Kadıköy-Kartal Metro hattı ve Adalet Sarayı ile ön plana çıkan Kartal, kentsel dönüşüm çalışmalarıyla Anadolu yakasının çekim merkezi olmaya aday. Bunun en belirgin kanıtı da inşaat firmalarının ilçede sayıları hızla artan proje ve tabelaları. Bu hareketliliği çarpık yapılaşmaya “neşter vurma” olarak değerlendiren Belediye Başkanı Altınok Öz, bunun öncesinde plan çalışmalarının yapıldığı “titiz bir tanı” dönemi yaşadıklarını söylüyor. Yani MR’lar, tomografiler çekilmiş, sonrasında reçeteye uygun tedaviye geçilmiş.
Asıl mesleği cerrahlık olan Başkan Öz’ün hipokrat titizliği gösterdiği bir başka konu da halk sağlığı ve bugüne dek riskleri üzerinde pek fazla durulmayan toplu sünnet etkinlikleri. Yaz dönemlerinde belediyelerce gerçekleştirilen bu organizasyonlarda, ehil olmayan kişiler ve sağlıksız ortamlarda yapılan operasyonların hepatit başta olmak üzere bir çok bulaşıcı hastalık ve psikolojik sorunlara neden olduğuna dikkat çeken Öz, göreve gelir gelmez bu konuya eğilmiş. Başkan olmadan önce Sarıgazi’de katıldığı bir toplu sünnette tanık olduklarının bu fikrin gelişmesine önayak olduğunu belirten Öz, “Doktor bile olmayan kişiler aynı eldiven ve aletle 20-25 çocuğu peşpeşe
Ülke gündemi o kadar yoğun ki, bir yanda yolsuzluk skandalları, bakan istifaları, öte yanda havada, denizde şehit haberleri.. Birinde ayakkabı kutularında milyon dolarlar, diğerinde ateş düşen ocaklar. Hepsinin ortak tek özelliği ise gelir geçer, kamu vicdanını tatmin etmeyen açıklamalar. Ve yanıtsız kalan sorular...
***
Ankara Gölbaşı’nda 17 Aralık’ta düşen 10550 kuyruk numaralı Sikorsky’nin olumsuz hava koşullarına rağmen test uçuşuna çıkarıldığı yolunda iddialar vardı. Dahası bir binbaşı, bir üsteğmen, iki astsubayın şehit olduğu helikopter pilot “inisiyatifi egale edilerek” yani, pilotun uçup uçmama kararı dikkate alınmaksızın emirle havalanmıştı. 19 Aralık tarihli yazımızda bu iddialara değinmiş ve çeşitli sorular yöneltmiştik. Onlara yanıt alamamışken, bu kez de ordudaki uçucu personelin durumuyla ilgili yeni emir ve sorular karşımıza çıktı.
***
Kara Havacılığı Genel Uçuş Yönergesi’ne göre; helikopterin uçuş mürettebatı iki pilot ve asgari bir teknisyenden oluşuyor. Yönerge açık, birden fazla teknisyen olması zorunlu görevlerde (teknik ana motor sarsıntısı tecrübe uçuşu, havadan yaralı nakli, vinçle yaralı kurtarma gibi) teknisyen sayısı artabilir. Artıyormuş
Büyük yolsuzluk ve rüşvet operasyonunun ardından İstanbul’un atanmış tepe yönetiminde iki mülkiyeli var. İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu ve Aksaray Valisi’yken jet bir kararla İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne atanan Selami Altınok. Bu uygulamanın son örneği 1978 yılında Hayri Kozakçıoğlu’ydu. O da Erzurum Valisi’yken sıradaşı bir atamayla İstanbul Emniyet Müdürü olmuştu...
Hatırlıyorum da o günlerde polis teşkilatı Pol- Der ve Pol- Bir diye iki ayrı kampa bölünmüştü. Solcu, sağcı polisler arasındaki bu ideolojik farklılaşma nedeniyle de karşılıklı güven sorunu yaşanıyordu. O nedenle 35 yıl önceki bu atama “Özellikle teşkilat dışından seçilmiş olabilir” diye yorumlanmıştı. Ya bugün?..
Polis yine karmakarışık ve bölünme görüntüsü var. Atamalar birbirini kovalıyor. Özllikle bakan çocuklarına operasyon düzenlenen İstanbul’da değişmeyen müdür kalmadı. Sonunda da 35 yıl önceki gibi hiç polislik yapmamış biri teşkilatın başına getirildi. İnsan ister istemez aynı gerekçeyle mi diye düşünüyor.
1980 öncesinin İçişleri bakanlarından Hasan Fehmi Güneş’e göre; yöntemleri benzese de iki atamayı birbirine karıştırmamak gerekiyor. Çünkü o günkü “farklılışma” ile bugünkü “ayrışma” aynı
Bir süredir unuttuğumuz “şafak operasyonlarının” son dalgasıyla yine şok yaşadık. Sabahın köründe gözaltına alınanlar bu kez üç bakanın oğlu, bürokratlar, işadamları. Haklarındaki suçlamalar da vahim; yolsuzluk, rüşvet, kara para aklama, rant vurgunu...
Bunlar hukukun üstünlüğünü savunan ve “yasalar karşısında herkes eşittir” diyen her ülkenin sümenaltı edemeyeceği iddialar. Ve hiçbir gerekçeyle de örtbas edilemeyecek suçlamalar. O nedenle doğru olan “adaletin tecelli etmesini” beklemek. Ancak, günümüz Türkiye’sinde bunu söylemek zor. Çünkü iki gündür kamuoyunun tartıştığı konu, operasyonun içeriğinden çok, neden yapıldığı yönünde. Yani “Helal olsun bakan çocuklarından bile hesap soruluyor” yerine, hükümet - cemaat hesaplaşması konuşuluyor. Görevden almalar, jet atamalar birbirini kovalıyor, bu da ister istemez yargının bağımsızlığı ve adaleti konusunda sıkıntı yaratıyor... Tıpkı, Ergenekon, Balyoz operasyonları ve sonrasında yaşandığı gibi...
İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal’a göre; bu görüntünün nedeni yargı ve emniyetin eşitlik ilkesini bir kenara bırakıp, güç odaklarının çarpışma alanı haline gelmesi. Bu durumda hiç kimsenin hukuk güvenliğinden söz edilemeyeceğini
Hasan Ağabey (Hasan Pulur), 24 Mart 2010 tarihli “Beşiktaş’ın heykelleri” başlıklı yazısında şöyle diyor:
Beşiktaş’ta “saray” çoktur, “konak” çoktur, “okul” çoktur, şimdi bunlara “heykel” de ekleniyor.Hani, deyim pek uygun düşmese de son bir yıl içinde Beşiktaş’ta “mantar gibi” heykel patlaması var. Levent, Etiler, Akatlar, Arnavutköy, Bebek’te heykelleri görmüşünüzdür.Bazıları heykel denince “insan heykeli”ni anlarlar, filanın heykeli, falanın heykeli...Beşiktaş’ta insan heykeli de var ama, caddelere, meydanlara, köşe başlarına dikilen heykeller insan değil, çoğunlukla beyaz mermerden yapılmış soyut heykeller.
Sanatın kent yaşamının vazgeçilmez bir unsuru olduğu bundan daha açık nasıl anlatılır? Üstelik parkı, bahçesi betonlaştırılan, gökdelenleriyle muhteşem silüeti gölgelenen günümüz İstanbul’unda...Ve de resmi, gayri resmi “heykel düşmanlığı” örnekleri çoğalırken...
***
Beşiktaş’ı ve heykellerini anlatan, Belediye Başkanı İsmail Ünal, söze Roma, Milano, Floransa, Madrit, Helsinki gibi dünya şehirlerinden örnekler vererek başlıyor. Ardından da 2008’den bu yana her yıl Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi ve sanatçılar işbirliğiyle gerçekleştirilen
Orduda astsubay ve subaylar arasındaki “mobbing, kötü muamele, kast sistemi lojman, sosyal tesis” huzursuzluğunun bir benzeri de iki kesimin emeklilerine yansıdı. Ve Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği (TEMAD) ile Türkiye Emekli Subaylar Derneği (TESUD) mahkemelik oldu. Nedeni 30 yıl önce kapanan Türkiye Muharipler Derneği’nin gayrimenkulleri. Bu taşınmazların 1983’te çıkarılan 2847 sayılı yasa uyarınca kurulması öngörülen subay, astsubay dernekleri arasında paylaştırılması gerekirken, ‘yangından mal kaçırır” gibi TESUD’a devredildiğini iddia eden TEMAD, yargıya başvurarak 30 yıl önceki bu kararın iptal edilmesini ve tapu kayıtlarına ihtiyati tedbir konulmasını istedi. TEMAD’ın, TESUD aleyhine 3 Aralık 2013 tarihinde Ankara 27. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açtığı (2013/658) davanın başvuru dilekçesinde gerekçeler şöyle sıralandı:
* Türkiye Muharipler Derneği 35. Genel Kurulu’nu 4 Mart 1984 tarihinde toplamış, alınan kararla kendini feshederek, mal varlığını Türkiye Emekli Subaylar Derneği’ne devretmiştir.
* 2847 sayılı kanunun gecici 2. maddesine göre; o tarihteki asker kökenli derneklerin bu kanuna göre kurulacak dernekler ‘tüzel kişilik kazandıktan sonra mal
Bir zamanlar özellikle kadınların kollarındaki altın bilezikler geleceğin garantisi olarak görülür, dara düşüldüğünde bir ikisi satılır ve düze çıkılırdı. Gençlerin geleceğini garanti edecek bir zanaat veya meslek sahibi olmaları da “Kolunda artık altın bileziği” var diye deyimlendirilirdi.
Günümüzde Maltepe ilçesindeki yaşlı insanların kollarında da özel birer “altın bilezik” var. O da onların sağlıklı geleceklerinin garantisi, yalnız olmadıklarının sigortası...
Yapılan araştırmalara göre; ölüm yaşlılık korkuları arasında son sıralarda. Elden ayaktan düşmek, günlük işlerde başkalarına muhtaç olmak ve hastalanmak ise yaşlıların kabusu. O nedenle Maltepe Belediyesi’nin yaşlılara yönelik Altın Kart ve Altın Bilezik uygulamalarını bu açıdan değerlendirmekte yarar var. Çünkü her iki projenin de ortak hedefi yaşlılara yalnız olmadıklarını hissettirmek, onlara evde sağlık, bakım hizmetlerinden, gerektiğinde musluk tamirine kadar bir çok konuda destek vermek. Acil yardım butonuna bastığında da yanına koşmak. Bu projeleri eskinin mahalle yaşamından esinlenerek yaşama geçirdiklerini anlatan
Başkan Mustafa Zengin
“Hani gençler ‘amca, teyze bir şeye ihtiyacın var mı?’ diye sorardı
Son sözü baştan söylemekte yarar var. İstanbul polisinin operasyonunda yakalananlar sahte ilaç değil alenen cinayet şebekesi. O nedenle bu olayı sorgularken de yargılarken de bu kapsama sokmak şart. Çünkü bu işin sonu insanın parasından çok yaşamını çalmakla ilgili. Yani sonunda ölüm var. Düşünebiliyor musunuz? Kanser hastası doktorun yazdığı ilacını eczanede bulamıyor. Tomarla para ödeyip el altından ulaştığında da, şifa diye kullandığı şey, şekerli su, nişasta ya da tuz çıkıyor. Şimdi bunun silahla insan öldürmekten farkı var mı? Tedaviyi engelleyen, umutları söndüren ve bunu bile bile yapan çete bozuntusu bu kişilerin “kasten adam öldürmek” suçundan yargılanıp ceza almaları gerekmez mi?..
Yanıt kesinlikle evet. Ama ne oluyor? Kronik kanser, kalp, böbrek hastalarının hayatlarına kast edenler, marka bir çantanın, ayakkabının benzerini üretip piyasaya sürmekle eşdeğer ceza alıyor. Bunun karşılığı da bir ila beş yıl arası hapis cezası. Bu adama “devam et hemşehrim” demek gibi bir şey. Bunun açık kanıtı da 2005 ve 2011’deki operasyonlara rağmen piyasadaki sahte ilaç sayısının hızla artması, hastanelere dahi sızması ve uluslararası boyuta ulaşması. Sözümona TCK’da değişiklik