Serpil Çevikcan

Serpil Çevikcan

scevikcan@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Cumhurbaşkanlığı törenlerinden yansıyan pek çok görüntü, konuşma ve sembol Türk siyasi tarihinde dönüm noktalarından birini yaşadığımıza işaret ediyordu.
Ancak hiçbiri Tayyip Erdoğan’ın 12. Cumhurbaşkanı sıfatıyla Atatürk’ün manevi huzurunda, Anıtkabir özel defterinin önünde yaptığı konuşma kadar çarpıcı değildi.
Erdoğan’ın, Türkiye’nin medeniyetle olan sınavını ve milletle beraber varolma mücadelesini iki tarihle özetlediği cümlelerin altını kalın çizgilerle çizmek gerekiyor.
Erdoğan, Anıtkabir’de ifadeleri okudu:
“Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanıyken 10 Kasım 1938’de vefatınızın ardından cumhurbaşkanlığı makamı ile cumhur arasındaki irtibat maalesef zayıfladı. Cumhur ile başkanı arasına mesafeler girdi. 2007’de yaptığımız bir Anayasa değişikliğiyle cumhurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçilmesini temin ettik. Bugün halkın doğrudan oylarıyla seçilmiş ilk cumhurbaşkanı görevine başlarken aslında bir kez daha cumhur ve başkanının devlet ve milletin muhabbetle kucaklaşmasına vesile olduğuna inanıyorum. Halk oyuyla seçilmiş ilk cumhurbaşkanının göreve başladığı bugün, Türkiye’nin küllerinden doğduğu, yeni Türkiye’nin inşa ve imar sürecinin güç kazandığı bir gündür. Hiç kuşkunuz olmasın ki bugün, 23 Nisan 1920’de ilk adımlarını attığınız büyük Türkiye ruhunun, özünün, hayal ve ideallerinin dirildiği gündür.”
Erdoğan, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’den görevi devralırken yaptığı konuşmada da, “Bugün kapanan dönem eski Türkiye dönemidir. Kapıları ardına kadar açılan yeni dönem ise cumhuriyetimizin ilk yıllarındaki öz ve ruhu taşıyan yeni Türkiye dönemidir” dedi. Hatta, sadece 91 yıllık Cumhuriyet tarihinde değil, 2 bin yıllık Türk tarihinde ilk kez devletin başındaki ismin milletin tercihi ile belirlendiğini söyledi.
Erdoğan’ın, Atatürk’ün manevi huzurunda 23 Nisan 1920 tarihine, bir başka deyişle 1. Meclis’i oluşturan ruha yaptığı atıf ve halk tarafından seçilmiş ilk cumhurbaşkanı odaklı ifadeleri önümüzdeki dönemi nasıl şekillendirmeyi hedeflediğini de bir kez daha ortaya koyuyor.
Özenle seçildiği belli olan söz konusu ifadeler, Erdoğan’ın, halkla yöneticiler arasında kopukluk oluşturulduğu gerekçesiyle, 1938’de Atatürk’ün ölümüyle başlayıp düne kadar devam eden dönemi “kayıp dönem” olarak gördüğünü ve boşluk saydığını ortaya koyuyor.
23 Nisan 1920 vurgusuyla; mezhep, etnik köken ya da herhangi bir toplumsal kümelenmeyi öncelemeyen bir sistemi hatırlatan Erdoğan’ın bu sözleri bir anlamda önümüzdeki dönemin ajandasını çıkarmış oluyor.
Erdoğan, “yeni Türkiye” derken aslında Türkiye’nin kuruluş yıllarını esas alıyor. Cumhuriyetin başlangıç yıllarındaki temsil anlayışını daha demokratik buluyor. Ve bugünün sorunlarını çözme açısından daha işlevsel bir yapılanma olarak görüyor.
Etnik kökenine, mezhebine, inancına, sosyal statüsüne, kılığına-kıyafetine bakılmaksızın, halkın her kesiminin temsil edildiği bir parlamentoyu ve Çankaya Köşkü’nü yeni Türkiye’ye daha uygun görüyor.
Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesini, Atatürk’ün çizdiği muasır medeniyet yolunda tarihi bir aşama olarak görecek kadar önemsiyor.
O kadar ki, 10 Ağustos’ta cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini Türkiye açısından bir dönemin kapanması, yeni bir dönemin açılması olarak niteliyor.
Atatürk’e hitaben kullandığı ifadelerde, “Türkiye küllerinden yeniden doğmuştur” derken Atatürk sonrası dönemi halktan kopuş ve çöküş dönemi olarak kesin çizgilerle ayırabiliyor.
Erdoğan, bu vurgularıyla kafasındaki yeni Türkiye modelini bir kez daha ortaya koyarken, o Türkiye’deki Cumhurbaşkanı’nı da tarif ediyor.
Anıtkabir özel defterine yazılan ve bugüne kadar ki en iddialı ifadelerin söylediği bu.