Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekâtlarıyla güvenli hale getirilen bölgelere yaklaşık 400 bin Suriyeli döndü. Fırat’ın doğusunda oluşturulacak güvenli bölgeye de bir milyon civarında Suriyeli’nin dönmesi hedefleniyor. Fırat’ın batısındaki İdlib’de ise olası yeni bir göç dalgasına karşı hem silahların susması hem de susmadığında hareketlenen nüfusu sınırın öte yakasında tutmaya dönük önlemler alınıyor. Yani Türkiye bir yandan geri dönüşü sağlamak, diğer yandan da Suriye’den olası göçü engellemek adına elinden geleni fazlasıyla yaptı, yapıyor. Hem de iki süper güç ABD ve Rusya’ya rağmen... Çünkü her ikisi de verdiği sözleri tutmuyor. Biri güvenli bölge konusunda oyalıyor, diğeri rejim güçlerini kullanarak İdlib’deki tansiyonu yükseltiyor. Hatta buna ABD de el altından, bazen de yekten katkı yapıyor. AB ülkeleri ise tam anlamıyla seyirci konumunda. Dolayısıyla, tüm bunlar da İdlib’deki tedirginliği ve sadece Türkiye’yi değil,
ABD ile varılan güvenli bölge mutabakatı kapsamında çalışmalar sürüyor. Ancak şu ana dek hava devriyesi diye gerçekleştirilen eş zamanlı bir iki helikopter uçuşu dışında pek fazla somut bir gelişme yok. Yani YPG/PKK’lı teröristlerin bölgeden uzaklaştırılması, oradaki tahkimatın tahrip edilmesi, ağır silahların toplanması ile kara devriyelerinin başlaması ve üs bölgeleri kurulması konuları hâlâ flu. Aksine, ABD’nin terör örgütüne silah desteğine fütursuzca devam ettiğine ve onları koruyup, kollayacağına dönük sözler verdiğine dair abuk sabuk gelişmeler de söz konusu. Dolayısıyla da görüntü daha çok ABD’nin Türkiye’yi yine oyaladığı havasında. Nitekim son olarak Savunma Bakanı Akar da bu konuya ilişkin “Türk Silahlı Kuvvetlerimizin ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin B planı da var, C planı da var. Onları da uygulamaya koymaya hazırız. Gerekirse, Sayın Cumhurbaşkanımızın da dediği gibi, kendi göbeğimizi kendimiz kesebilecek durumdayız” diye çok net bir uyarıda daha bulundu. Ancak
Patlamaya hazır bomba görüntüsündeki İdlib’de rejim tek taraflı ateşkes ilan etti ama ne kadar gerçekçi olacağı ve de kalıcılığı yine flu... Hem Suriye rejimine güvenilirlik sorunu hem de CIA, MOSSAD başta olmak üzere birçok gizli servisin bölgedeki radikal unsurları manipüle etme olasılığı dikkate alındığında. Yani daha önceki ateşkeslerde olduğu gibi yeniden ateşlenme her an mümkün. Dolayısıyla da yeni bir göç dalgası tehdidi hala geçerli. Nitekim sınıra yakın bölgelerde bunu doğrulayan fazlasıyla hareketlilik var. Dahası siyaset sahnesindeki uyarılar ve endişeler de buna dönük sinyaller veriyor... Örneğin Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu daha yeni İdlib’deki saldırıların devam etmesi durumunda Avrupa’ya doğru yeni bir mülteci akınının başlayabileceğini söyledi. Ki bu konuda Avrupa’daki endişe ve panik havası da bunu doğrular nitelikte. Çünkü başta Almanya olmak üzere bir çok Avrupa ülkesi öncekilerdeki gibi sert ve tehditkar üsluptan ziyade daha bir çözüm odaklı
97 yıl önce işgal ordularına karşı Kurtuluş Savaşı veren Türkiye bugün de aynı kafadaki emperyalist ülkelerin maşaları terör örgütleriyle amansız bir mücadele içinde. Özellikle de bölücü terör örgütü PKK ile türevleri PYD/YPG ve Fetullahçı Terör Örgütü’yle... Bu bağlamda da 15 Temmuz hain darbe girişiminden bu yana geçen üç yılda Fetullahçı Terör Örgütü’yle yapılan mücadelede önemli mesafeler kat edildi ama tehdit bitti demek mümkün değil. Hem kripto FETÖ’cüler hem de örgütün beyin takımına dönük fluluklar nedeniyle. Evet, yakalanan, aranan ve yurt dışına tüyen, kimlikleri saptanmış çok sayıda “İmam”, “Abi”, “Abla” var, hatta bazıları MİT tarafından paketlenip getirildi ama bu tam anlamıyla örgütün beyni deşifre edildi anlamına gelmiyor. Hele de başta ordu olmak üzere devletin tüm kamu kurum ve kuruluşlarına sızmış ama kendini saklayan daha binlerce
Fırat’ın doğusuna dönük ABD ile yapılan güvenli bölge görüşmeleri şimdilik (her an TSK’nın tek başına harekât olasılığı gündeme gelebilir) olumlu yönde gelişiyor, Fırat’ın batısında İdlib’de yükselen tansiyon da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Putin’le yaptığı görüşmeyle düştü. Ya da 16 Eylül’de Ankara’da yapılacak toplantıya dek donduruldu.
Bu arada iki liderin Moskova zirvesi öncesi, sırası ve sonrasında iki süper güç ABD ve Rusya’dan ilginç taktik hamleler de geldi. Örneğin, S-400’ler nedeniyle Türkiye’ye F-35’leri vermeme şantajı yapan ABD bir anda olabilir havasına giriverdi. Hem de S-400’lerin ikinci batarya sevkiyatının başladığı bir günde. Dahası, bu değişikliğin Erdoğan-Putin arasındaki yeni nesil Rus savaş uçağı SU-57 diyaloğu nedeniyle daha bir ivme kazanma olasılığı da söz konusu. Tabii ABD’nin samimiyeti açısından soru işaretleriyle birlikte...
Aynısı, Rusya için de geçerli. Çünkü o da Fırat’ın doğusuna dönük
TSK üçüncüsü halen devam eden “Pençe” harekâtlarıyla bazı yerlerde 30 kilometre derinliği geçen güvenli bölgeleri Kuzey Irak’ta fiili olarak gerçekleştirdi. Fırat’ın doğusuna dönük “güvenli bölge” birinci safha uygulamaları kapsamında da Türk ve ABD’li komutanların katılımıyla ilk ortak helikopter uçuşu yapıldı. Tabii bu YPG/PKK sorunu çözüldü anlamına gelmiyor çünkü derinlik ve kontrolün kimde olacağı noktaları hala flu, dolayısıyla da TSK’nın tek başına operasyon seçeneği her an olası… Bu arada da Fırat’ın batısında İdlib’deki sıcak gelişmeler nedeniyle de gerilim had safhada. Dolayısıyla da tüm dikkatler yarın gerçekleşecek olan Erdoğan-Putin zirvesinde...Yani Türkiye kendisine yönelik tehditleri bertaraf etme konusundaki kararlılığını hem sahada hem de masada çok net ortaya koydu, koyuyor. Üstelik de ABD ve Rusya’ya rağmen.. Çünkü her ikisi de bir yandan Türkiye ile müttefik gibi davranıyor,
ABD ile Fırat’ın doğusuna dönük güvenli bölge görüşmeleri, Rusya ile yaşanan İdlib gerilimi arasında günlerdir yanan ormanları ve yangın söndürme tartışmalarına odaklandık. Özellikle de yangına müdahalede uçaklar ve helikopter tercihleri konusuna. Yani yaklaşık 35 yıldır süregelen bildik orman yangını polemiğine... Dolayısıyla da birazcık arşivlerde gezinmekte yarar var. Örneğin 19 yıl önce yine bu tartışma alevlendiğinde “Bir uçak öyküsü” başlıklı yazımızda (24 Haziran 2000) şöyle demiştik:
Türkiye 15 yıldır yangın uçağını tartışıyor. Alsak mı, yapsak mı? Yoksa kiralasak mı?.. Öte yanda da ormanlar cayır cayır yanıyor. Son 10 yılda yitirdiğimiz ormanlık alan 129 bin 058 hektar... Yangın Koruma Daire Başkanlığı, bunun İstanbul’un Anadolu yakasıyla eş değer olduğunu söylüyor. Yani Boğaz ile İzmit arası kadar yer yanmış. Maddi zarar ise katrilyonlarla ifade ediliyor. Sadece 1996 yılında Marmaris’te yitirilen ağaç sayısı 100 bin, zarar 7.2 katrilyon. Bu ağaç bedeli. Ya temiz havanın, suyun, yanarak ölen
Fırat’ın doğusuna dönük güvenli bölge görüşmeleri ve sonuç alınamadığında olası operasyon tartışmaları sürerken, Fırat’ın batısında tansiyon yükseldi. Aslında buna biri diğerini tetikledi demek daha doğru. Çünkü güney sınırımızdaki de facto komşularımız ABD ve Rusya’nın Fırat’ın doğusu ve batısındaki tüm hesapları Türkiye’yi yanına çekmek üzerine. Yani Rusya Türkiye’nin ABD ile ilişkisinin, buna karşılık ABD de Rusya ile Türkiye’nin arasının bozulmasını istiyor ve buna dönük çalışıyor. Bunun için de ellerinde iki büyük koz var. Biri, YPG/PKK’nın işgalindeki Fırat’ın doğusu, diğeri batıdaki İdlib konusu. Dolayısıyla da gelişmelerin hiçbiri tesadüf değil, doğrudan tezgâhlanan kirli oyunun bir parçası. Nasılını Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski başkanı, Em. Korg. İsmail Hakkı Pekin anlatıyor:
“Güvenli bölge konusunda Türkiye ile ABD arasındaki gelişme ister istemez Rusya’yı