Kasım bitiyor, İstanbul günlük güneşlik. Sıcaklık gündüzleri 18-20 derecelerde seyrediyor. Geceleri soğuk oluyor ama kombiler henüz yanmadı. Yakan varsa da çok kısık ayarda. O nedenle vatandaşın yüzü gülüyor. Ancak, İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Meteoroloji Mühendisliği’nden Prof. Dr. Orhan Şen’e göre; durum pek sevinilecek gibi değil. Çünkü; sıcaklık atmosferde nem tutma kapasitesini azalttı ve “en sulu” dönem olarak bilinen eylül, ekim, kasım yağışsız geçti, geçiyor. Önümüzdeki aylar da parlak görünmüyor. Dahası ocak, şubat aylarında, normalin üstü yağış alınmazsa 2014 yazı için kuraklık tehdidi bile var. Üstelik bu sadece İstanbul değil, Marmara Bölgesi’nin doğusu ve İç Anadolu Bölgesi’nin büyük bir kısmı için de geçerli. Yani İstanbul’un su derdine çare olarak gösterilen Melen Suyu’da risk altında...
Felaket tellallığı yapmak istemiyorum ama; Prof. Şen’in anlattıklarına bakarsak durum gerçekten de iç acıcı değil. Şöyle ki;
2006’dan bu yana en yağışsız sonbahar yaşanıyor. Metrekaraye 200-250 kilogram yağış beklenirken, düşen miktar 20 kilogram. Ara sıra şiddetli yağışlar görülse de bunun betonlaşan ve dikine büyüyen İstanbul’a yararı yok. Çünkü yeşil alan kalmadığı
Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) Türkiye’deki kamplarda yaşayan Suriyeli mültecilerin sayısını 200 bin olarak açıklıyor. İllere dağılanların sayısı ise 300 bin civarındaymış. Ancak bu rakamın gerçekçi olmadığını, Türkiye’deki toplam Suriyeli sayısının bir milyonu geçtiğini söyleyenler de mevcut. Hangi rakamın doğru olduğunu kestirmek zor. Çünkü kamplar dışında kalanların neredeyse tamamı kayıt dışı. Bu konuda net olan iki veri var. Biri, çoğunluğunun İstanbul’da olduğu, diğeri zor koşullarda yaşadıkları.
Tesbitlere göre; İstanbul’daki Suriyeli mültecilerin yoğunlukla bulunduğu yerlerin başında Fatih (Küçükpazar ve Balat), Bahçelievler (Şirinevler), Başakşehir (Altınşehir, Bayramtepe ve Şahintepe), Gaziosmanpaşa (Sultançiftliği) geliyor. Yine Esenyurt, Küçükçekmece ve Ümraniye’de de binlerce Suriyeli mülteci bulunuyor. Örneğin; sadece Esenyurt’taki mülteci sayısı 10 binin üzerinde...
Zor koşullara gelince; ya küçücük evlerde, odalarda kalabalık olarak kalıyorlar ya da park ve bahçelere kurulan çadırlarda barınıyorlar. Kelimenin tam anlamıyla “sefalet” içinde yaşıyorlar
Bu görüntüde çocukların durumu daha da vahim. Okulda olmaları gerekirken,
Astsubay intiharları ve ordudan kopmaları konusuna defalarca değindik. Mobbing, ekonomik sorunlar ve mesleki tatminsizlik nedeniyle yaşanan huzursuzluğa ısrarla dikkat çektik. Sonuncusu da 12 gün önceydi. O nedenle en azından bir süre ara vermeyi düşünüyorduk. Bu karara varmamızın bir nedeni de sorunun çözümüne yönelik adımlar atılabileceği beklentisiydi. Ancak, beş günde(11-15 Kasım 2013) dört astsubay daha intihar edince bir kez daha yazmak farz oldu...
Çünkü; bu intiharların açıklanan nedenleri de “ailevi” ya da “bilinmiyor” gibi klişe gerekçelerdi. Yani bir anda bunalıma girmişler, silahı kafalarına dayamış ya da ipi boyunlarına geçirmişlerdi. Ve yine onları o noktaya getiren gerçek nedenler hakkında tek bir ayrıntı yoktu. Tıpkı son üç yılda yaşamına son veren diğer 48 astsubayda olduğu gibi...
‘İntiharların artması sinyal’
İstatistiklere göre; son on yılda intihar eden asker sayısı iç güvenlik harekâtında şehit olan personel sayısından fazla. Profesyonel askerler içerisindeki en yüksek intihar oranı da astsubaylarda. O nedenle bu intiharları “Bunalıma girdi, silahını ateşledi” diye geçiştirmek yerine neden sonuç ilişkilerinin üzerine gitmek gerekiyor. Çünkü;
17 Ağustos 1999 depreminde İstanbul’da en çok hasar gören ve en çok can kaybının olduğu yer Avcılar’dı. 30 bina enkaz haline gelmiş, yüzlercesi hasar görmüş, 300’e yakın da insan ölmüştü... O günlerden aklımda kalan tek şey, gözyaşı, korku ve panik...
İlk şokun sonrasında ise Avcılar’dan kaçış başlamıştı. 200 binin üzerindeki nüfus 90 binlere düşmüş, binaların pencerelerine “Satılık” yazıları asılmıştı. O kadar çok satılık vardı ki; deniz manzaralı lüks dairelerin fiyatları bugünün parasıyla 5 -10 binlere düşmüştü. Satan kaçıyordu, kalan da mutsuz ve umutsuzdu.
Açıkçası, yıkık, hasarlı ve boş binalarıyla Avcılar tam bir hayalet kent gibiydi...
O nedenle bugünkü Avcılar’ı görünce şaşırmamak ve de mutlu olmamak elde değil. Çünkü; o korkaklık, panikten artık eser kalmamış. Işıl, ışıl cadde ve sokaklar hınca hınç insan dolu. Nüfusun 450 bine yaklaştığını belirten Belediye Başkanı Mustafa Değirmenci, gayrimenkul fiyatlarının da katlandığını söylüyor. İlçenin alış-veriş merkezi Marmara Caddesi’nde 10-20 bin lira olan 50 metrekarelik bir dükkanın değerinin milyonlara ulaştığına dikkat çekiyor. Kiralar da 20 - 25 bin lira civarındaymış... Geçenlerde yiyecek-içecek üzerine iş
Gezi Parkı olaylarında gençlerin mesajını alan(!) iktidarın önlemleri devam ediyor... 12 Eylül askeri darbesinin ürünü YÖK’ün disiplin yönetmeliğinde yapılan değişiklik uyarınca üniversitede bildiri dağıtan okuldan uzaklaştırılacak. Hakkındaki soruşturma bitene dek de dönüş yok. Bildiri yemek ya da harçlarla ilgili olsa bile.
Değişikliklerin mantığı orta öğretim yönetmeliklerine de yansımış durumda. Örneğin bundan böyle mazeretsiz olarak iki gün üst üste okula gelmeyen öğrencinin kapısına sınıf öğretmeniyle birlikte muhtar dayanacak. Devamsızlık yapan öğrencinin velisini uyarmak tamam da muhtarın işlevini anlamak zor..Üstelik de internet ya da cep telefonundan mesaj gibi çağdaş yöntemler varken ve uygulanırken...
Bu gelişmelerin birbirinden bağımsız düşünülemeyeceğini savunan Eğitim-Sen Genel Başkanı Ünsal Yıldız, “Gezi” sendromu yaşayan iktidarın, öğretmen ve öğrencinin yanı sıra veli üzerinde oluşturacağı baskıyla bir kontrol toplumu yaratmak istediğini söylüyor..
Binlerce soruşturma
Yıldız’a göre bu korku ve baskının asıl göstergesi okul yöneticileri ve öğretmenler hakkında süren soruşturmalar. Çünkü; sadece Ankara’da soruşturma geçiren öğretmen sayısı bini
Savaş’la tanışıklığımız 1980 öncesine uzanıyor. O tarihlerde Savaş İstanbul’da ben Ankara’da polis muhabiriydim. Yollarımızın kesiştiği gün ve yer ise 12 Eylül darbesinin sonrası Milliyet’in Cağaloğlu’ndaki eski binasıydı..
Kısa sürede kaynaşıp birbirimize güvenmiştik. Çünkü; ikimizde muhabirdik ve ve aynı dili konuşuyorduk. Sonra Coşkun Aral, Turgay Gözdereliler, Abdullah Öğülmüş ve Güneş gazetesine transfer olan Namık Koçak ile ayrılmaz altılı olduk. Daha doğrusu Savaş’ın referansıyla beni aralarına aldılar. Ve Savaş’ın anlatımıyla “Atışma, sevgi, sevda, dostluk paylaşması içinde bir küs bir barışık” yaşadık.
O günleri anımsıyorum da ya tarihi Cağaloğlu Hamamı’nın bahçesinde ya da cemiyetin lokalinde demlenirdik. Bu da genellikle yurtiçi, yurtdışı seyahatler sonrasında olurdu. Çünkü evimizi, aşımızı paylaşırdık ama “haber” konusunda çok cimriydik ve birbirimize güvenmezdik. Özellikle de Savaş’a. Zira o “haber” denildi mi babasını tanımazdı. Ama o Savaş, ateş hattında dostu için göğsünü siper etmekten çekinmezdi. Buna defalarca tanık oldum. Hatta bir keresinde beni de Saddam Hüseyin’in askerlerinin elinden (1. Körfez Savaşı, Bağdat) kurtarmıştı..
***
Yıllar sonra
Spor, genç ilçe Sancaktepe’nin dinamiği. Nasıl olmasın ki; 300 bin civarındaki nüfusun çoğunluğu genç, bunun 60 bini de ilk, orta ve lise öğrencisi. O nedenle de yenilenerek değeri katlanan binalar kadar spor ve spora yatırım da ön planda. Zaten kentsel dönüşümün doğru olanı da bu değil mi?
Bu dinamizmde ilçe sınırlarında kalan Fenerbahçe Samandıra Can Bartu Tesisleri ile komşu ilçedeki BJK Nevzat Demir Tesisleri’nin etkileri de var. Hem psikolojik avantaj getirmiş, hem de önemli bir rol model olmuşlar. Özellikle de ilçeyle yaşıt Sancaktepe Belediyespor için. Çünkü; Sancaktepe ilçe olduğunda kurulan kulübün Amatör Küme’de oynayan futbol takımı, bugün 3’üncü ligde şampiyonluk kovalıyor. Maçlarını da Hakan Şükür’ün adını taşıyan UEFA standartlarındaki kendi stadyumunda yapıyor. Kulübün diğer branşlardaki (Basketbol, güreş, uzakdoğu sporları vb) takımları da madalya için yarışıyor. Kulübün ve Sancaktepe Belediyesi’nin kurucu başkanı İsmail Erdem, yatırımlar konusunda gelinen noktayı şöyle özetliyor:
“Sarıgazi tesisiyle birlikte stad sayımız ikiye çıktı. Hakan Şükür Stadı’ndan sonra, içinde futbol ve basketbol sahalarının bulunduğu büyük bir spor kompleksi daha yaptık. O da
18 Nisan 2013 tarihli “Ordudan neden ayrılıyorlar?” başlıklı yazımızda, TSK’dan kendi istekleriyle ayrılan profesyonel askerlerin rahatsızlıklarını dile getirmiştik. Çünkü son üç yılda üniformasına veda eden profesyonel askerlerin (çoğunluğu astsubay) sayısı 20 bini geçmişti. TBMM’de tartışmalara ve soru önergelerine konu olan bu kopuşun nedenlerini Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği (TEMAD) Genel Başkanı Ahmet Keser, o gün şöyle sıralamıştı:
“Mobbing, ekonomik sorunlar, kast sistemi, mesleki tatminsizlik. Sistemde personeli tutacak neden kalmadı.10 yıllık mecburi hizmeti bitiren ayrılıyor. Personel huzursuz, mutsuz ve aidiyetini yitirmiş durumda. Bunu da yaptığı uygulamalarla idareye yansıtıyor.”
Ne beklersiniz? Sorun neyse çözülsün, huzursuzluk giderilsin. Ama hayır, aradan 7 ay geçmesine rağmen adına ne derseniz deyin (emeklilik, istifa) bu kopuş sürüyor. Sadece eylül ve ekim aylarında TSK’dan ayrılan astsubay sayısı 1308...Ayrılmak isteyen 638 astsubayın dilekçesi ise onay bekliyor. Bunların artarak devam eden “tepki istifaları” olduğunu vurgulayan Keser’in bugünkü tespitlerine bakalım;
“Düzelme olmadı aksine rahatsızlığı bastırmak için getirilen Disiplin Kanunu’yla