Geçtiğimiz salı günü TRT Haber’de konuk ettiğimiz Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Ersel Aydınlı’nın Kızılay saldırısına dönük analizleri genel resmin iyi bir özetiydi.
Üniversitede uluslararası güvenlik dersi veren Aydınlı, “kör terör” tabirini hatırlattı. Yeni akademik jenerasyonun bu tabiri artık pek kullanmadığını belirttikten sonra şu değerlendirmeyi yaptı:
Tuzağa düşmenin kestirmesi
“Kızılay saldırısı kör teröre bir örnek olarak karşımıza çıktı. Şimdi biraz da bu açıdan daha ekstra bir şok içerisindeyiz. Sivilleri hedef alacak kadar zıvanadan çıkmışsan kör terör ölçeklere gidiliyor demektir. Hükümet ve TSK, zaman içinde, kurumsal olarak çok ciddi değişikliklere uğradılar. Denklemin karşı tarafında, özellikle silahlı unsuru olan kısmında ise hiçbir ciddi değişiklik olmadı. Biz olmasını arzu ettik, çözüm sürecine inandık ama o irade başlangıçta hangi maksat için yola çıktıysa ona sadık kalarak yoluna devam etti. Silahların gölgesinden kurtulan bir Kürt siyasi temsili hiçbir zaman tam olarak aktörleşemedi. PKK’nın hedefi aynı şey olarak devam etti. Bunun üzerine bölgemizde de ciddi değişiklikler oldu. Önce küreselleşmenin etkilerini görmeye başladık. Devletler zorlanmaya başladılar, etrafımızda kırılgan devletler oluştu. Devlet dışı aktörlerin ve terör örgütlerinin bunu kullanma avantajları ciddi düzeylere ulaştı. Ama bütün bu değişiklikler arasında bir aktör hiçbir zaman ilk yola çıktığı gayesinden ödün vermedi. Bugün de aslında onunla karşı karşıyayız. Bu örgüt daha önce de sivillere yönelik eylemler yaptı ama ölçek değişti. Bazen örgütün hedefi de bir evrim geçirir. Mesela kendine güveni artar veya sıkışır. Sıkıştığı yerde ondan beklemediğimiz ölçekte eylemler yapabilir. Toplumsal karşıtlık üretmek istiyorsanız sivillere yönelik eylemler yapmanız daha mantıklı olur. Şimdi olan budur.”
Aydınlı, “Düelloyu seçemeyecek aktör pusuyu tercih eder, marifet önce bu tuzağı engellemektir, sonra da başına geldiğinde butuzağa düşmemektir” dedikten sonra bunun kestirme yollarını de şöyle sıraladı:
“Tuzağa, ayrışırsanız düşersiniz. Kutuplaşma artarsa düşersiniz. Birbirinizi suçlamaya başlarsanız düşersiniz. Ya da teröristi unutup teröriste benzediğini tahmin ettiğiniz aktörlere, unsurlara tepki göstermeye başlarsanız düşersiniz.”
Demokratik hak ve özgürlükler
Önceki gün Milliyet ekibini Çankaya Köşkü’nde ağırlayan Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un, son terör saldırısının toplumda yarattığı korku ve bezginliği giderme ve terör tuzağına düşmemenin yolları konusundaki reçetesini dinlerken Prof. Dr. Aydınlı’nın bu değerlendirmeleri geldi aklıma.
Ayrışmamak, kutuplaşmamak, teröristi değil ona benzediğini tahmin ettiklerimize tepki göstermemek.
Kurtulmuş’un, terörün hedefi olmaktan mümkün olduğunca kurtulabilmenin en önemli aracını ifade ederken kurduğu çatı demokrasi.
Ne diyor Kurtulmuş, “Bizim terör olaylarını bertaraf etmekte kullanacağımız araçlardan biri, demokratik hak ve özgürlükleri genişletmek olmalıdır. Doğrudan doğruya teröre karşı verilecek en önemli mesaj budur. Bu nedenle hükümetin reform hükümeti olmasından asla geri adım atmayacağız, bu istikametteki yürüyüşümüzden asla vazgeçmeyeceğiz. Terörün arkasındaki grupların elini zayıflatmak mecburiyetindeyiz. Demokratikleşmeden, hak ve özgürlüklerden asla taviz vermeden milleti korumaya yönelik adımları atacağız.”
Son günlerde yaşanan Amedspor’a Sivas’ta otel verilmemesi, Diyarbakırlı bir genç kızın arkadaşları tarafından bayrağı öpmeye zorlanarak bunun fotoğraflanması gibi olayları anımsattığımızda da PKK’nın amacına dikkat çekiyor Kurtulmuş:
“Türkiye’de Türk’ün Kürt’ten, Kürt’ün de Türk’ten başka bir kaderi yoktur. PKK’nın 40 senedir bu topraklarda başaramadığı şey, Kürt ile Türk’ü birbirine düşürmektir. Terör örgütüne kızmak ve lanetlemek hepimizin hakkıdır. Ama bunu yaparken Kürt kardeşlerimize karşı saygılı olacağız. Ayrışmayı ortaya koyacak her türlü iş, söz ve eylemden uzak durmamız lazım.”
Zihinde patlayan bombalar
Kurtulmuş, örgütün bir diğer amacının son günlerde AVM’lerde ve caddelerde görülen manzarayla kesiştiğine de dikkati çekti:
“Terör, insanlar korksun istiyor. Evinden çıkmasın, AVM’lere gitmesin. Caddeler ıssız kalsın. Aslında bombaları insanların gönlünde, zihninde patlatmaya çalışıyor. Buna milletimizin düşmemesi lazım. Bu oluşturulmak istenen korku atmosferini hep beraber yıkacağız.”
Terörün kolu kanadı, daha fazla sokağa çıkmakla ya da oluşturulmak istenen atmosfere daha fazla meydan okumakla kırılmıyor.
Başbakan Yardımcısı’nın reçetesi net; daha fazla demokrasi:
“Bu saldırılar milletin bütününe ve demokrasiye yapıldı. Bunu aşmanın yolu da bizim millet olarak, siyaset olarak teröre karşı mücadelede kenetlenmemiz ve terör belasını da daha fazla demokrasi ile aşabilme iradesini ortaya koymaktır.”
Kenetlenme ve demokrasi; hem hükümete hem sokaktaki vatandaşa hem de bilim insanlarımıza göre terörün panzehiriyse sorulacak soru şu:
“Öyleyse neden başaramıyoruz?”