Suriye ve Irak’ta yarı devletimsi bir yapı havasındaki DAEŞ kontrol altında tuttuğu toprakların önemli bir bölümünü kaybetti. Sırada kurtarma operasyonu devam eden Musul ve ABD’nin partner konusundaki kararsızlığı nedeniyle hala plan aşamasındaki DAEŞ’in başkenti Rakka var. Ancak bu tüm dünyayı, insanlığı tehdit eden DAEŞ belasının sona yaklaştığı anlamına gelmiyor. Çünkü askeri müdahaleler, bombalamalar savaş mekanizması DAEŞ’e yönelik bir çözüm ve gücünü zayıflatma gibi görülse de zihniyet olarak DAEŞ’i pek etkileyen bir durum değil. Niyesini Terör ve Güvenlik Uzmanı, eski bordo bereli Abdullah Ağar, şöyle anlatıyor:
“Asıl mesele şu an İslam coğrafyasında IŞİD’e sempati duyanların oranı. O rakam çok yüksek, yüzde 9’lar seviyesinde. Yani 150 milyon gibi bir rakam var ortada. Bu çok tehlikeli bir potansiyel taşıyor çünkü sonuçta birileri seviyor, sempati duyuyor bu çok farklı bir fotoğraf. Şu anda Irak, Suriye hariç Libya, Nijerya, Mısır’da Sina yarımadasında, Afganistan ve Pakistan olmak üzere 5 ayrı ülkede toprakları var onlar ne olacak?”
DAEŞ’in Irak ve Suriye’de sahada yok etmek anlamında da kafa karışıklıkları olduğunu belirten Ağar, devam ediyor:
“Mesele sadece Musul ve Rakka
Münbiç Suriye politikasında Türkiye’nin olmazsa olmazı. Çünkü PYD/YPG hâlâ El Bab’ın güneyinden dolaşarak Münbiç ile Hatay sınırındaki Afrin’i bağlayan bir koridor oluşturabilir. Dolayısıyla, Türkiye’nin bekası için kaçınılmaz olan Fırat Kalkanı Harekâtı’nın boşa çıkmaması için Münbiç’in de kontrol altına alınması şart. Nitekim Türkiye’de ısrarla El Bab’dan sonra hedefin Münbiç olduğunu vurguluyor. Ancak bazı sıkıntılar söz konusu. Şöyle ki; ABD “PYD/YPG Münbiç’ten çıkacak, Fırat’ın doğusuna çekilecek” diyordu ama bugün itibarıyla tam tersi bir görüntü var. Sözünü unutan ABD, PYD/YPG sevdasından vazgeçmediği gibi, yaptığı zırhlı araç ve ağır silah desteğiyle daha da güçlenmelerini sağladı. Rusya da PYD/YPG konusunda Türkiye’yle çok aynı düşünmüyor. O bağlamda Suriye rejimi ile PYD/YPG arasında bir organik ilişki de var. Hatta Münbiç’te ÖSO’yla PYD/YPG’nin karşı karşıya kaldığı yerlerde alanı boşaltıp araya Suriye ordusunu soktuğu yönünde gelişmeler de gündemde. İşte bu noktada da akla gelen soru şu: Eğer Türkiye nihayetinde PYD/YPG konusunda ABD’yi ve Rusya’yı ikna edemezse, yani her şeye rağmen Münbiç’e hamle yapar mı?
Bu soruya “kesinlikle” yanıtını veren de var “zor” diyen
Suriye sorunu çözülüyor mu yoksa daha da mı karmaşıklaşıyor? Bu sorunun yanıtı çok zor çünkü ısrarla Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunan Türkiye dışında hiçbir küresel ve bölgesel aktörün niyeti net değil. Dolayısıyla, masada kalıcı barışa dönük çözüm arayışları ve sahadaki DAEŞ’i yok etmeye yönelik mücadeleye rağmen Türkiye dışında tüm aktörler samimiyet testinden sınıfta kalmış durumda. Bunun en çarpıcı örneğini de El Bab harekâtında yaşadık. Göğüs göğüse savaş sürerken, ABD başta olmak üzere müttefik görünen ülkeler bırak destek vermeyi, DAEŞ’li teröristlerin El Bab’a sızmasına dahi göz yumdular. Harekât başladığında El Bab’da 80-100 teröristin varlığından söz edilirken şu ana kadar öldürülenlerin sayısı 2 bini buldu. Kaçanlar da hariç. Yani Türkiye’yi zorda bırakmaya dönük hesaplar vardı ama tutmadı.
Şimdi sıra yeni test alanları Menbiç ve Rakka’da... Trump’la birlikte “ilişkilerde yeni gün” diyen ABD, Türkiye’nin kırmızı çizgisi PYD/YPG’ye Menbiç’ten çekil ve Rakka operasyonunda sen kenarda bekle mi diyecek? Yoksa Türkiye’ye ve öngördüğü plana rağmen, Rakka’ya PYD/YPG ile birlikte mi yürüyecek? Dün konuştuğum Terör ve Güvenlik Uzmanı, eski bordo bereli Abdullah Ağar’ın bu
Milli Savunma Bakanlığı’nca yapılan düzenleme kapsamında Türk Silahlı Kuvvetleri’nde Genelkurmay karargahı, kuvvet komutanlıkları ve bağlı birliklerde görev yapan kadın subay ve astsubaylar resmi üniformalarıyla birlikte başörtüsü takabilecek. Bu arada aynı bakanlığın türbanlı asker eşleri orduevine alınmadığı için açılan davalarda bunu öngören yönergeyi savunan örnekler de var. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’ndeki (AYİM) bu davalar henüz sonlanmış değil. Yani Genelkurmay Başkanı’nın dediğine göre kadın askerlere türban takma yolunu açan bakanlık, türbanlı eşlerin askeri tesislere alınmaması nedeniyle açılan davalarda hep yasağı öngören yönergeyi savundu. Örneğin astsubay Hakan Kayabaşı’nın karar aşamasındaki davası gibi... Türbanlı eşi kaldıkları askeri lojmana alınmadığı için 2015’te açılan ve ilk aşaması 2016’da astsubayın lehine sonuçlanan ama sonrasında orduevine giriş yasağıyla yine AYİM’e intikal eden davanın hukuki sürecini Kayabaşı’nın avukatı Mehmet Erkan Akkuş şöyle anlatıyor:
“Müvekkilimin eşine başörtülü fotoğrafı sebebiyle askeri kimlik kartı Genelkurmay tarafından verilmemişti. Bu sebeple eşi kendilerine tahsis edilmiş lojmana giremiyordu. Ya da yanına nöbetçi bir
Fırat Kalkanı Harekâtı’nın en kritik hedeflerinden birini oluşturan El Bab’daki mücadelenin IŞİD’in göstereceği direnç, küresel ve bölgesel güçler arasındaki kirli ilişkiler nedeniyle önceki aşamalardan çok daha zor olacağı biliniyordu. Çünkü müttefik havasındaki bazı ülkelerin (ki bunların başında ABD geliyor) görüntüleri ile gerçek niyetleri arasında keskin farklılıklar var. O nedenle de Türkiye sadece askeri değil, siyasi boyutları da olan bir harekât yürüttü, yürütüyor. Üstelik de FETÖ’nün gölgesi ve darbe girişimi nedeniyle TSK’nın sıkıntılı olduğu bir dönemde. Dolayısıyla, bugün tamamı kontrol altına alınan El Bab’a dönük harekâtı sorgularken fotoğrafın bütününe bakmakta ve gelinen noktanın TSK açısından önemini vurgulamakta yarar var. Tabii bundan kime ne mesaj çıktığına da...
Dün bu konuyu emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz ile konuştum. Öncelikle Ergenekon, Balyoz, FETÖ’nün darbe girişimi, arkasından da TSK’daki emir komuta sisteminin bütünlüğünü bozan gayretlere rağmen önemli bir başarı elde edildiğini belirten Yavuz, “TSK zoru başardı. Arkadaşlarımızı kutlamak gerekir” dedi. Sonrasında da harekâtın uzun sürdüğüne yönelik eleştiriler için şunları söyledi:
“Çok hızlı bir
Her seçim öncesinde olduğu gibi referanduma dönük de engelli vatandaşların gizli ve güvenli oy kullanma, sandıklara erişimi konusundaki sorunlar gündemde. Çünkü yüz binlerce görme engelli yine başkalarının yardımıyla tercihini yapacak, sandıkların kurulacağı yerler de ortopedik engellilerin erişimi açısından uygun hale getirilmiş değil. Bunun ne anlama geldiğini Engelliler Konfederasyonu Başkanı Avukat Turhan
İçli şöyle açıklıyor:
“7.5 milyon engelli seçmenin çok cüzi bir kısmı oy kullanıyor ya da kullananların gerçekte iradesine uygun kullanıp kullanmadığını bilmiyoruz. Refakatçisinin vicdanına kalmış bir durum. Bu da gölge düşürüyor seçimlere.”
Bu hem vatandaşlık haklarının kullanımı hem de sandık sonuçlarını etkilemesi açısından çok sıkıntılı bir durum. Nitekim bunu İçli de YSK önünde yaptığı basın açıklamasında dile getirdi. Dolayısıyla da yanıt beklenen soru şu:
Neden çözüm getirilmiyor ya da getirilmedi? Üstelik de Şubat 2016’da Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile Yüksek Seçim Kurulu Başkanlığı’nca düzenlenen “Engelsiz Seçim Çalıştayı”nda çözüme dönük kararlar alınmasına rağmen... Dün konuştuğum YSK’daki CHP temsilcisi Av. Mehmet Hadimi Yakupoğlu’nun bu soruya
İzmir’de “askeri casusluk” adıyla bilinen, 49’u muvazzaf asker toplam 357 sanığın yargılandığı ve beraatle sonuçlanan gizli bilgi ve belge bulundurma davasının FETÖ/PYD yapılanmasının bir kumpası olduğu ortaya çıktı. Şimdi aralarında hakim, savcı ve polislerin de olduğu bu kumpası tezgahlayanlar yargılanıyor. Ancak böyle kirli bir tezgahla suçlanarak ordudan atılanların mağduriyetleri ise devam ediyor. Aralarında görevlerine iade edilenler oldu ama hala bu mücadeleyi sürdürenler var. Hem de ne şartlarda... Bunlardan birisi de Hava Astsubay Engin Aşlakçı ve hikayesi de son derece ilginç. Şöyle ki;
Kumpas kapsamında “Askeri yasak bilgileri temin etmek ve fuhuşla” suçlanan Astsubay Aşlakçı yargılaması devam ederken Hava Kuvvetleri İstihbarat Daire Başkanlığı’nca sorgulandı. Ve bu sorguda ona da intihar eden Üsteğmen Nazlıgül Daştanoğlu’na olduğu gibi özel yaşama dönük (evlilik öncesi ilişkileri Facebook’taki fotoğrafları, paylaşımları vb) sorular yöneltildi. Sonrasında da devam etmekte olan yargılama sebep gösterilerek Silahlı Kuvvetler’den ilişiği (Şubat 2014) kesildi. Avukatı Mehmet Erkan Akkuş aracılığıyla işlemin iptali için Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’ne (AYİM) başvuran Aşlakçı
Türkiye’nin Suriye’de tavrı çok net. Sınırında DAEŞ’i ve PYD/YPG’yi istemiyor, dolayısıyla komşuda parçalanma değil toprak bütünlüğünden yana. Bu konudaki kararlılığını da Fırat Kalkanı Harekâtı’yla gösterdi. Hem DAEŞ’i temizledi hem de PYD/YPG’nin terör koridoru hayalini engelledi. Şimdi sırada PYD/YPG’nin tahkimat yaptığı Menbiç, sonrasında da Fırat’ın doğusu var. Ancak o noktada bazı sıkıntılar söz konusu. Çünkü DAEŞ’in temizlenmesini isteyen ABD ve Rusya PYD/YPG’ye ne olacağı konusuna dair müzakereye pek yanaşmıyorlar. Yani Suriye’nin toprak bütünlüğü konusunda Türkiye gibi açık ve net değiller. Sorulduğunda her ikisi de “Bağımsız bir Kürt girişimini desteklemiyoruz” diyorlar ama fiiliyatta biri açıktan ağır silah ve zırhlı araç vererek PYD/YPG’yi destekliyor, diğeri siyasi manevralarla çözüm masasına oturtmaya çalışıyor. Bir başka deyişle, küresel güçler kendi çıkarlarına dönük Suriye’deki Kürtleri kolluyor ya da kullanıyor. Tabii Kürtlerin Suriye’de karşı karşıya gelmek istemeyen ABD ve Rusya arasındaki nazik durumu kendi gelecekleri için manipüle etme durumu da var. Yani Suriye’de Kürt odaklı ama partneri gelişmelere ve çıkarlara bağlı olarak değişen kirli bir oyun söz