ABD İdlib’deki nokta operasyonuyla terör örgütü DAEŞ’in lideri Ebu Bekir el-Bağdadi’yi hakladı. Hem de hava sahası kontrolünün Rusya’da olduğu bir bölgede ve ilgili ülkeleri önceden bilgilendirerek. Ama aynı ABD’nin verdiği taahhütler ve çekildiler demesine rağmen bir başka terör örgütü YPG/PKK Resulayn’da kalleşçe saldırılarına devam ediyor. Yani dünyanın en azılı teröristi Bağdadi’yi eliyle koymuş gibi bulan ve gereğini yapan ABD, YPG/PKK’lı teröristler söz konusu olduğunda bulamıyor ya da görmezden geliyor. Dahası o teröristlerin kırmızı kategoride arananlar listesindeki lideri “Mazlum Kobani” ya da “Şahin Cilo” kod adlı PKK’lı Ferhat Abdi Şahin ile kanka olmuş durumda. Dolayısıyla da terörle mücadele açısından tam anlamıyla bir çifte standart söz konusu. Bu bağlamda en çok tartışılan konuların başında da şu var:
Abdullah Öcalan’ı veren ABD asker ve sivilleri katlettiği bilinen PKK’lı bir teröristi neden koruyor? Zamanı geldiğinde
Trump’ın çağrısıyla TSK’nın harekât alanından tüyerek güneye çekilen YPG/PKK’lı teröristler hâlâ ABD’nin himayesinde. Ellerinde de ABD’nin verdiği silahlar var. Dahası, Trump terör örgütü YPG/PKK’nın sorumlusuyla yürüttüğü skandal ilişkinin dozunu her geçen gün daha da artırıyor. Yani eski başkan Obama’yı PKK’yla ortaklık yapmakla suçlayan Trump, askerler ve sivillere yönelik birçok terör saldırısı nedeniyle kırmızı kategoride aranan PKK’lı bir katille tam anlamıyla kanka olmuş durumda.
Bu arada senatörleri de pervasızca eli kanlı o teröristi ABD’ye çağırıyor. Dolayısıyla da ABD’nin PKK sevdası ve Suriye’yi parçalama niyetinden vazgeçmediği, vazgeçmeyeceği çok açık. Nitekim Trump da “Suriye’nin doğusundaki petrol sahalarında DAEŞ’in yeniden yapılanmasına izin vermeyeceğiz. Belki de şu an Kürtler (YPG/PKK) için petrol yataklarına doğru gitmeye başlamalarının zamanıdır” şeklindeki son açıklamasıyla
Barış Pınarı Harekâtı dengeleri değiştirdi ve Türkiye’nin iki süper güçle yaptığı iki ayrı mutabakatla YPG/PKK’nın terör koridoru, kantonlar birliği girişimleri falan hikâye oldu. Yani sınırında asla bir oldubittiye izin vermeyeceğini söyleyen Türkiye sahada ve masada kararlı, güçlü hamlelerle dediğini yaptı, istediğini de aldı. Bu bağlamda da Tel Abyad ve Resulayn hattındaki teröristler 120 saatte 32 kilometre derinliğin dışına çıktı, Soçi mutabakatıyla dünden itibaren devreye giren Kobani, Menbiç ve Kamışlı dahil diğer yerlerdeki terörist temizliğiyle ilgili 150 saatlik sürede de geri sayım başladı. Bu arada da ABD’den hamiliğini yaptığı, koruyup kolladığı terör örgütü hakkında “Uzun süredir NATO müttefiki olan bir ülkeye karşı Kürtleri (YPG/PKK) savunmak ya da otonom bir Kürt devlet kurabilsinler diye onlara yardım etmek üzere görevlendirilmedik” şeklinde yoldaşlıktan ayrılma havası veren sözler de gelmeye başladı. Dolayısıyla, başladığında bazılarınca “Sınırlı bir operasyon ya
Fırat’ın doğusunda bir terör devletçiğine asla izin vermeyeceğini defalarca deklare eden Türkiye bu konudaki kararlılığını Barış Pınarı Harekâtı ile sahada ve masada çok net ortaya koydu, koyuyor. Hem de ABD ve Rusya’ya rağmen. Çünkü her ikisi de bir yandan Türkiye ile müttefik gibi davranıyor, diğer yandan da biri terör örgütü YPG/PKK’yı diğeri Suriye rejimini kullanarak kendi çıkarlarına dönük çalışmaktan vazgeçmiyor. Dahası her ikisi arasında sanki gizliden bir müttefiklik havası da var gibi? Şöyle ki; mümkün olduğu kadar birbirlerine dokunmuyorlar ama birbirlerinin sahalarına girmeden bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. O sahaya giren olursa da onu bir şekilde engellemeye çalışıyorlar. Mesela Rusya da, ABD de Türkiye’nin sahada ve masada çok güçlenmesini istemiyor. Ki bunun en somut örneğini de YPG/PKK’lı teröristlerin bölgeden çekilmesi için Türkiye’ye teminat veren ABD’nin bir yandan da Rusya ile anlaşarak Menbiç, Ayn el Arap(Kobani)v
ABD ile varılan anlaşma uyarınca Barış Pınarı Harekâtı’na verilen 120 saatlik arada geri sayım sürüyor. Öngörülen sürede terör örgütü YPG/PKK bölgeden çekilirse ve ağır silahları alınırsa harekât duracak, sonrasında da TSK’nın kontrolünde güvenli bölge oluşacak. Dolayısıyla, tam anlamıyla “Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir; tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir” özdeyişine uyan bir durum söz konusu. Çünkü Türkiye, sınırında bir terör koridoruna asla izin vermeyeceğini ve Suriyeli sığınmacıların eve dönüşleri için bir barış koridoru hedeflediğini defalarca çok net deklare etti, sabırla da önce masada çözüm aradı. Sonunda da baktı olmuyor, sahada gerekeni yaptı ve öncelikle sınırının hemen dibinde bir YPG/PKK sözde kantonlar birliğinin kurulma ihtimalini devre dışı bıraktı. Şimdi de bu fiili gerçekliği ABD’ye kabul ettirdi. Yani sahada ve masada, kararlı, güçlü hamlelerle istediğini aldı. Tabii bunlar Türkiye’nin terör
Ülkece tek ses, tek yürek olarak Fırat’ın doğusunda yapılan terörist temizliğine odaklandık. Herkes harekâtın gelişmeleri ve ABD’nin olası hamlelerine dönük farklı ama sonucu aynı hedefe varan yorumlar yapıyor. Hepsinin özeti de şu:
Öyle ya da böyle bu harekât planlandığı gibi tamamlanacak ve bölge YPG/PKK’lı teröristlerden arındırılacak. Aynen Afrin’de olduğu gibi. Nitekim buna dönük olarak da TSK’nın terörist temizliği tam gaz devam ediyor, postal basılan yerler de özgürleştiriliyor. Hemen sonrasında da Kızılay o yerlere insani yardım malzemelerini ulaştırıyor. Dolayısıyla da huzura kavuşan ilçe, belde ve köylere dönüş bile başladı. Yani Suriye’nin kuzeyindeki YPG/PKK kaynaklı terör tehdidini tamamen ortadan kaldırmak ve 8 yıldır misafir ettiğimiz 3 milyon 650 bin Suriyelinin kendi ülkelerine dönebilmelerini sağlamak amacını taşıyan Barış Pınarı Harekâtı planlandığı gibi başarıyla icra ediliyor. Hem de emperyal güçlerin ayrı ayrı ya da gizliden dirsek temasıyla denedikleri engelleme çabalarına
Fırat’ın doğusuna harekât olasılığının konuşulduğu bir kaç gün öncesinde bazıları diyordu ki; Zor, bölgedeki PYD/YPG/PKK’lılarda son derece modern silahlar var. Hem ABD’de TSK’nın müdahalesine yeşil ışık yakmaz. Rağmen yapılırsa da hava sahasını kapatır...
An itibarıyla yaşanan durum ise ortada? Harekâtın başladığı ilk andan itibaren Türk savaş uçakları nokta atışlarıyla hedefleri vurdu, vuruyor, İHA ve SİHA’lar bölgede cirit atıyor. Komandolar da Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekâtlarında olduğu gibi Fırat’ın doğusunda terörist temizliği yapıyor, postal basılan yerler de tek tek özgürleştiriliyor. Hem de her türlü kara propaganda, asparagas haber ve alçakça provokasyonlara rağmen... Yani TSK sadece PYD/YPG/PKK’lı teröristlerle mücadele etmiyor bir yandan da tahrik ve siviller hedef alınıyor gibisinden tezgâhlara karşı teyakkuz halinde. Ancak Türkiye’nin bu kararlılığını hala anlamayan ya da anlamak istemeyenler de var ve sahadaki bu gerçekleri görmek yerine “Bu sınırlı bir harekât, sorunu
Bebek katili PKK eşittir PYD/YPG ya da SDG... Bunu en iyi bilen de ABD ama o Barış Pınarı Harekâtı’na dek PKK’ya terör örgütü diyor, diğerlerini ise farklıymış gibi yutturmaya çalışarak silahlandırıp koruyordu. Hâlâ da koruyor hem de artık kamuflajsız olarak. Çünkü bu harf değişikliği tezgâhı Trump’ın ilk kez YPG için doğrudan PKK ifadesini kullanmasıyla çöktü.
Dahası, Trump “Barack Obama döneminde olduğu gibi Türkiye’nin ölümcül düşmanı olan PKK ile ortaklık yaptığınız zaman, bu son derece zor bir durum” sözleriyle Suriye’de PKK ile birlikte çalıştıklarını doğrudan açık etti. Yani Trump’a göre de ABD’nin Suriye’deki ortağım diyerek kolladığı güruh kendi terör örgütü listelerindeki PKK... Nitekim bebek ve çocukları hedef alan saldırılarıyla teröristler de bunu tescilledi. Dün bu durumu MİT eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş’e sordum. Öncelikle de Trump’ın itiraf diye nitelendirilen ABD-PKK ilişkisine