Ankara’da ittifak mesaisi baş döndürücü hızla devam ediyor. Hem de seçime katılma hakkına sahip olan bütün partilerin ilk defa her birinin son seçimde aldığı oylar ve oranlarına bakılmaksızın. Hatta buna seçime katılma hakkı olmayan diğer partileri de eklemek mümkün. Zira onların da doğrudan olmasa da listelerden aday gösterilme gibi dolaylı yollarla ittifaklara katılabilmeleri söz konusu. Tabii oy potansiyelleriyle orantılı olarak. Yani her partinin oyuna dahil olduğu, olabileceği bir seçim atmosferindeyiz... Dolayısıyla da sadece Cumhurbaşkanlığı seçimini etkileme hesapları değil, partiler ve milletvekilleri açısından daha geniş bir yelpazenin Meclis’e taşınabileceğine dönük arayışları da içeren bir süreçten geçiyoruz. Bunun sonucunda da parlamentoda daha renkli bir görüntü olacağı açık. Peki, bu yeni sistemden mi, yoksa gelişmelerden mi kaynaklanan bir durum? Yanıt, her ikisi de.. Çünkü son yapılan düzenlemeyle Cumhurbaşkanı’nın yüzde 50 artı 1’le seçilmesinin bu durumu ortaya çıkaracağı zaten belliydi. Ancak, mevcut şartlar içerisinde yapılan bütün anketler de bir oyun bile çok kıymetli hale geldiğini gösterince bu hepten tetiklendi. O nedenle de sonucu garantiye almak için
Erken seçim öncesi Ankara’da dar alanda ve zamanda kısa paslaşmalar devam ediyor. Herkes İYİ Parti’nin seçimlere katılıp katılamayacağına odaklanmışken Kılıçdar-oğlu’ndan sürpriz bir hamle geldi ve CHP’li 15 milletvekili İYİ Parti’ye katıldı. Bir başka deyişle İYİ Parti’nin C planı devreye girdi ve Meclis’te grup kurarak seçimlere girmesinin önü açıldı. Ya da Meral Akşener’in 100 bin imzayla Cumhurbaşkanı adayı olmasında, YSK’nın “engel çıkaracağı” iddiasının önü kesildi. Nitekim hemen ardından da YSK’dan “İYİ parti seçimlere girebilir” açıklaması geldi. Siyasi arenada ilk kez karşılaştığımız iki parti arasındaki bu görüntü bazılarınca gizli ittifak ya da hülle gibi yorumlansa da aslında buna “süt kardeşliği” demek daha doğru. Tabi şimdilik kaydıyla. Çünkü her iki parti de şu anki duruma göre, yani yine bir değişiklik söz konusu olmazsa ayrı ayrı aday göstererek Cumhur-başkanlığı seçimine katılacaklar. Yani birliktelik söz konusu değil. Ancak bu birbirlerini koruyup kollamaya-cakları anlamına gelmiyor. Seçimlerin ikinci tura kalma durumu söz konusu olursa da konunun “süt arkadaşlığına” dönüşeceği ise zaten malum... İşte bu noktada da 17. dönem İstanbul Milletvekili Yılmaz
TSK’daki kripto FETÖ’cü-lerin oluşturduğu tehdit OHAL’in son uzatılma gerekçesinde de çok net vurgulandı. Hemen arkasından da bakan Canikli’den deşifre edilen 3 bin kişilik yeni bir yapının ordudan ihraç kararı geldi. Tabii şimdilik vurgulamasıyla... Yani bazılarının dediğinin aksine, yeni ihraç edileceklerle birlikte ordudan atılan asker sayısı 15 bine yaklaşıyor ama temizlik bitmiş değil. Dolayısıyla da daha binlerce FETÖ’cünün varlığı ve mücadelenin uzun süreceği açık. Özellikle de kripto FETÖ’cüler nedeniyle. Çünkü bakanın da vurguladığı gibi bunları ortaya çıkarmak tam anlamıyla iğneyle kuyu kazmaya benziyor. Örneğin, TSK içinde yuvalanmış FETÖ’nün kripto mensuplarının son dönemde “ankesörlü telefon” üzerinden yaptıkları milyonlarca görüşmenin izini sürmenin yanı sıra Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda oluşturulan merkez tarafından geliştirilen bilgisayar programıyla da uyuyan/kripto FETÖ/PYD üyesinin ya da iltisaklı personelin tespiti için son derece titiz bir çalışma yürütülüyor. Şöyle ki; 17 bakanlık ve 25 kurumla iş birliği yapılarak komutanlık bünyesindeki rütbeli her asker hakkında öncelikle üç kuşak geriye dönük olarak mesleki hayatı boyunca eğitim durumu, sicili, girmiş
Siyasette en zor şey, seçim söz konusu olduğunda ben yokum ya da şimdi olmaz sonra demek. Zira hiçbir siyasetçi halkın iradesinden kaçıyor görüntüsü vermek istemez. O nedenle de istese de istemese de varım der. Nitekim bu gerçek son Bahçeli klasiğiyle bir kez daha yinelendi. Hazır olsun olmasın, tüm muhalefet partileri anında hodri meydan dedi. Noktayı da dün Cumhurbaşkanı Erdoğan koydu ve Bahçeli’nin teklifindeki tarihi daha da öne çekerek sandığı gösterdi. Hem de daha önce defalarca seçimlerin zamanında yapılacağını açıklamasına rağmen. Tabii Suriye ve Irak merkezli yaşanan tarihi önemdeki hadiseler ve Türkiye’nin belirsizlikleri bir an önce aşması gibi gerekçelerle. Yani artık resmen seçime gidiyoruz. Dolayısıyla da böyle bir karar neden, nasıl alındı, yani Bahçeli’nin grup toplantısındaki çıkışı sürpriz mi yoksa Cumhur İttifakı kapsamında planlı bir hareket miydi noktasından çok, bundan sonraki gelişmelere odaklanmak daha doğru. Çünkü sandığa giden yolda fazlasıyla tartışılacak konu başlığı var. Örneğin;
İYİ Parti seçime girecek mi, girmeyecek mi? Giremeyecekse, çözüm SP listesinden girmek mi olacak yoksa DP genel kurulda adını İYİ Parti olarak mı değiştirecek?
CHP’nin Cumhurbaşk
Trump’un Twitter çılgınlığıyla başlayan ABD ile Rusya arasındaki son güç dalaşında fırlatılan 105 Tomahawk füzesinin siyasi açıdan mesajı açık ama askeri açıdan bakıldığında görüntü flu ve bol dezenformasyon odaklı. Hem ABD tarafında, hem de Rusya tarafında. Çünkü Trump ve Pentagon diyor ki:
Tüm hedefler vuruldu. Sınırlı, ezici ve etkileyiciydi. Daha iyisi olamazdı...
Buna karşı Rusya ve Suriye diyor ki:
105 füzeden 71’i savunma sistemiyle havada imha edildi. Vurulan yerler de zaten boşaltılmıştı...
Yani hem iki süper güç arasındaki akıllı füzelerin üstünlüğüne dönük teknolojik rekabetin sonuçları, hem daha önce de kendi vatandaşlarına karşı kimyasal silah kullanmaktan çekinmeyen Esad’ın artık bu alçaklığı yapıp yapamayacağı flu. Kaldı ki tüm dünyayı ayağa kaldıran Duma’daki katliamın faili de hala tartışmalı. Çünkü orada da çift taraflı dezenformasyon var ve bu ABD, İngiltere, Fransa’nın araştırma yapacak olan heyetin kararını baklemeksizin vurmasıyla daha da gizemli hale gelmiş durumda. Dolayısıyla da son bir haftada yaşanan yüksek gerilimin ardından an itibariyle tek gerçek şu:
Her ne kadar Twitter fenomeni Trump “yakın zamanda Suriye’den çekileceğiz” dese de ABD’nin böyle bir
Suriye topraklarında kimin kimle ittifak yaptığı, kimle savaştığı kanlı 7 yılda pek çok kez değişti. ABD ve Rusya başta olmak üzere bölgede gözü olan devletler yönlendirdikleri terör örgütleriyle rakiplerini dolaylı vurdular, vuruyorlar. Öyle ki iki süper gücün aynı terör örgütünü kullandığı dönemler bile oldu. O nedenle de perde gerisindekiler saldırılar ve katliamlarla ilgileri yokmuş gibi davrandılar. Şimdilerde ise bu perde kalktı ve tüm dünya ABD ile Rusya arasındaki doğrudan güç dalaşını izliyor. Gerçi Rusya, ABD’ye göre çok daha temkinli ve akıllı davranıyor ama yine de endişe dorukta. Özellikle de Trump’ın gel-gitleri nedeniyle. Dolayısıyla da vekâlet savaşından açık savaşa doğru gidişi tetikleyen bir görüntü söz konusu. Tabii olurluğu Trump’ın sosyal medya üzerinden yaptığı çıkışlarının gerçekleşmesi ve de gönderileceği söylenen füzelerin adresleriyle bağlantılı olarak. Çünkü gelişmelere göre doğrudan ABD-Rusya kapışmasının yanı sıra vekâlet savaşlarının devletlerin kullanılması gibi yeni bir boyuta evrilme olasılığı da var. Nasılını Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski Başkanı Em. Korg. İsmail Hakkı Pekin anlatıyor:
“ABD’nin asıl amacı İran’ın etkisini Suriye’den silmek.
Türkiye Afrin’de kalıcı ve işgalci olmadığını defalarca açıkladı, açıklıyor. Ama bu birilerinin, “Hadi zamanı geldi, çekilin ve Afrin’in anahtarını da şuna teslim edin” demesiyle uygulanacak bir durum gibi algılanmamalı. Çünkü Türkiye bunun şartlarını ve nasıl olacağını da önceden çok net ortaya koydu ve “Afrin’i, Afrinlilerin kendisine bizzat teslim edeceğiz” dedi. Yani Fırat Kalkanı Harekâtı’yla nasıl bir yıldan fazla süredir Azez, Cerablus ve El Bab’ın idaresi o toprakların gerçek sahipleri olan Suriyelilerdeyse, aynısı Afrin için de geçerli olacak. Tabii zamanı geldiğinde. Dolayısıyla da teslimatın kime yapılacağından çok, zamanlamasına odaklanmak daha doğru. Niyesini emekli tuğgeneral, Dr. Naim Babüroğlu anlatıyor:
“Türkiye ben orada insanlar evlerine dönüp huzurlu bir şekilde yaşamlarını sağladıklarında, güvenlik tesis edildiğinde benim görevim biter diyor. Ama şunu unutmayalım, oranın güvenliği kaç yıl sonra sağlanacak? Mesela El Bab’a daha geçenlerde bomba atıldı. İdlib’de saldırılar oluyor. PKK/PYD bombalar atacak. ABD oradan çıkmayacak, şimdi İngiltere geldi, Fransa da geldi. Yani Türkiye durup dururken Afrin’de sistem kuruldu ben çıkıyorum derse PKK/PYD o boşluğu tekrar
Türkiye-ABD ilişki-lerinde yaşanan gerilim doğrudan terör örgütleriyle bağlantılı. Daha doğrusu, ezeli dost ve müttefik(!) ABD’nin onlarla olan anlaşılmaz ilişkilerine odaklı. Yani lafa geldiğinde “teröre ve teröriste” karşı olduğunu söyleyen ABD samimi olsa sorunlar aşılacak. Ama ABD ne yapıyor? Hem PKK/PYD’ye hem de FETÖ’ye açıkça ve ısrarla kol kanat geriyor. Bir başka deyişle sadece dağdaki teröristlerden değil Pensilvanya’dakinden de vazgeçmiyor. Çünkü birini kara gücüm diyerek maşa gibi kullanıyor, diğerinden de dünyanın her yerinden bilgi toplamak, gerektiğinde de istediği yerde kaos çıkarmak amacıyla yararlanıyor. Aynen 15 Temmuz’da yaptığı gibi. Dolayısıyla da CIA takipteki PKK’lı lider kadronun izleri bulunmasın diye perdeleme, ABD’deki Fetullah Gülen’e de yekten korumalık yapıyor. Üstelik de Türkiye’nin ısrarla iade edilmesi taleplerine rağmen. Dün bu durumu MİT eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş’e sordum. Yanıtı şuydu:
“İstihbarat savaşları içerisinde Fetullah Gülen terör örgütü yapılanmasının yaratılmasında ABD’nin harcadığı gayretin, desteğin büyüklüğü ve kurulan ilişkilerin genişliği dikkate alındığında bunu toparlayarak teslim edilmesi gibi bir olay ancak zaman