Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Konumuza dönecek olursak, Türkiye'nin, bir önceki yazımda ele aldığım Şanghay İşbirliği Örgütü'nün son zirvesinden çıkan sonuca ilişkin bakışından söz etmek istiyorum. Yaptığım yoklamalardan elde ettiğim bazı ilginç bilgileri aktarmakta yarar görüyorum. Bugün belki, Hıristiyan, Müslüman, Hindu, Yahudi demeden Londra'da masum insanlara karşı işlenen vahşeti yazmak gerekirdi. Ancak, dünkü Milliyet'in manşeti her şeyi tek kelimede özetlemiş. Gerçekten de "Lanet olsun!" Hele hele bunlar Allah ve Müslümanlık adına yapılıyorsa, iki misli lanet olsun. Birileri, 18 ay önce İstanbul'da bizleri de acılara boğan bu insan müsveddelerine, yerlerinin cennet değil, cehennemin dibi olduğunu bir an evvel anlatmalı. Hafta başında yapılan Astana zirvesinden çıkan deklarasyon, kaba özetiyle, ABD'ye dönük bir "Orta Asya'dan çekil ve buraların iç işlerine karışma" mesajı içeriyor. Altındaki imzalar ise Rusya, Çin, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Tacikistan devlet başkanlarına ait. ABD'nin, Genişletilmiş Ortadoğu Projesi çerçevesinde güttüğü "demokratikleştirme" misyonu, başta Özbek lider İslam Kerimov olmak üzere, bölgedeki diktatörlerin içine korku salmış bulunuyor. Söz konusu liderler, bu nedenle, Amerika'yı zaten ezeli rakip gören ve demokrasi veya insan hakları "takıntıları" bulunmayan Rusya ve Çin'e yönelmeye başladılar.Bu açıdan bakıldığında, Türkiye'nin -AB perspektifi çerçevesinde- demokrasi ve insan haklarını geliştirmesinin, Orta Asya'daki liderlerin işine gelmeyeceği de görülür. Somut bir örnek vermek gerekirse, İslam Kerimov şu anda Türkiye'de bulunan bazı Özbekleri istiyor. Ankara ise hem Avrupa Konseyi, hem de AB'ye karşı gelişen sorumlulukları nedeniyle buna olumsuz yanıt veriyor. Oysa geçmişte isteneni belli ölçülerde yapabiliyordu. Ankara'daki ilgili çevreler, Orta Asya'daki antidemokratik liderler açısından "duvardaki yazının" aslında belli olduğuna inanıyorlar. Yani, Kırgızistan'da olanların, bugün değilse yarın, yarın değilse öbür gün bu ülkelere de sirayet edeceğini belirtiyorlar. Söz konusu ülkelerdeki halkların, ağır siyasi baskılar ve ekonomik geri kalmışlığın yükü altında eziliyor olmalarının bunu adeta "kaçınılmaz" kıldığını söylüyorlar. Ankara'nın reddettiği talep Bu nedenle Türkiye, söz konusu ülkelerle yapılan temaslarda demokrasiden yana telkinlerde bulunuyor. Toplumun rahatlatılmaması halinde tehlikeli gelişmelerin meydana geleceğini anlatmaya çalışıyor. Bu arada Ankara, sessiz bir politika değişikliği ile, söz konusu ülkelerdeki muhalefetle görüşme kararı aldı. Bunun hem o ülkelerdeki büyükelçiliklerimiz düzeyinde, hem de Ankara'da olacağı belirtiliyor. Türkiye ayrıca, bu ülkelerde yapılacak seçimlere veya halkoylamalarına çok sayıda gözlemci göndermek istiyor. Kasım ayında genel seçimlere gidecek olan Azerbaycan için de geçerli bu. Ankara, bu gözlemcilerin hem AGİT çerçevesinde, hem de tek taraflı olarak gidebileceklerini belirtiyor. Bunun, o ülkelerdeki demokratikleşmeye yardımcı olacağına inanıyor.Tüm bunların, söz konusu ülkelerle olan resmi ilişkilerimizde ciddi gerginlik potansiyeli taşıdığını söylemeye gerek yok. Kolaycılığa kaçanlar, elbette ki, Ankara'nın burada "Soros yanlısı" ve "Amerikancı" bir politika güttüğünü söyleyebilirler. Ancak, bunu söylemeden önce kendilerine şunu sorsunlar: Kardeş ve/veya dindaş Kazak, Özbek ve Tacik halkları bugün çok mu mutlular ki, Türkiye, üstlerine oturmuş ve her şeyi kendi cebine atan Sovyet döneminden kalma imtiyazlı bir sınıfı, sorgusuz sualsiz destekleyecek? Bu kardeş halklara o zaman iyilik mi etmiş oluyoruz? semihi@cnnturk.com.tr Muhalefetle temasa geçiyor