“Milliyet”, sadece bir gazete değil; belleğimde iz bırakan bir yol arkadaşıdır...
İlkokula 1950 yılı Eylül ayında başladım. Yaşım oldukça küçüktü ama evimiz okula komşu olduğu için, biraz da “Bakalım ne yapabilir?” diyerek beni birinci sınıfa kabul etmişlerdi. O yıllarda bizim eve günde iki gazete alınırdı. Sabahları, omzuna astığı meşinden yapılmış kılıf içine dizdiği gazeteleri dağıtan gazetecinin sesini hâlâ hatırlarım. Hangi evin hangi gazeteyi aldığını bilir, onları kapılarının önüne bırakırdı. Kışın, karlı veya yağmurlu havalarda onun sesini duyunca ev ahalisinden biri kapıyı açar, gazeteleri alırdı. Evin büyükleri, saat 8.30’a doğru gelen gazeteleri alır, bir köşeye çekilir, okumaya başlarlardı.
O günkü gazetelerdeki resimler hem siyah beyaz hem de çok net olmadığı için ilgimi çekmezdi; ancak çeşitli kaligrafilerle yazılan büyüklü küçüklü yazılara karşı büyük bir merak duyardım. Özellikle annemin yardımıyla önce harfleri tanımaya başladım, sonra da okumaya... Önce yalnızca büyük puntolu yazıları okuyabildiğimi, zamanla değişik formlardaki küçük harfleri de okumaya başladığımı hatırlıyorum. Çoğu kez okuyordum ama kelimenin anlamını bilmediğim için okuduğumu anlayamıyordum.
Okuma işine sanırım 1950’li yılların başında, yoğun kar yağışlarının olduğu bir dönemde başlamıştım. Sokağa çıkamamanın getirdiği sıkıntıyla, evdeki hemen herkes beni yanına oturtup okumama yardımcı oluyordu.
Gazeteyle kurulan ilk bağ
Babamın işe giderken vapurda okumak için “Akşam” gazetesi aldığını biliyorum. Çünkü sabah eve gelen iki gazete düzgün katlanmış olurdu, oysa “Akşam” gazetesi biraz hırpalanmış, cebe sığacak şekilde katlanmış hâlde olurdu.
İlk okumaya çalıştığım gazetenin “Milliyet” olduğunu hatırlıyorum. 3 Mayıs 1950 günü ikinci kez yayın hayatına başlayan “Milliyet”, okuma serüvenimdeki en önemli gazetededir ve hâlâ bu tiryakiliğimi sürdürürüm. Dile kolay, yetmiş beş yıldır süren bir tiryakilik… Uzun süreli seyahatlere bile çıksam, eve mutlaka “Milliyet” gazetesi alınır ve dönüşte okumam için saklanır.
Köşe yazılarına duyulan ilgi
İlkokuldayken okuduğum köşe yazarları arasında Refi’ Cevad Ulunay’ın ismini hatırlıyorum. Daha sonraları “Milliyet” yazarları arasına katılan Burhan Felek’in köşe yazılarının tadını hâlâ unutamam. Konsolos Bey’in söylediği ya da üstü kapalı ifade etmeye çalıştığı güncel olaylar, karşı karşıya olduğum kişinin usta bir gazeteci olduğunu bana hep hatırlatırdı. Sonraları, benzer türdeki yazılarıyla Güngör Uras da bu tiryakiliğimi pekiştirdi.
“Milliyet” gazetesinde ismim ilk kez 1964 yılında yayımlandı. O yıllarda üniversite sınav sonuçları gazete eklerinde yayımlanıyordu. Sabırsızlıkla sonuçları beklerken bir gün “Milliyet” ekinde adımı gördüm: Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni kazanmıştım. Yeni bir hayata başlamamın ilk göstergesi bu haberdi. Haberi okuyan birçok kişi beni aradı ve tebrik etti.
Altın Çağ: Abdi İpekçi dönemi
Abdi İpekçi’nin genel yayın yönetmeni olduğu dönemde (1954-1979), “Milliyet” gazetesinin Türk basın hayatında apayrı bir yeri vardı. Yapılan röportajlar ilgiyle okunur, özellikle pazar günleri tam sayfa yayımlanan Bedri Koraman’ın renkli karikatürleri hafta sonlarına neşe katardı.
Medyanın dönüşümü üzerine
Şimdi geriye baktığımda, geçmişin kültür yaşamının -gerek dergi gerek gazete açısından- çok daha bilgilendirici olduğunu düşünüyorum. Günümüzde ise, tüm dünyada hemen her şeyin ucuzladığı ve kısa sürede tüketildiği bir dönem yaşıyoruz. Özellikle sosyal medya üzerinden büyük spekülasyonlar yapılabiliyor; insanlar neye inanacaklarını, neye güveneceklerini bilemez hâle geldiler. Bazı insanlar, medyanın olayları çarpıttığını ve güvenilmez olduğunu düşünüyor.
Yazarlığa giden yol
Bir dönem “Milliyet” gazetesinde “Düşünenlerin Düşüncesi” başlıklı bir köşe vardı. Bu köşede bazı insanlar düşüncelerini yazılarıyla ifade eder, farklı konularda bilgi sahibi olunurdu. Sevgili Bertan Ağanoğlu’nun teşvikiyle “Anıtsal Yapılarımız Ağaçtan Görülmüyor” başlıklı bir yazı kaleme aldım. 1 Eylül 2013 günü yayımlandı; pek çok kişi beni arayarak çok isabetli bir noktaya parmak bastığımı söyledi. Çok sevindim ve zaman zaman bazı konularda yazılar yazmaya başladım.
Yazmak bir tutkudur; düşüncelerimizi derleyip toparlamamıza yardımcı olur. Hele ki bu yazılar topluma açık olacaksa, daha çok araştırma yapmayı ve bilgi sahibi olmayı gerektirir. Aralıklarla kaleme aldığım yazılar, pandemi döneminde sıklaştı. Bu kez cumartesi ve pazar günleri yazmaya başladım ve böylece gazete yazarlığına terfi ettim.
2013 yılında başlayan köşe yazarlığı serüvenime, aklım başımda olduğu sürece devam etmeye kararlıyım. Bir dönem okuyucu olarak başladığım “Milliyet” gazetesi macerama uzun yıllar boyunca yazar olarak devam etmek en büyük arzumdur.
Nice 75 yıllara Milliyet… Gerek bunca yılın okuyucularına gerekse tüm emeği geçenlere gönülden teşekkür ederim, iyi ki varsınız…