SHP 1989’de yakaladığı başarıyı İSKİ skandalı nedeniyle eritti. Aradan yıllar geçti ama bu izler, CHP döneminde de silinmedi. Daha doğrusu sosyal demokratlara yapıştı. O günden bu yana sandık ne zaman ortaya çıksa ya da bir yolsuzluk tartışması gündeme gelse ülkeyi, İstanbul’u yönetenler ‘İSKİ” pilavını ısıttı. Sanki kendileri sütten çıkmış ak kaşıkmış gibi...
Yalova’da iyi bir performans sergileyerek iki kez sandıktan zaferle çıkan CHP’li Vefa Salman’ın kestirdiği o çınarlar da işte bu türden bir olay. Yani yapışkan. Nitekim yapıştı da... Gezi Parkı, havalimanı ya da 3. köprü uğruna kesilen ağaçları görmezden gelenler ne diyor:
“Atatürk’ün dal kesilmesine bile izin vermediği Yalova’ya 100 katı ağaç dikeceğiz. CHP’nin ayıbını örteceğiz.”
Bu, gerçekten CHP adına çok sıkıntılı bir durum. Hele de her fırsatta ne kadar çevreci olduğundan dem vuran başkan Vefa Salman için... Çünkü onun Yalovalıların yanı sıra UNESCO’yu da ikna etmek gibi bir sorunu daha var. Şöyle ki; seçimden önce ağaçlar önünde poz verip “Bir tanesini bile kestirmem” diyen başkan, Atatürk’ün dal kesmemek için yürüttüğü köşkü Dünya Kültür Mirası listesine aldırmak için çalışıyor. Dahası önümüzdeki 5 Haziran
Faili meçhuller ülkenin kanayan yarası... Doğu ve güneydoğu başta olmak üzere ülke genelinde binlerce cinayet hala karanlıkta... Ve insanlığa karşı işlenmiş suç kapsamına sokulmadıkları için de zaman aşımı nedeniyle art arda gelen takipsizlik kararlarıyla tarihe gömülüyorlar. Bu arada tek tük de olsa 19-20 yıl aradan sonra yeniden açılan dosyalar var ama onlarda da yarım yamalak düzenlenmiş otopsi raporlarından başkaca bir şey yok. Van Barosu’nun itirazı üzerine Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararıyla yeniden soruşturulmasına karar verilen Sündüz Yaylası’ndaki katliam da işte bunlardan biri. 18 Temmuz 1993’deki olayda 14’ü çocuk,10’u kadın 24 kişi öldürülmüş, aradan 21 yıl geçmesine rağmen de faillerle ilgili tek bir bilgi, ipucu bulunamamıştı. Bugün yeniden açılan tek klasörlük soruşturma dosyasında var olanlar ise olaydan kurtulan iki kişinin ifadeleri ve “ateşli silahla ölüm” diye sıradan verilen otopsi raporları ile 21 yıl boyunca her üç ayda bir periyodik olarak savcılıkla jandarma arasında gidip - gelen “failler yakalandı mı, yakalanmadı mı? Bu konuda başsavcılığımıza bilgi verilmesi” gibisinden matbu bir yazı...
Açıkçası Sündüz katliamı tam bir faili meçhul
Soma’daki maden faciasının ardından kamuoyunun öncelikli iki beklentisi neydi?
Yaşananlardan ders çıkarılarak, madencilik sektöründe devrim yapılması ve 301 ocağın sönmesinde suçu, ihmali olanların bir an önce cezalandırılması. Olayın üstünden altı ayı aşkın zaman geçti değişen bir şey oldu mu?
Yok...
Bırakın ders almayı, güvenlik önlemleri konusunda hâlâ tartışma aşamasındayız. Üstelik de yeni bir maden faciası (Ermenek) yaşanmasına rağmen...
Aynı durum aşırı kazanç hırsıyla insanların canına kastedenler ya da olayda ihmali olanların yargı önünde hesap vermelerine dönük beklenti için de geçerli. Çünkü orada da madeni denetleyen kamu görevlileri için bakandan soruşturma izni çıkmadı, 8‘i tutuklu, 45 şüpheli hakkında dava açılması için hazırlanan iddianame ise “Mağdur ve tanıkların ifadelerinin tam alınmadığı, davaya esas delillerin toplanmadığı”, yani baştan savma ve “eksik” olduğu gerekçesiyle Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi tarafından Cumhuriyet Başsavcılığı’na iade edildi. Üstelik de Manisa Baro Başkanı Zeynel Balkız’ın bu konudaki uyarılarına rağmen...
Açıkçası döndük başa... Yasalar çıkacak, madenler güvenli olacak, bir iki aya kadar da “eksikler” giderilip
Seçimlere birkaç ay kala Türkiye siyasetinde yeni oluşumlar dikkat çekiyor. Sadece bu ay içinde kurulan 4 taneyle birlikte, siyasi partilerimizin sayısı 90’ı geçti. Yenileri de yolda... Tamam çok seslilik demokrasinin gereği ve hem seçmen hem de siyasi arenadaki aktörler arasında kırgınlık, küskünlük, yeni arayışlar var ama, sadece “Biz de varız” deyip tabelayı asmak yetmiyor. Nitekim bugüne kadar yetmedi de. Örneğin; son seçimde 80’e yakın (o tarihte) partiden 25’i yarışa girebildi, aldıkları oy oranları da malum. O nedenle aslolan öncelikle seçime katılmaya hak kazanmak ve kitleleri ateşleyerek, parlamentoya girmek...
Şöyle ki; Siyasi Partiler Yasası’na göre; bir partinin seçime girebilme hakkını elde edebilmesi için Türkiye’nin yüzde 51’inde (41 ilde) örgütlenmesini (ilçe- belde teşkilatları dahil) tamamlamış ve seçim tarihinden 6 ay öncesinde genel kongresini yapmış olması gerekiyor. Bir başka seçenek ise parlamentoda grup kurmak. Bu da 20 milletvekili demek. Bu arada seçime girme hakkı olan bir başka partiyle birleşip şansını denemek gibi (Genç Parti örneği) dolambaçlı bir yol daha var...
Şimdi de bu tabloya bakarak, son kurulan bazı partiler ve kurulacakların
Emine Ülker Tarhan’ın istifası, Süheyl Batum’un kesin ihraç talebiyle Yüksek Disiplin Kurulu’na sevkinden sonra “ayrışma” tartışmalarıyla çalkalanan ana muhalefetin Genel Sekreteri Gürsel Tekin’den, Doğu Perinçek’in “Cumhuriyet Halk Partisi’nin bayrağındaki altı okta, o programda birleşelim” önerisine yanıt var:
“Ne resmi ne de gayri resmi hiçbir siyasi partiyle böyle bir şey söz konusu olamaz ama ben CHP’li olmak istiyorum diyen herkese kapımız açık. Partimizin ilkeleri, programı, bakışı çok açık ve net, bu bakışa dahil olmak isteyen herkes gelebilir. Sayın Bülent Arınç bile gelebilir.”
Benzer önerilerin başka partilerden de geldiğini belirten belirten Tekin’in, Tarhan’ın kurduğu Anadolu Partisi’ne kayma, oy bölme ve Süheyl Batum krizi iddialarına karşı düşünceleri de şöyle:
“Yel kayadan ne götürür? Burası yıkılmaz kaledir, CHP’dir. Bugüne kadar 390 küsur parti kuruldu, çeşitli dönemlerde 50’den fazlası iktidar ve koalisyon ortağı oldu ama şimdi yoklar. Süheyl Batum’la ilgili hukuk sistemi ise işliyor, günü geldiğinde gereği yapılır, bir sıkıntı yok.”
Özetleyelim:
“CHP’nin kapısı herkese açık, bazılarına ise arkanı dön ve çık...”
Ön seçim için liste uyarısı
Meclis genel kurulu ve komisyon toplantıları geçen hafta iş güvenliği ve yargı paketleri ile dört eski bakana dönük eleştiriler ve bazı bakanlara yönelik istifa çağrıları nedeniyle uzun ve hararetli tartışmalara sahne oldu. Yani iktidar ve muhalefet milletvekilleri her zamanki gibi “söz düellosu” yaptı. Bu arada da araya birer dakikayla sınırlı bazı konular sıkıştırıldı.
İşte geçen haftaki birleşimlerde tutanaklara geçen o birer dakikalık konulardan birkaç örnek:
* Sakarya’da Kocaali ilçesinin Melen Barajı rezervuar alanı içinde kalan Ortaköy beldesi halkı yeni bir iskan alanı göstermeden göçe zorlanıyor, yani “Nereye gidersen git.” deniliyor. DSİ yetkililerince yapılan tebliğler, 17 kasımda bu insanların suları ve elektriklerinin kesileceği ve bir hafta içinde jandarma gücü ile asırlardır yaşadıkları yerlerden çıkarılacakları şeklinde. Münir Kutluata (MHP Sakarya Milletvekili)
* Ekonomik, sosyal, kültürel, eğitim, sağlık ve çevre kriterlerine göre yapılan bir araştırmaya göre Afyonkarahisar, yaşanılabilir kentler arasında 58’inci sıradadır.Kentte 8500 norm kadronun 1800 tanesi boştur. 1370 tane de derslik açığı vardır. Ve eğitim sıralamasında da maalesef 52’nci
Dört yıl önce Suriye’de iç savaş çıkıp sınırlarımıza yığılma olunca ne denilmişti?
“Kırmızı çizgimiz 100 bin, bu rakamdan fazlasını Türkiye ağırlayamaz, böyle bir durumda Suriye içinde güvenli bölge ilan edilmeli, uluslarası toplum harekete geçmeli.”
Bugün ne durumdayız?.. Ülkemizdeki Suriyeli sığınmacı sayısı 2 milyonu aştı, sınır il ve ilçelerimizde nüfus ikiye katlandı, İstanbul ve İzmir’de bile yüz binlerce mülteci var ama, “harekete geçmeli” dediğimiz uluslararası toplumdan “tık” yok. Daha doğrusu Türkiye’nin fedakarlığı, yaptıkları ve karşı karşıya kaldığı sıkıntılar kimsenin umurunda bile değil. Hâlâ ısrarcı olduğumuz Suriye tarafında güvenli ya da tampon bölge önerimiz ise BM ve ABD sıcak bakmadığı için hepten umutsuz... Dahası, şimdi de bu tabloya Özgür Suriye Ordusu’nun kontrolünde bulunan Halep’in düşmesi durumunda yeni bir göç dalgasının eklenmesi söz konusu. Bu da mevcut 2 milyon mültecinin üstüne artı 1 - 1.5 milyonun daha eklenmesi demek...
Daha önce yaşanan “Kobani Dalgası”nda da yazdık (25 Eylül 2014), bu gibi durumlarda hiç kimse “Savaştan kaçanlara sınır kapatılsın, yaşlı-kadın, çoluk çocuk ölüme terk edilsin” diyemez, demiyor da... Yani bu göçe
Bu sözler siyasi bir muhalife değil, AKP’nin Afyon’daki kampında “Benim bile can güvenliğim yok, vatandaş ne yapsın? Kardeşim şehit oldu, evimiz tarandı. Beni kim koruyacak? Evimden havalimanına gönül rahatlığıyla gidemiyorum” dediği söylenen Şırnak Milletvekili Mehmet Emin Dindar’a ait.
Dindar’ın bize anlattıkları ve Afyon’daki sözlerinden bölgedeki durumun vahamati ortada. Açıkçası Şırnak’ta çatışma olmuyor, şehit haberleri gelmiyor ama; olaysız da gün geçmiyor. Ve bu nedenle de halk arasında tedirginlik had safhada... Aynen eski günlerde olduğu gibi. İşte, Dindar’ın anlattıklarından satırbaşları:
* İki kardeşim öldürüldü şahsıma yönelik ‘seni şöyle yapacağız’ diye tehdit yok ama zımnen hepimiz tehdit altındayız. Olayın olmadığı bir günümüz gecemiz yok. Neyin ne zaman geleceğini bilmiyoruz...
* Sadece Şırnak’ta değil,bütün bölgede rahat siyaset yapamıyoruz.
* Tesbit ettim, Şırnak’ta son 40 günün 27’sinde kepenk kapatma yaşamışız. Birileri emrediyor dükkanlar kapanıyor, birileri emrediyor olaylar oluyor ya da olmuyor.
* Bazı mahallelerin, caddelerin işgal edildiğini lastiklerin yakıldığını herkes görüyor. Üstelik açık açık yapılıyor bunlar.
* Halk bu silahsız