Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Türkiye çok sarsıntılı bir dönemden geçiyor. Hem içeride, hem de dışarıda yaşanan ve geleneksel kalıpların dışına çıkan gelişmeler de bu ortamda çeşitli sorulara neden oluyor. Kimi kesimler yaşanan değişim sürecini endişeyle izlerken, diğer bazı kesimler bu süreci ülkenin geleceği açısından olumlu buluyorlar.
Bu durumda sorulacak temel soru şu olsa gerek: Yaşanan ve üzücü olayları da içeren gelişmeler bir dağılma sürecinin ağrılarını mı, yoksa bir büyüme sürecinin sancılarını mı temsil ediyor?
Muhalefetin, “ihanet” suçlamalarıyla bezenen kızgın açıklamalarına bakacak olursak, Türkiye şu anda bir dağılma sürecinden geçiyor. İktidardaki AKP ise bunun arkasındaki temel itici güç. Zira daha önce sıkı bir şekilde kapalı olan tehlikeli kapıları açmıştır.
Kısacası, AKP’nin “bölücü politikaları” olmasaydı, içinde bulunduğumuz durum da söz konusu olmayacaktı. CHP ile MHP’den gelen açıklamalar bu doğrultuda. Peki, durum gerçekten bu kadar basit mi? Başka bir parti iktidarda olsaydı, hükümetin içerde ve dışarıda üzerine gitmeye çalıştığı sorunlarla karşılaşmayacak mıydı?
Bu sorunun yanıtı apaçık ortada. Onun için burada meşru olarak tartışılabilecek şey, AKP iktidarının sorunlara çözüm arayışları değildir. Tartışılacak tek şey, hükümetin içinde bulunduğumuz değişim sürecini iyi yönetip yönetemediğidir.
Hükümetin bazı konularda “yapboz” yöntemini andıran zikzaklı yaklaşımları bu soruya olumlu yanıt vermemizi zorlaştırıyor. Buna karşın, yıllarca üzerine gidilmediği veya yanlış yöntemlerle gidildiği hassas sorunları çözme gayretinden dolayı AKP’ye geçer not vermek durumundayız.
Sonuçta, Türkiye’nin temel sorunlarının tespit edilerek isimlendirilmesi ve bunların üzerine gidilmeye çalışılması rasyonel açıdan doğrudur. Ancak muhalefetin genel yaklaşımı, sorunların tespit edilmiş olmasından bile rahatsızlık duyulduğunu gösteriyor.
Özetle muhalefet, Türkiye’de uzun bir geçmişi olan kafayı kuma gömme politikasına devam diyor. Fakat bir yandan dünyanın küresel düzeyde içine girdiği hızlı değişim süreci, diğer yandan büyüyen Türkiye’de toplumunun artan ve geleneksel kalıplara sığmayan çağdaş ihtiyaçları karşısında bunun artık geçerli bir yaklaşım olamayacağı aşikâr.
Bu durumda yaşamakta olduğumuz sıkıntılı, yer yer kanlı ve acılı dönemin esas itibariyle büyüme sancılarından kaynaklandığı ortada. Yıllarca halının altına süpürülerek göz ardı edilen sorunlar artık dışarıya taşmaya başlamıştır. Bu da büyümenin getirdiği doğal bir süreçtir.
İspanya’nın modern tarihini inceleyenler aynı şeylerin daha önce başka ülkelerde de yaşandığını göreceklerdir. Fakat İspanya’daki Franco sonrası baş döndürücü değişim sürecinin kanlı bir dağılma sürecine dönüşmemesinin başlıca nedeni, geçmişte yaşananlardan ders alan bilinçli politikacıların sorumlu yaklaşımları oldu.
Devleti temsil eden İspanya Kralı’nın bilge yaklaşımları da buradaki ana etkenlerden biriydi. “Benim olmayacaksa ölsün” anlayışına endeksli Türk politikasında ise benzeri sorumlu yaklaşımları pek göremiyoruz. Aksine, yangına körükle gitme eğilimi hâlâ ağır basıyor.
Bu arada DTP’nin de, barıştan yana yakalanan tarihi fırsatın değerini pek anlayamadığı görüldü. Hükümetin Kürt açılımı sırasındaki söylem ve eylemleri, bu süreci yönetebilecek kapasiteye ve deneyime sahip olmadığını gösterdi. Bu da Türkiye açısından, önceki günkü kapatma kararıyla sonuçlanan bir talihsizlik sayılmalı.
O zaman, baştaki soruya tekrar dönecek olursak, Türkiye’nin büyüme sancıları yaşadığını kesin olarak söyleyebiliriz. Ancak politikacılarımızın basiretsizliği ile bunun zamanla bir dağılma sürecine dönüşmesini ciddi bir olasılık olarak da bir yana not etmeliyiz.