İngilizcede "self-fulfilling prophecy" diye bir kavram var. "Kendi kendini gerçekleştiren kehanet" anlamına gelir. Bunun en somut örneklerinden biri de "Türk'ün Türk'ten gayrı dostu yok" söylemidir. Türkiye kendi eliyle bu kehaneti gerçekleştirme yolunda emin adımlarla ilerliyor."Freudiyen" bir perspektiften bakıldığında, Türkiye'nin bilinç altında böyle bir şeye ihtiyacı olduğu da söylenebilir. Zira "dostu olmayan bir Türkiye", çağı kaçırmış, paradigmaları yapay yollardan yaşatmak isteyenlerin tutunabilecekleri son kulp haline gelmiş bulunuyor. Militarizmden yana olan Yukio Mişima'nın Japonya'sında bile görülmemiş bir fetişizm içinde yüzen Türkiye, kendisine çağdaş bir uygarlık paradigması yaratamadığı için dünyada giderek yalnızlaşıyor. Geçen hafta, insani açıdan vicdanları küresel düzeyde yaralayan iki hadise yaşandı. Biri Amerika'da "Virginia Tech"de Kore asıllı 23 yaşındaki bir gencin -onlara göre, "Terminator", bize göre "Polatvâri" bir görünüme bürünerek- insan olarak altında ezildiği yetersizliğini kine çevirip 32 masum insanı acımasızca katletmesiydi.İkincisi ise Malatya'da, Koreli katliamcının yaşıtları sayılabilecek bir grup gencin, bir yandan Ortaçağ'daki Katolik Engizisyonu'na, diğer yandan da, günümüz Ortadoğu'sunda İslamiyet adına vahşet simsarlığı yapanlara özenerek, "vatan" ve "din" uğruna, sadece üç masum Hıristiyanın değil, Türkiye'nin "uygarlık" iddiasının da boğazını kesmeleriydi. İki vahşet Bu hadiselerden sonra, Türkiye ile Kore arasındaki temel farkı da hafta sonunda görme ve anlama fırsatını yakaladık. Seung-Hui Cho adlı genç katilin yarattığı ulusal ayıbı hisseden Koreliler, toplu ayinler düzenleyerek böyle bir yaratığı kendi içlerinden çıkarabilmiş olmaları nedeniyle, boyunlarını eğerek hem Tanrı'dan hem de insandan af dilediler. Bir de Türkiye'ye bakalım. "Uluslararası Af Örgütü'nün kurucu üyelerinden" olmakla zamanında övünen, şimdi de "Aydın Türkiye" adına -üstelik Atatürkçü kürsülerden- "Ey ahali! Ülke misyoner kaynıyor, İstanbul Patrik'e teslim edildi" teraneleri okuyan "saygıdeğer profesörleri" bir yana bırakalım. Güya "medeniyetleri barıştıracak olan" Başbakanımız bile, sergilenen vahşet karşısında, Protestan vatandaşlarımızın haklı ve insani infialine tahammül edemeyerek, bu kadarcık bir hoşgörüyü bile yansıtamayarak, kendilerini "kinci ve tahrik edici" olarak niteliyor. Özetle, boğazı kesilenleri suçlama mantığına prim vermekten çekinmiyor. Kore ile Türkiye'nin farkı Peki, Türkiye'deki bu çirkin gelişmeler karşısında yakında onların "Ogün Samast'ları" ve "Emre Günaydın'ları" intikam duygularıyla Avrupa'da yaşayan milyonlarca Müslüman Türk'e saldırmaya, bugüne kadar tahammül ettikleri binlerce camilerini yakmaya başlarlarsa, "Ülke misyoner kaynıyor. Memleket elden gidiyor" diye ortaya çıkanlar, bunu neye dayanarak kınayacaklar? "Türklerin hoşgörülü, onların ise hoşgörüsüz olmalarına" mı? Uygarlık yolunda ilerleyeceksek, herkes için aklını başına toplama zamanı çoktan geldi ve geçti. sidiz@milliyet.com.tr Ya camiler yakılırsa?