruz. Sözlerinde doğruluk payı da var. Erdoğan sonuçta “İsrail’in var, İran’ın niçin olmasın?” demiyor. “İran’da olmasın, ama İsrail’de de olmamalı” diyor.

Ortadoğu’nun arındırılması...
Erdoğan’ın “Biz Ortadoğu’da nükleer silahı olanlara tamamen karşıyız” sözleri de zaten bunu yansıtıyor. Bizce doğru olanı da budur. Zira İsrail’in elindeki nükleer silahlar uluslararası camianın üzerine gittiği bir konu olmayacaksa, Ortadoğu’nun kitle imha silahlarından arındırılması bir ham hayal olarak kalacaktır.
Türkiye’ye burada düşen başlıca sorumluluk, İsrail’in elindeki bu silahları konu ederken, bunun İran’ın da benzeri silahları elde etmesi için verilmiş bir yeşil ışık olmadığını açıkça vurgulamasıdır. Türkiye’nin uluslararası itibarını artıracak olan da budur.
Özetlemek gerekirse, Türkiye, yeterince tehlikeli olan bölgemizin bir nükleer silah yarışına girmemesi için etkisini kullanabilecek başlıca ülkeler arasında yer alıyor. Şu anda, “komşularla sıfır sorun” politikası güden Türk diplomasisi için en önemli şey, Ortadoğu’nun tüm kitle imha silahlarından arındırılması hedefine kilitlenmesi olacaktır.