Sık sık tekrarlanan “UNESCO ve ICOMOS gibi kuruluşlar geçmişe ait her şeyin olduğu gibi kalmasını istemekte ve bunun için 1964 yılında alınan Venedik Kararları’nın esas alınmasını önermekte” sözlerinin gerçekle alakası nedir? Yeniden inşa edilmiş Roma Kalesi Saalburg’un ‘Dünya Miras Alanı’ olarak kabul edilmesi bu tartışma için bilgilendirici bir örnek...
Roma Kalesi Saalburg, 2005 yılında UNESCO Dünya Mirası Alanı olarak ilan edildi.
Ülkemizin ileri doğru atılımındaki en büyük engel bazı insanlarımızın neyi bilip neyi bilmediğinin farkında olmaması, yalan yanlış bilgi sahibi olduğu konular hakkında sabit fikirli olmasıdır.
Frankfurt’un 32 kilometre kuzeybatısında yer alan Bad Homburg şehri yakınlarında Saalburg’da bir Roma Kalesi kalıntıları bulunmaktadır. Google’da araştırma yaptığınızda şu açıklama ile karşılaşırsınız.
“Roma Kalesi Saalburg, Bad Homburg yakınında yer almaktadır. Roma İmparatorluğu’nun bu eski kalesi, Yukarı Germen-Raetian sınırlarının en iyi araştırılmış ve yeniden inşa edilmiş kalesi kabul edilir. 2005 yılından
“Şöhret sevdası içinde olanı değerli insan sayma, o avamdandır.” Ferîdüddin Attâr
Dücane Cündioğlu yıllar önce yaptığı bir konuşmasında insan için önemli olan üç değerden bahsetti; şöhret, itibar ve haysiyet. Şöhret için halkın sana verdiği değer; itibar için işin ehlinin sana verdiği değer; haysiyet için de insanın kendine verdiği değer olduğunu ifade etti. O söyleşiyi dinlediğim günden beri düşünürüm acaba kaç kişi bu ince ayırımın farkındadır? Halkın kişiye verdiği değer verildiği gibi geri alınabilir, aynı şekilde itibar da geri alınabilecek bir değerdir. Ancak, eğer bir insan yaptığı işe saygılı ve söyledikleri doğru ise kolay kolay haysiyetini kaybetmez. Çünkü haysiyet bir başkasının size verdiği değer değil, sizin oluşturduğunuz bir değerdir ve kendinize olan saygınız sürdüğü sürece de devam eder.
Şöhret
Sözlüklerde şöhret; “Her yerde herkesçe tanınma, meşhurluk, ün, san, nam” olarak belirtiliyor. Şöhret kazanmak ise “Meşhur
Türk resminde iç mekân türünde yapıt veren ilk ressamdır Şevket Dağ. Camilerin iç mekânlarını resmeden Dağ aynı zamanda iyi bir öğretmen ve devlet adamıdır. Yurt içi ve yurt dışında övgüyle karşılanan, ödüller alan Dağ’ın 58 eserinden oluşan sergisi İzmir Folkart Galeri’de açılıyor.
Şevket Dağ öğrencilerine verdiği nasihatte herkesin iki mesleği olmasını gerektiğini söylüyor.
Türk resim sanatının özellikle cami iç mekânlarını tema olarak seçen çalışmalarıyla tanınan ve asker kökenli olmayan önemli ressamlarından birims Şevket Dağ. İlköğrenimini Hacı Ferhat Okulu’nda yaptıktan sonra Darü’l-Muallimde (İstanbul Öğretmen Okulu) ortaöğrenimini tamamlar. Döneminin kuralları gereğince lise eğitimi görmeksizin girdiği Sanayi-î Nefise Mektebi’nden (Güzel Sanatlar Akademisi) 1897 yılında mezun olur. Bir süre Evkaf İdaresi’nde çalışır. Önce Mahmudiye Rüştiyesi’nde, daha sonra sırasıyla Galata, Nişantaşı, Aksaray, Feriköy, Koca Reşit Paşa ve
Zaman zaman kütüphanemde kitap ararken alakasız bir kitap elime geçer. Daha önce okuduğum ve ilginç bulduğum bu kitabı bir süre karıştırır, okuduğum dönemde nereleri ilginç bulduğuma göz atarım. Geçen gün böylesi bir arama sırasında elime geçen Seydî Ali Reis’in “Ülkelerin Aynası” adı ile günümüz Türkçesi’nde yayınlanmış kitabını tekrar okumak geldi içimden. Okuduğum dönemde de bana çok ilginç gelmişti, sizlerle paylaşmak istedim bakalım size de ilginç gelecek, merakınızı uyandıracak mı?
Seydî Ali Reis
Seydî Ali Reis, denizci bir ailenin çocuğu olarak Galata’da doğar. Aslen Sinoplu bir aileye mensup olduğu söylenmektedir. 1498 yılında doğmuş olduğu kabul edilmektedir. Adı bilinmeyen dedesinin Fatih Sultan Mehmed döneminde tersanede kethüdâlık yaptığı, babası Hüseyin’in de aynı mesleğe devam ettiği belirtilir. Galata’da doğup büyüdüğü için “Galatalı” lakabıyla da anılan Seydî Ali Reis, aynı zamanda &
Latin Alfabesi, Cumhuriyetimizin en önemli kazançlarından biri, hatta en önemlisidir. Bu sayede Türk toplumu uygar toplumlar düzeyine ulaşmış, yalnız okur değil aynı zamanda yazar oranı da artmıştır
Son günlerde, Cumhuriyetimizin en büyük bir kazanımlardan biri olan alfabe üzerine bazı spekülatif söylemler oluştu. Latin Alfabesine geçişle geçmişe ait pek çok değerimizi kaybettiğimiz konusunda çokça görüş dile getirildi.
Türkler hemen hemen hiçbir ulusun yaşamadığı büyük bir tarihi geçmişe sahiptir. Ortaya çıktıkları coğrafyadan binlerce kilometre batıya göç etmiş, yeni yerleştikleri coğrafyalarda kimlik ve varlıklarını korumuş, uzun süreli devletler, imparatorluklar kurmuş bir ulusun mensuplarıdır. Zaman içinde yeni yerleştikleri bölgelerdeki dilleri de kullanmakla birlikte kendi dillerini unutmamış ve varlıklarını unutmadıkları dillerine borçlu olarak sürdürmüşlerdir. Konunun uzmanı hemen herkesin bildiği gibi dilini unutan toplumlar yok olmaya mahkûmdurlar.
Göktürk Alfabesi
T&u
"Özgürlük” sözlüklerde, “Özgür olma durumu, bir kısıtlamaya ve şarta bağlı olmama, serbestlik, başka bir gücün baskısı altında bulunmama, hürriyet” olarak açıklanıyor. Özgürlük ile hürriyeti birbiriyle karıştırmamak gerekir. Hür olmak başka bir şey, özgür olmak başka bir şeydir. “Hürriyet” ise sözlüklerde, “Hür olma durumu, köle ve esir olmama, yasa ve toplum kuralları dışında kendinden üstün bir kuvvetin boyundurluğu altında bulunmama hali” olarak açıklanmakta.
Hayal gücü
Ambrose Bierce özgürlüğü; “Tahakkümün sayısız yönteminden sadece birkaçı konusunda otoritenin baskısından muaf olma durumu. Her ulusun bir tek kendi ülkesinde olduğunu sandığı siyasi durum. Serbesti. Özgürlükle serbestlik arasındaki fark tam olarak bilinmiyor; doğa bilimciler ikisinin de yaşayan örneğini bulabilmiş değil” olarak biraz da alaycı bir üslupla açıklıyor. Ambrose Bierce hürriyet için de; “Hayal
Silahşorluğu ve kendi adını verdiği oyunla anılan Matrakçı Nasuh’un eserleri tarihe olduğu kadar şehirciliğe de ışık tutuyor. Bu eserlerden “Sefer-i Irâkeyn-i”, bulunduğumuz coğrafyada oluşan şehirler ve şehircilik açısından birinci elden kaynak niteliğindedir.
Matrakçı Nasuh’un bulduğu kendi adıyla anılan “Matrak oyunu”nun anlatımı.
Hayatı hakkında çok az bilgiye sahip olduğumuz, nerede, hangi tarihte doğduğu bilinmeyen, buna karşın kendi buluşu “Matrak oyunu” sebebiyle “Matrakçı” bazı kaynaklarda ise “Silahşor” unvanıyla anılan “Matrakçı Nasuh”un kendi ifadesiyle babasının adının “Abdullah”, dedesinin adının ise “Karagöz” ve ailesinin Bosnalı olduğunu biliyoruz. Muhtemelen babası veya dedesi devşirme olan Matrakçı Nasuh, küçük yaşta saraya alınır ve Sultan II. Bayezid (1481-1512) döneminde Enderun’da eğitim görür.
Matematik eserleri
1517 yılında matematiğe ait ilk eseri, “Cemâlü’l-küttâb ve kemâlü-l
Sevgili dostum Çağatay Anadol, yayın yönetmeni olduğu Kitap Yayınevi’nde çoğumuzun haberinin olmadığı, bir köşede unutulmuş kitapların yayınlanmasını sağlayarak çok şey öğrenmemize vesile oluyor. Başta Çağatay Anadol olmak üzere çoğunluğu yabancı yazarlar tarafından kaleme alınmış olan bu eserleri dilimize kazandıranlara teşekkür etmeyi bir borç bilirim. Bir süre önce Bulgar yazar Petır Mateev’in, “Osmanlı Topraklarından Anılar 1861-1904” isimli kitabını okudum, sonra bir kez daha okudum ve Osmanlı İmparatorluğu’nun “Nasıl dağıtıldığını, dağıldığını değil, dağıtıldığını” biraz daha anlamış oldum. Hüseyin Mevsim Hoca’nın sunuş, notlar ve açıklamalarla zenginleştirdiği bu kitabı tarihimize ilgi duyan, gelecek için kuşku taşıyan herkesin okumasını tavsiye ederim.
Petır Mateev
Petır Mateev, 1850 yılında kendi deyişi ile Kazan’da dünyaya gelir. Sakın ola bu Kazan’ı Rusya ile karıştırmayın. Pek bilinmez ama bir dönem Bulgaristan’ın Çirmen sancağına bağlı Kazanluk veya Kızanlık ismindeki köye Bulgarlar kısaca