El Bab’ın kurtarılması Fırat Kalkanı Harekâtı’nın nihai hedefi değil. Alındığında DAEŞ tehdidi Türkiye sınırından daha da uzaklaştırılacak ve PYD/YPG’nin Suriye’nin kuzeyinde ele geçirdiği bölgeleri birleştirme hayali önlenecek ama bu harekâtın tam anlamıyla “kalkan” olabilmesi için Menbiç’in de kontrol altına alınması şart. Hem de öncelikle. Çünkü PYD/YPG hâlâ Menbiç’ten El Bab’ın güneyine rejimin elinde bulundurduğu bölgeler üzerinden Afrin’e giden bir hat oluşturma şansına sahip. Dahası, Türkiye’yi “çekilecek, çekiliyor’ diye oyalayan ABD’nin ağır silah desteğiyle daha da güçlenmiş durumda. Dolayısıyla, bu tehdidin de bertaraf edilebilmesi adına terör örgütünün Menbiç’ten de bir an önce sökülüp atılması şart.
Gelinen bu durumu dün emekli tuğgeneral, Dr. Naim Babüroğlu’na sordum. Sorunun Fırat Kalkanı Harekâtı başladığında Cerablus’tan sonra Menbiç yerine El Bab’a gidilmesinden kaynaklandığını belirten Babüroğlu “Bu bir hataydı” dedi. Sonrasında da şöyle devam etti:
“Aslında Türkiye şunu yapmalıydı. Süleyman Şah Saygı Karakolu ya da türbesi yerinden taşınmamalıydı, bu da bir hataydı. Ama diyelim ki tahliye edildi, tekrar bunun çok ivedi olarak eski yerine taşınması lazım. Yeri
Gelen şehit haberleriyle “Ne işimiz var El Bab’da” tartışması alevlendi. Doğru, yüreğimiz yanıyor ama şunu da bilmekte yarar var. Sonuçta Fırat Kalkanı Harekâtı şartların diretmesiyle yapılmak zorunda kalınan ve en azından Türkiye’nin kendisini garantiye almak için gerekli bölgeyi ele geçirmesini sağlayan, taktiksel bir hamle. O ana kadarki (24 Ağustos 2016) uygulanan Suriye politikaları doğrudur, yanlıştır tartışma kaldırır ama harekât için bunu söylemek zor. Çünkü bu harekâtın birkaç amacı var. Birincisi bir ara komşumuz konumuna gelen DAEŞ teröristlerini güneye süpürerek sınır güvenliğini sağlamak. İkincisi ABD’nin korumasındaki PYD\YPG’ nin Akdeniz’e kadar ulaşmayı hedeflediği koridoru engellemek. Bir başka önemli etken de, yeni gelişmelerde Türkiye’ye doğru gelecek olan Suriyeli mültecilerin barınması için “güvenli bölge” oluşturmak. Dahası Türkiye’ye sığınan ve Suriye’ye dönmek isteyen insanlara kendi topraklarında yaşama imkanı sunmak. Yani Fırat Kalkanı, Türkiye, özellikle de sınır illerimiz açından hem siyasi hem de askeri hedefleri olan çok kapsamlı bir harekât. Örneğin bu harekât başlayıncaya kadar hemen her gün DAEŞ’in kontrolündeki bölgelerden ateşlenen füzeler
Türkiye Fırat Kalkanı Harekâtı’yla DAEŞ’i Kuzey Suriye’den kazımak, ABD destekli PYD/YPG koridorunu engellemek ve güvenli bölge oluşturmak adına çok stratejik bir hamle yaptı. Türkiye- Rusya-İran anlaşmasıyla da Suriye’de kalıcı barışın önü açıldı. Yani Türkiye sahada ve masada varlığını çok net ortaya koydu. Hem de müttefik görünen ama TSK’nın Suriye sınırında 20 kilometreden öteye gitmesini istemeyen ABD’ye rağmen... Bugün gelinen noktada ise ABD’nin bu görüşü saha gerçekleriyle değişmiş durumda. Şu ana kadarki gelişmeler de ABD’nin yeni başkanı Trump’ın Türkiye’nin önemini ve işlevini anladığına yönelik görüntü veriyor. Bu bağlamda da Türkiye ve ABD’nin ortak Rakka operasyonu gündemde. Yani ABD Başkan Yardımcısı’nın ifadesiyle, Türkiye-ABD ilişkilerinde “yeni bir gün” söz konusu. Ancak o güne dönük de fluluk ve çok sayıda soru işaretleri var. Hem ABD hem de bölgedeki yeni dengeler açısından. Örneğin:
- ABD koruması altında Irak sınırından Fırat’a kadar geniş bir alana yayılmasını sağladığı, operasyonunu birlikte planladığı Rakka’nın kapısına kadar gelmiş PYD/YPG’ye “Sen çekil” diyecek mi? Dese bile çekilir mi? Çekilse de bugüne kadar silah verdiği ve birlikte üs kurduğu bu
Suriye’de zemin o kadar kaygan ki dengeler ve harekât planları sürekli değişiyor. Örneğin, Suriye rejim güçleri ve beraberindeki İran destekli Şii milislerin, Rakka yolunu kapatmasıyla TSK destekli ÖSO birliklerinin üç yönden çembere aldığı El Bab, hafta başında tamamen kuşatıldı. Bu DAEŞ’li teröristlere gelen desteğin kesilmesi, dolayısıyla da aylardır süren direncin kırılması açısından önemli ancak bir o kadar da Türkiye ile Suriye’nin karşı karşıya gelmesi gibi risk içeren de bir gelişme. Nitekim “Esad güçleriyle karşılaşmamak için Rusya ile görüşüldüğüne” yönelik açıklamalar geliyor. Tabii bu arada bazı çevrelerce Türkiye’nin Şam ile anlaşarak El Bab’ı daha kolay ele geçireceği, Suriye güçlerinin de Rakka’ya yöneleceği gibi seçenekler dahi konuşuluyor. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD Başkanı Trump ile yaptığı telefon görüşmesinden sonra bu da havada kalacak bir olasılık durumunda. Çünkü ABD’ile Rakka’ya ortak harekât planı yine gündeme geldi. Bu arada da El Bab’ın kontrolü maksadıyla icrasına başlanan bugüne kadarki en kapsamlı operasyon neticesinde stratejik öneme haiz tepeler TSK desteğindeki ÖSO unsurlarınca ele geçirildi. Dahası, bu operasyonun hava saldırılarına
ABD Başkanı Trump çıkışları ve yedi Müslüman ülkenin vatandaşlarına giriş yasağı getiren kararıyla kendi halkının da sokağa dökülmesine neden oldu. Araştırmalara göre her iki ABD’liden biri Trump’ın bu kararlarını destekliyor ya da karşısında... Yani Trump’ın gelişiyle Ortadoğu’da daha da derinleşen belirsizlik ve tereddüt ortamı kendi ülkesine de yansımış durumda. Çünkü Trump’ın söylem olarak radikal İslam’ı hedef alan ama onun dışında İslam toplumlarını da rahatsız eden bir ifade tarzı var. Ve de ABD’nin İslam dünyasında yarattığı tepkileri artıran bir durum söz konusu, bu da riskleri arttıran bir olay. Dolayısıyla da “güvenlik” gerekçesiyle getirilen bu uygulamaların radikal İslamcı terörü tetikleyeceğini iddia edenler de var. Dahası bu konularda başka ülkelerde gerçeğe dönüşen komplo teorilerinin ABD içinde geçerli olabileceği konuşuluyor. Hele de ABD vatandaşları arasında sığınmacı ve göçmenlere getirilen bu yasaklar konusunda ayrışma söz konusuyken...
Gerçekten böyle bir şey olası mı? Olursa da yansımaları ne olabilir? Trump’ın şirket idare gibi davrandığını ve üslubuyla tepkileri derinleştirdiğini belirten eski MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş’in bu konudaki sorulara
TSK’daki FETÖ temizliğinde darbe girişiminden bu yana 7 bine yakın asker ordudan atıldı, yüzlercesi de tutuklandı. On binlerce subay-astsubay hakkında geriye dönük inceleme ve araştırma yapıldı, yapılıyor. Ordudaki bütün sınavlar, terfiler, ödüller ve kurslar da mercek altına alınmış durumda. Yani herkesin bilip konuştuğu ama darbe girişiminden sonra ete kemiğe bürünen FETÖ’cülerin ayıklanmasına dönük “seferberlik durumu” var. Ancak Genelkurmay Başkanı’nın “güvenilir” diye atanan yeni yaverinin de FETÖ soruşturması kapsamında gözaltına alınmasıyla gördük ki “Ortaya çıkanlar buz dağının görünen yüzü” iddiaları boşa değil. Örneğin, eski Hava Kuvvetleri Komutanlığı Başsavcısı emekli Albay Ahmet Zeki Üçok TSK mensuplarının yüzde 50’den fazlasının şu veya bu şekilde FETÖ ile irtibatlı olduğunu birçok kez dile getirmişti...
TSK’daki FETÖ açısından son gelişmeler üzerine dün Üçok’u aradım ve sıkça yinelediği bu verinin dayanağını sordum. Yanıtı şuydu:
“Bunu resmi olarak biliyorum. Geçtiğimiz günlerde Ankara Cumhuriyet Savcılığı eğitim alanında uzman bir profesörü bilirkişi olarak atadı. Bu bilirkişi 2006 ile 2015 yılına kadarki süreçte askeri okullara giriş sınavlarını inceledi. 2010
Milletveki-linin iletişim harcamalarının Meclis tarafından karşılanması makul. Çünkü her durumda vatandaşla ya da bir olay nedeniyle birileriyle üzerine yük olmadan iletişim kurması görevinin bir parçası. Dolayısıyla, vekillerin bir yıl içinde 2 maaş tutarına kadar olan telefon ve posta masraflarının karşılanmasına kimsenin itirazı yok, bugüne kadar olmadı da. Ancak CHP Adana Milletvekili Elif Doğan Türkmen’in 1.2 milyon liralık faturası ve Başkanlık Divanı üyelerine bu imtiyazın “sınırsız” olması kabul edilebilir değil. Dahası, ayıp ve vatandaşa saygısızlık. Doğal olarak, yanıt beklenen soru da çok net:
Devletin parası nasıl bu kadar sorumsuzca harcanır?
Buna karşı şu ana kadar yapılan açıklamalar ise bırakın pişmanlık ya da “Hata ettik” gibisinden sözcükleri, daha çok o paranın üstüne bir bardak su için havasında. Yani o kadar eleştiri ve tepkiye rağmen kamuoyunu rahatlatacak somut bir adım yok. Hem harcamayı yapan vekil hem de bu yolu açanlar açısından.
Niyesini dün eski CHP İstanbul Milletvekili Oktay Ekşi’ye sordum. Ekşi’nin verdiği yanıt, daha önceki benzer örnekleri de (yılda 100 bin kilometrelik akaryakıt gideri gibi) kapsar nitelikteydi:
“Üstüne gidemezler çünkü
25 yaşındaki Jandarma Uzman Çavuş Tuncay Arslan Şırnak Çakırsöğüt 1. Jandarma Komando Tugayında görevliydi. 2015 yılının ikinci yarısından sonra Şırnak il merkezi, Cizre, Silopi ve İdil ilçelerinde başlayan hendek operasyonlarında teröristleri etkisiz hale getirmek için çarpıştı. Aylarca süren bu çatışmalarda 1267 PKK’lı terörist etkisiz hale getirilirken, Tuncay Arslan’ın 113 silah arkadaşı şehit oldu. Sonunda bölge huzura kavuştu ve bu operasyonlarda asker ile polis birer kahramanlık destanı yazdı...
***
Temmuz 2016....Darbe girişimine ilişkin ülke genelinde başlatılan soruşturmalar kapsamında Şırnak’ta Çakırsöğüt Jandarma Komando Tugay Komutanı Tuğgeneral Ali Osman Gürcan ile 2’si binbaşı, 3’ü yüzbaşı ve aralarında uzman çavuş Tuncay Arslan’ın da bulunduğu 309 asker gözaltına alındı. Sorgularının ardından da Ankara’ya darbeyi desteklemek için yola çıktıkları iddiasıyla tutuklandılar. Askerler savunmalarında Tugay Komutanı Gürcan’ın, 15 Temmuz gecesi saat 21.00’de “harekâta hazır biçimde toplanma” emri verdiğini öne sürerek şöyle dediler:
“Personel nereye ne amaçla gittiğini bilmiyordu. Verilen emir sadece 15 dakika içinde hazır olunması, tabur komutanı haricinde daha ast