4 Temmuz 2003 tarihinde, Kuzey Irak’ın Süleymaniye kentinde görevli 11 Türk özel kuvvetler mensubu ABD askerleri tarafından gözaltına alınmıştı. Üstelik başlarına çuval geçirilmişti ve ancak 60 saat sonra serbest bırakılmışlardı.
Gözaltı emrini verenin dönemin ABD’li korgenerali Ray Odierno olduğu sonradan ortaya çıkmıştı.
Türkiye ile müttefiki ABD arasında askeri düzeydeki en büyük krizlerden birinin baş aktörü olan Odierno, bugün ABD Kara Kuvvetleri Komutanı. Bir başka deyişle, Kongre’de hatırı sayılır desteği olan Odierno’nun bu yıl ABD Genelkurmay Başkanlığı’nı devralması olasılığı var.
Tıpkı Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hulusi Akar gibi.
Akar’ın, 2015 Yüksek Askeri Şura toplantısıyla birlikte Genelkurmay Başkanlığı görevini devralması bekleniyor ki olağanüstü bir gelişme olmazsa bu olasılık Odierno ile karşılaştırılmayacak kadar güçlü.
Malum, Odierno geçtiğimiz yıl Türkiye’yi ziyaret etmiş ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel tarafından kabul edilmişti.
O günlerde de “çuvalcı paşa” haberleri yoğundu.
Cumhur-başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Afrika gezisi dönüşünde yaptığı açıklamalar içinde en dikkati çeken bölümlerden biri başkanlık sistemine ilişkindi.
Bu sistemi belediye başkanlığından bu yana savunan, istikrar ve ilerleme için mevcut sisteme göre daha sonuç alıcı olduğunu dile getiren Cumhurbaşkanı Erdoğan, son açıklamalarıyla genel seçim kampanyasının ana istikametlerinden birini de çizmiş oldu.
Ne dedi Cumhurbaşkanı?
“Ahmet Bey’in (Başbakan Davutoğlu), gerek Başbakanlık yaptığı gerek Dışişleri Bakanlığı yaptığı dönemde başkanlık sistemini meydanlarda hep konuştuk. Cumhurbaşkanlığı seçimi döneminde başkanlık sistemini konuştuk. Dolayısıyla bu göreve böyle geldik. Bu, seçimlerin de bence üzerine konuşulacak konularından biri olacaktır. Önemli bir başlıktır.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifadeleri yoruma gerek bırakmayacak kadar açık.
Önümüzde çok kritik bir seçim dönemi var.
7 Haziran genel seçimi birçok açıdan belirleyici.
- Diyarbakır
Çok değil, bundan kısa bir süre önce Diyarbakır’da, “Serok” ifadesi, tek başına gözaltı, tutuklama, dava anlamına geliyordu.
Kelimenin Abdullah Öcalan’la özdeşleşmesi, kelimeyi kullananın da potansiyel bir suçlu olarak görülmesine yol açabiliyordu.
Türkiye, bütün bölgeleri ve kentleriyle ilginç bir ülke.
Bazen kolay gözüken değişimlere şiddetle direnen, bazen en zor gözüken değişimleri kolayca alıp hazmeden, dinamik yerinde duramayan bir ülke.
Bunu, birçok yönüyle Başbakan Davutoğlu’nun dünkü Diyarbakır ziyaretinde görmek mümkündü.
Partisinin Diyarbakır İl Kongresi için kente gelen Davutoğlu, salona büyük ilgi uyandıran, “Kiziroğlu” türküsünün ismine uyarlanmış hali eşliğinde girdi. Ancak bu kez bir farklılık vardı. Türkü, yine Davutoğlu’nun ismine uyarlanmış biçimiyle, bu kez Arapça ve Kürtçe olarak da çalındı.
Eş Genel Başkan Selahattin Demirtaş’ın ısrarlı açıklamalarından anlıyoruz ki HDP haziran ayındaki genel seçime parti olarak girmeye hazırlanıyor.
Aksi yönde bir açıklama gelmediğine ve kapı gibi duran yüzde 10’luk seçim barajına rağmen bu çizgide ısrar edildiğine göre HDP yönetiminin bir bildiği vardır diye düşünüyoruz.
Demek ki Demirtaş ve arkadaşlarındaki hâkim öngörü, partinin genel seçimde yüzde 10 barajını aşacağı ve Kürt siyasi hareketinin parlamentoya tarihinin rekoru bir aritmetikle yansıyacağı yönünde.
HDP’yi parti olarak seçime girmeye cesaretlendiren en somut veri kuşkusuz ki 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçiminde Demirtaş’ın yakaladığı yüzde 9.8’lik oy oranı.
Tabii o seçimin atmosferi bambaşkaydı.
Ve daha önemlisi genelde HDP, özelde Demirtaş’la ilgili olarak hükümet açısından ciddi güven kaybı yaratan Kobani olayları yaşanmamıştı.
Aslına bakarsanız, 40’ı aşkın vatandaşımızın hayatını kaybettiği o olaylardan sonra hükümet nezdinde Demirtaş ile çözüm sürecini yürüten HDP kadroları arasında kalın bir çizgi çizildiği görülüyor.
Bu yıl 24 Nisan tarihi, önceki 24 Nisan’lardan çok daha farklı bir anlam taşıyor...
Türkiye her yıl 18 Mart’ı Çanakkale Zaferi’nin yıldönümü olarak kutluyor.
Oysa ki 1. Dünya Savaşı’nın artık filmlere de konu olan bu cephesindeki savaşın bütünü, 1915’in sonlarına kadar uzuyor.
En kritik tarih aralığı ise 18 Mart-25 Nisan.
Birleşik Krallık’a bağlı Anzaklar yani Avustralya ve Yeni Zelanda askeri birlikleri, deniz savaşında ağır yenilgi alan işgal kuvvetlerinin Gelibolu’yu ele geçirme planı doğrultusunda, 25 Nisan 1915 günü, Türk topçu bataryalarını imha için karaya çıkmıştı. Aralık 1915’e kadar uzayan kanlı çatışmaların sonunda Anzaklar yenilgiye uğratılmıştı.
Boğaza bütün gücüyle saldıran işgal kuvvetlerinin 18 Mart’ta hüsrana uğramaları sonunda, Gelibolu’yu işgal kararı almaları ve karaya çıkmaları, ancak burada da yenilerek geri çekilmeleri bu tarihler arasında gerçekleşiyor.
Bu nedenle Birleşik Krallık’ın Avustralya-Yeni Zelanda Kolordusu olarak adlandırılan Anzakların torunları, Çanakkale’de savaşan atalarını anmak için her yıl 25 Nisan’da ve ikinci çıkarmanın yapıldığı 6-9 Ağustos’ta Çanakkale’ye geliyor.
Lefkoşa
Fransa’da yaşanan dergi baskını, Türkiye’ye yönelik eleştiriler ve Türkiye’nin tutumuna yönelik tartışmalar sürerken, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile KKTC’ye gidiyoruz.
Rakamları ortaya koyuncaya kadar herkesin Türkiye’yi suçladığını, asıl sorunun ise Avrupa’nın yabancı savaşçılara engel olmamasından kaynaklandığını kaydeden Çavuşoğlu, Türkiye’nin iade ettiği isimlerin bile yeniden Avrupa’dan sınıra kadar gelebildiğini anlatıyor.
Türkiye’nin de DEAŞ’in açık hedefi olduğunu söyleyen Çavuşoğlu, bütün eleştirilere rağmen Türkiye’den DEAŞ’e katılımın 500-700 civarında olduğunun altını çiziyor.
Sayının Avrupa ülkelerinden düşük olmasına rağmen, Türkiye’nin de diğer ülkeler gibi bu savaşçıların dönüşünden dolayı kaygı duyduğunu söyleyen Çavuşoğlu’nun sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:
Paris’te Charlie Hebdo dergisine yapılan saldırının küresel boyuttaki yankıları, paralel yapıyla mücadele başlığı altında gerçekleştirilen soruşturmaları ve alınan idari tedbirleri gündemin alt sıralarına indirdi.
7 Haziran genel seçimlerine adım adım yaklaşırken kuşkusuz bu konu zaman zaman ısınacak.
Meselenin üzerinde durmak istediğim boyutu Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) bünyesinde, hükümetin paralel yapı olarak isimlendirdiği yapılanmayla ilgili olarak ne yapıldığı.
Hatırlanacağı gibi, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’e, en son 30 Ağustos 2014’te paralel yapı iddiaları ve Silahlı Kuvvetler’de bununla ilgili yürütüleceği açıklanan disiplin çalışmaları sorulmuştu.
Özel, “Türk Silahlı Kuvvetleri elinde bilgi ve belgeyle çalışır. Bunun dışında MİT ve Emniyet’ten belge istedik ama bize şu ana kadar bilgi belge gelmiş değil. İmzasız ihbar mektuplarıyla işlem başlatamayız. Türk Silahlı Kuvvetleri hukukun üstünlüğüne inanır, buna göre gereğini yapar” demişti.
Bu sözleri de epey tartışma yaratmıştı.
“Sahi ne oldu bu TSK’daki mesele?” sorusuna yanıt ararken, kulağıma çalınanları başlıklar halinde aktarmak istiyorum.
4 eski bakanla ilgili Meclis Genel Kurulu’nda yapılacak Yüce Divan oylamasının bir an önce gerçekleşmesini herkesin istediğini belirten Çiçek, “Türkiye’de yeni bir siyasi etik yasasına ihtiyaç vardır. Siyasetçiler için Batı’da var” dedi
TBMM Başbakanı Cemil Çiçek’le dün telefonda sohbet olanağı buldum.
Dünya gündeminin ilk sırasında yer alan Paris’teki terör saldırıları ile Türkiye gündeminin önemli maddesi 4 eski bakanla ilgili Meclis Genel Kurulu’nda yapılacak Yüce Divan oylaması konusunda değerlendirmelerde bulundu.
Malum, Soruşturma Komisyonu’nun elindeki tapelerin Meclis’te imha edilmesi kararından dönülmüş, bunların ilgili savcılığa gönderilmesinde karar kılınmıştı.
Bu çok tartışmalı konuda Meclis Başkanı Çiçek’in uyarılarının sonuç verdiği konuşuluyor. Olaya hukuk ve kurallar çerçevesinde yaklaşan Çiçek’in, Genel Kurul aşaması geçilmeden tapelerin imha edilmesinin doğru olmadığı, nihai karar verilmeden delillerin yok edilmesinin usül açısından yanlış olduğu yolunda uyarısı olduğunu öğrendik. Sonuçta, Genel Kurul’dan Yüce Divan kararı çıkma ihtimali kağıt üzerinde mümkün olduğuna göre bu uyarının haklılığı ortada.
Bu konudaki sorularıma, “Soruşturma