Suriye’nin kuzeyinde güvenli bölge tesisi için ABD ile varılan mutabakatta öngörülen Birleşik Müşterek Harekât Merkezi tam kapasiteyle bu hafta devreye girecek. Türkiye 32 kilometre derinlikteki bölgenin YPG/PKK’lı teröristlerden arındırılması ve ağır silahların toplanmasına dönük adımlar atılmasını istiyor. Ki bu bağlamda böyle olmadığında zorunlu olarak tek başına harekât seçeneğinin devreye gireceği de deklare edilmiş durumda… Yani Türkiye açısından beklenti, hatta bir adım sonrasında dönük olası hamle çok açık ve net. Ancak aynısını ABD açısından söylemek mümkün değil. Çünkü ABD bir yandan Türkiye ile anlaşarak müttefiklik(!) ruhu havası veriyor, bir yandan da PKK’nın Suriye uzantısı PYD/YPG’yi silahlandırmaya devam ediyor. Kafasındaki derinlik (5-15 kilometre) planı da malum. Dahası ABD açısından Ortak Harekât Merkezi’nin Türkiye’nin olası bir harekâtını engellemek, TSK’nın hareketlerini izlemek, kontrol etmek amacıyla
17 Ağustos 1999’da yaşadığımız acının 20. yılında da en çok tartışılan ve merak edilenlerin başında İstanbul’daki olası depremin zamanı ve büyüklüğü kadar önceden belirlenip belirlenemeyeceği var. Gerçi olası depremin zamanı 1999’dan itibaren 30 yıl içinde (artı eksi 10-15 yıl) gibi periyot olarak belli ve felaket senaryosu açısından kum saati doluyor, belki de doldu ama hâlâ net tarih üzerine bildik tartışma sürüyor. Bu noktada da bazı deprem bilimciler “Asla önceden bilinmez, Japonlar bile öngöremiyor” derken, buna karşılık jeofizik uzmanı Yard. Doç. Dr. Oğuz Gündoğdu ise “Deprem Öncü İşaretleri İzleme Ağı” kapsamında kurulan istasyonlardan gelen verilerle olası depremin yeri ve büyüklüğünü iki üç hafta öncesinden bilmenin mümkün olduğunu savunuyor. Hem de uzunca bir süredir ve ısrarlı bir şekilde. Örneğin, beş yıl önce bu yöndeki sorumuza (28.08.2014 tarihli yazımız) yanıtı şu olmuştu:
“Buna yönelik projenin birinci aşamasında ağırlıklı
Türkiye-ABD ilişkilerinde yaşanan gerilim doğrudan terör örgütleriyle bağlantılı. Daha doğrusu, ezeli dost ve müttefik(!) ABD’nin PYD/YPG/PKK ve FETÖ’yle olan anlaşılmaz ilişkilerine odaklı. Yani lafa geldiğinde “teröre ve teröriste” karşı olduğunu söyleyen ABD samimi olsa sorunlar aşılacak. Ama ABD tam aksine her iki örgüte de açıkça ve ısrarla kol kanat geriyor. Evet, şimdilerde Türkiye’nin baskısıyla Suriye’nin kuzeyinde güvenli bölge oluşturulmasına yönelik varılan mutabakat ve gelişmeler bağlamında ABD’nin YPG/PKK’lılara desteğini çekme konusunda beklentiler, hatta adımlar var ama samimiyet konusu yine flu. Aynı durum FETÖ bağlantısı için de geçerli. Çünkü o cenahta da bayram arifesinde AKP, CHP, MHP ve İYİ Parti TBMM gruplarının ABD’ye yaptıkları “Fetullah Gülen ve FETÖ mensuplarının Türkiye’ye en yakın zamanda iade edilmeleri için gerekli adımların atılması” şeklindeki ortak çağrı da yanıtsız kaldı. Yani ABD bu konuyu yine hepten kulak
Türkiye’nin kararlı tutumu, ABD’nin de müttefiki ile sahada karşı karşıya gelmeme arzusu Suriye’nin kuzeyinde oluşacak güvenli bölge konusunda uzlaşıyı sağladı. Tabii kafada bir sürü soru işaretleriyle beraber. Çünkü güvenli bölge hattının sınır boyunda nerede ve kaç kilometre derinlikte olacağı henüz netleşmiş değil. Dahası bölgede kontrolün kimin yetkisinde ve nasıl olacağı da flu. Somut olarak tek bildiğimiz mutabakat arifesinde Türkiye’nin güvenlikli bölgenin 460 kilometre genişliğinde 30-35 kilometre derinliğinde olma konusundaki ısrarı, buna karşı ABD’nin ise 140 kilometre genişlik 10-15 kilometre derinlik önerisi. Ki mutabakat sonrasında sızan bilgilerde Türkiye’nin bu konudaki tutumunu koruduğu, ABD’nin de önerisinde daha da genişlemeye dönük sinyaller verdiği şeklinde. Dolayısıyla da bu derinlik kavramlarının ne anlama geldiğini irdelemekte yarar var. Hele de terör örgütü YPG/PKK’nın elindeki silahların gerçekten toplanıp toplanmayacağına dönük endişeler dikkate
Güvenli bölge konusunda Türkiye ile mutabakata varan ya da müttefik gibi davranan ABD’nin Suriye’deki varlık gerekçesi neydi? DAEŞ’i yok etmek. Ama ABD ne yaptı? Teröristlerle mücadele adı altında bir başka terör örgütü YPG/PKK’yı silahlandırıp eğitti, dahası onlara alan açtı. Bir başka deyişle ABD Fırat’ın doğusuna dönük kurguladığı kirli tezgâhını uygulamak için DAEŞ’i bahane etti, kullandı hâlâ da aynı kafada. Çünkü bir süre önce DAEŞ’in tamamen yenilgiye uğratıldığını açıklayan Trump, daha geçen ayki bir kabine toplantısında “Halifeliğe karşı harika bir iş çıkardık. Halifeliğin topraklarının yüzde 100’ünü geri aldık ve hızla Suriye’den çıkıyoruz” demişti. Bu konudaki son gelişme ise Pentagon (ABD Savunma Bakanlığı)’dan geldi ve o da Trump’ın tam aksine terör örgütü DAEŞ’in Suriye’de “yeniden canlandığı” ve eylem düzenleme kapasitesini artırdığına dikkat çekti. Yani Trump’ın
Türkiye ile ABD arasında Fırat’ın doğusuna dönük görüşmelerde kritik eşik neydi? Türkiye, terör örgütü PKK’nın Suriye’deki uzantısı PYD/YPG’nin kontrolünde bulunan alanda “güvenli bölge” hattının sınır boyunca 30-40 kilometre derinlikte olmasında ısrar ediyor, ABD ise 10-15 kilometre derinlik öneriyordu. Yani Türkiye’nin kararlılığını anlayan ABD hiç değilse harekâtı sınırlandırayım çabasındaydı. Dahası masadaki pazarlığı etkilemeye dönük olarak en yetkili ağızlarından “Türkiye’nin operasyon düzenlemesi kabul edilemez” şeklindeki bildik oyalama çıkışları da oldu. Hatta böyle bir durumu engellemek gibisinden kendilerinin de inanmakta zorlanacağı taktiksel sözler sarfetti. Tabii bu arada bir yandan da Avrupa’yı Fırat’ın doğusuna asker göndermeye ikna etmeye çalıştı.. Açıkçası ABD, yerel ortağım dediği terör örgütü PYD/YPG/PKK’nın güvenliğini sağlamak adına elinden geleni yaptı. Tüm bunlara karşı Türkiye’nin ABD&
Türkiye Fırat’ın doğusunda güvenli bölge konusunda kararlı. Dahası terör örgütü YPG/PKK’ya verilen silahların geri alınmasında ısrarlı. Bunu geçenlerde Savunma Bakanı Akar, dün de Cumhurbaşkanı Erdoğan bir kez daha çok net dillendirdi. Tabii aynı kararlılığın Irak’ın kuzeyi özellikle de Kandil için geçerli olduğunu da. Yani Türkiye, PKK ve Suriye’deki türevleri PYD/YPG konusunda asla taviz vermeyeceğini söylüyor ve kartlarını açık oynuyor. Bu bağlamda da ABD’yle süren diplomatik görüşmelerin ve pazarlıkların tansiyonunu kestirmek hiç de zor değil. Çünkü ABD de hem tavır hem de söylemleriyle PYD/YPG’nin hamiliğinden vazgeçmeyeceğini defalarca ortaya koydu, koyuyor. Bunun son örneğini de daha bir kaç gün önce “Türkiye NATO’daki dostumuz PYD/YPG yerel dostumuz” gibisinden abuk sabuk sözlerle bir kez daha fütursuzca gösterdi. Dolayısıyla bu noktada kafa karıştıran soru da şu:
Fırat’ın doğusuna müdahaleye karşı çıkan,
CHP’deki kronikleşmiş genel başkan tartışmaları, o gitsin ben geleyim hesapları, çekişmeleri 31 Mart, özellikle de 23 Haziran seçimlerinden sonra askıya alındı. Partinin genel havası oldukça sessiz ve dingin. Evet şimdilerde CHP’li bazı belediye başkanlarının eş, kardeş, akraba kayırmaları ile Muharrem İnce’ye dönük “ince” hesaplardan kaynaklanan sıkıntılar var ama onlar da daha çok parti dışından gelen tepkiler şeklinde. Yani parti içinde her iki konuda da kızgın, kırgın ve eleştirel üsluplardan ziyade daha çok olmasa iyi olurdu gibisinden bazı cılız çıkışlar söz konusu. Dolayısıyla da bu ne kadar sürer bilmem ama CHP’de uzunca bir zamandır pek fazla tanık olmadığımız kadar Kılıçdaroğlu’na destek ve tek ses görüntüsü hâkim. O nedenle de parti programını değiştirmeye dönük adımlar ivme kazanmış durumda. Ancak bu noktada halka sorulması düşünülen program değişikliği kadar CHP’nin yeniden yapılanma konusuna öncelik vermesi gerektiğini savunanlar da var. Örneğin eski genel başkanlardan(SHP) Mu