“UNESCO ve ICOMOS” gibi uluslararası kurumların büyük organizasyonlara ve uluslararası toplantılara ev sahipliği yaptığı Fransa, İspanya, İtalya, Belçika ve benzeri çok sayıda ülkede geçmiş dönemlere ait yapılara radikal müdahaleler yapılarak geri kazanımları, hayat bulmaları sağlanmaktadır. Önemli olan korunması gerekli kültür varlığının yeniden yaşama alınmasıdır. Günümüz insanı bu yapıları yalnızca seyirlik olarak muhafaza etmek değil, etkili bir şekilde kullanma hakkına sahiptir.
İspanya’nın Akdeniz sahillerinde Valencia’nın 29 kilometre güneyinde yer alan Sagunto günümüzde 65.000 nüfuslu küçük bir yerleşmedir. Hafif sanayinin geliştiği bu yerleşme, çeşitli maden üretimleri ve turunçgil plantasyonları ile de tanınmaktadır. Sagunto’nun kuruluşu ile ilgili iki efsane bulunmaktadır. İlki bu yerleşmenin erken dönemlerde yerel bir İber Kabilesi olan Edetaniler tarafından, ikincisiyse Zakinthos’tan gelen Helen koloniciler tarafından kurulduğudur. Kentin tarihteki adı “Saguntum” olarak
“İnnelharisi mahrum / Haris olan mahkûm olur.”
Şimdilerde pek kullanılmasa da bir dönem bazı insanları nitelemek için kullanılan
“Haris” sözcüğü dilimize Arapçadan geçer. Dilimizde, “Bir şeyi elde etmek için aşırı derecede istekli olmak, hırslı” anlamında kullanılan bu sözcüğün artık kullanılır olmamasına karşın haris insan sayımızın giderek artmakta olduğunu görmekteyim. Söylenişine göre, “Haris”kelimesinin bir diğer anlamı ise “Koruyucu bekçi, muhafızdır.”
Kimsenin hiçbir şey yapmadığı bir dünya!
Kimsenin hiçbir şey yapmadığı bir dünya tasavvur edilebilir mi? Mümkün değil, elbette yaşamın devamı için birilerinin bir şeyler yapması gerekir. Örneğin; bazılarımız tarımla uğraşacak, bazılarımız o ürünlerinin şehirlere ulaştırılmasını sağlayacak, bazılarımız ise bu ürünleri yenilebilir hale getirecektir. İnsanlığın ve medeniyetin devamı açısından hiç düşünmeden, biraz da şuuraltı alışkanlıklarla gerçekleştirilen benzer işlerin yapılmamasını
1999 yılı Osmanlı Devleti’nin kuruluşunun 700. yıl dönümüydü. Biz bu yılı Ortadoğu’daki İslam ülkeleriyle birlikte kutlamak için bazı çalışmalara başlamışken, İsrail Devleti bu kutlamayı resmen Kudüs’te başlattı. Hemen harekete geçilerek İsrail ile bir protokol yapıldı, bu protokolün bir maddesi de Kudüs’teki İsrail Müzesi’nde “Osmanlı Halıları Sergisi”nin açılmasıydı. Türk İslam Eserleri Müzesi müdürü Dr. Nazan Ölçer’de bu halı sergisinin düzenlenmesini üstlendi. Bir süre sonra sevgili Nazan Ölçer, konuyu bana açtı, bu sergi için yardım edip edemeyeceğimi, serginin düzenlenmesini üstlenip üstlenemeyeceğimi sordu. Sevgili Nazan Ölçer birlikte çalışma fırsatı bulduğum kişiler arasında en titiz ve sevecen insandır. Yapılan her işe çok dikkat eder ve mükemmel olmasını ister, çalışkanlığı ile insanı yorar. Ancak onunla gezi yapmak da büyük bir ayrıcalıklıktır, çalışma konusunda olduğu kadar yeme, içme ve eğlenme
“Dalga geçmemeli, ağlayıp sızlanmamalı,
Nefret etmemeli; anlamalı.”
Baruch Spinoza
Musevi kökenli, Hollandalı filozof Baruch Spinoza 24 Kasım 1632 günü Amsterdam’da dünyaya gelir ve 21 Şubat 1677 günü Lahey’de vefat eder. Ailesi Portekiz’deki engizisyon baskısından kaçarak önce Nantes’e daha sonra da Hollanda’ya yerleşir. Babası ticaretin yanı sıra sosyal alanda etkili bir kişi olarak, Amsterdam’daki sinagogun ve Musevi okulunun yöneticisi olur. Ailesinin haham olmak üzere eğitmeye çalıştığı Spinoza altı yaşında Talmud Torah okulunda eğitime başlar. Çocukken öğrendiği İspanyolca ve Portekizce’nin yanı sıra eğitim süreci içinde İbranice, Fransızca, İtalyanca ve Latince’nin temel ilkelerini öğrenir. Bu okulda öğretmeni olan ünlü hahamlar Saul Levi Morteira ve Menasseh Ben Israil’in öğretileri onu etkiler. Eğitim süreci ilerledikçe yavaş yavaş geleneksel öğretilerden ve kutsal metin yorumlarından farklı sonuçlar çıkarmaya başlar.
Musevi Cemaati’nden çıkartılması
1650
Viyana’ya 42 kilometre mesafedeki bu ören yeri, istenir ve çalışılırsa neler yapılabileceğini, korunması gerekli kültür varlıklarının ekonomiye kazandırılabileceğini göstermesi açısından eşsiz bir örnek.
Yıllar önce bir dostum, “Avusturya’ya gidersen, bir vakit bulup mutlaka Carnuntum’u görmelisin!” dedi. Bu öneriye rağmen bir türlü Carnuntum’a gidemedim. 22-26 Mayıs 2016 tarihleri arasında “Matrakçı Nasuh Sergisi” dolayısıyla Viyana’ya gittik. Sergi hazırlıklarını tamamlamıştık ki, bu kere “Mutlaka bu ören yerini göreceğim!” dedim. Sergi kurulumu için orada bulunan arkadaşlarla birlikte ertesi gün Carnuntum’a gittik ve gerçekten hayran kaldık. Viyana’ya gidenlere mutlaka bu ören yeri ve orada yapılan düzenlemeyi görmelerini tavsiye ederim. Viyana’ya 42 kilometre mesafedeki bu ören yeri, istenir ve çalışılırsa neler yapılabileceğini, korunması gerekli kültür varlıklarının ekonomiye kazandırılabileceğini göstermesi açısından eşsiz bir örnek.
Carnuntum
Tüm yapılar için kâğıt üzerinde var olduğunu sandığımız bu denetim, gerçekte ne yazık ki yok. Bu yöntem herkesin işine geliyor. Denetim metotları azaltılmalı!
BÜROKRASİDE KALİTE
Ülkemizde yapılan hemen hemen tüm yapılar merkezi veya yerel yönetimlerin denetim ve onayından geçmektedir. İmar Kanunu, yönetmelikler, yönergeler ve bir sürü kâğıtta kalan denetim önerileri. Peki, bu yoğunlukta bir denetim sonrası gerek kentsel ölçekte gerekse tek yapı ölçeğindeki bu kaos, içinde yaşadığımız bu gerçek nasıl oluyor da ortaya çıkıyor? Kişisel olarak, var olduğu sanılan bu denetimin gerçekte olmadığı kanısındayım. Kâğıt üzerinde var olduğunu sandığımız bu denetim, gerçekte ne yazık ki yok. Çünkü bu denetim metotları iyiye ve güzele ulaşmak için değil, başkaca amaçlara hizmet etmesi için kullanılıyor. Bu yöntem herkesin işine geliyor ve hiç kimse düzeltilmesi veya gerçek amacı için kullanılması konusunda çaba harcamıyor.
Günümüzden yaklaşık
Gelecek yüz yıllarda bu ülke topraklarında XX. yüzyıl mimarisine örnek teşkil edecek kaç yapı var acaba? Bu şikâyetlere nasıl çözüm bulmalıyız? İnanıyorum ki biraz zor olsa da bugün ve gelecek için çözüm üretecek potansiyele sahibiz!
11 Eylül 2022 günkü yazımda 27-28 Mayıs 1998 tarihlerinde Bursa Mimarlar Odası’nın daveti üzerine 10. Uluslararası Yapı ve Yaşam Kongresi’ne sunduğum “Günümüz Mimarisinde Kalite” isimli bir konuşmamdan bahsetmiş ve bu konuyu tekrar gündeme getirmek istediğimden söz etmiştim.
Batı toplumlarının, özellikle de Anglo-Sakson toplumların, doğu toplumlarına nazaran en büyük başarısı gerçeğe ulaşma isteğidir. Gerçek, nasıl olursa ve neye mal olursa olsun gerçek! Gerçeği görmeden, gerçeğe ulaşma isteği olmadan ve gerçeğe ulaşmadan bir toplumun geleceğe güvenle bakması mümkün değildir. Ne yazık ki toplumumuzda gerçeğe ulaşma arzusu genelde zayıftır. Gerçekler bizi ürkütür, hep etrafında dolaşırız, konuşuruz,
27-29 Mayıs 1998 tarihleri arasında Mimarlar Odası Bursa Şubesi ’nin , “10. Uluslararası Yapı ve Yaşam Kongresi”nde sunum yapmak için davet edilmiştim. Kongrede tartışılacak konu “Mimaride Kalite” sorunuydu. Bu başlığın tespiti için oldukça zorlanmıştık. O sıralar “Anlam ve Beğeni” ismi, soyut kavramlar üzerine konuşmak, katılımcılara daha cazip geliyordu. Buna karşın mimarlık uygulamaları giderek daha da kötüleşmekte ve ülkenin hemen her yerinde yapılan yapılarda ciddi bir kalite sorunu ortaya çıkmaktaydı. Uzun bir süredir, ülkemizde meslek odalarının yoğun uğraşısı ülkenin kurtuluşunu sağlamak üzerinedir. Bence meslek odaları önce kendi mesleklerine çeki düzen vermek, meslek ahlakını hâkim kılmak, mesleğini uygulamakta olan mensuplarının sıkıntılarını gidermek için çalışmalıdırlar. Çoğu işte olduğu gibi ülkemizde hemen hemen pek çok iş “Tümden gelim” yöntemi ile çözüme kavuşturulmaya çalışılmaktadır. Bunca yıldır yapılan uğraşıya rağmen bu