18 Nisan 2013 tarihli “Ordudan neden ayrılıyorlar?” başlıklı yazımızda, TSK’dan kendi istekleriyle ayrılan profesyonel askerlerin rahatsızlıklarını dile getirmiştik. Çünkü son üç yılda üniformasına veda eden profesyonel askerlerin (çoğunluğu astsubay) sayısı 20 bini geçmişti. TBMM’de tartışmalara ve soru önergelerine konu olan bu kopuşun nedenlerini Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği (TEMAD) Genel Başkanı Ahmet Keser, o gün şöyle sıralamıştı:
“Mobbing, ekonomik sorunlar, kast sistemi, mesleki tatminsizlik. Sistemde personeli tutacak neden kalmadı.10 yıllık mecburi hizmeti bitiren ayrılıyor. Personel huzursuz, mutsuz ve aidiyetini yitirmiş durumda. Bunu da yaptığı uygulamalarla idareye yansıtıyor.”
Ne beklersiniz? Sorun neyse çözülsün, huzursuzluk giderilsin. Ama hayır, aradan 7 ay geçmesine rağmen adına ne derseniz deyin (emeklilik, istifa) bu kopuş sürüyor. Sadece eylül ve ekim aylarında TSK’dan ayrılan astsubay sayısı 1308...Ayrılmak isteyen 638 astsubayın dilekçesi ise onay bekliyor. Bunların artarak devam eden “tepki istifaları” olduğunu vurgulayan Keser’in bugünkü tespitlerine bakalım;
“Düzelme olmadı aksine rahatsızlığı bastırmak için getirilen Disiplin Kanunu’yla
Pendik, Avrupa’nın en seçkin AR-GE ve teknoloji merkezlerinden biri olmak için gün sayıyor. Sabiha Gökçen Havalimanı yanında 3 milyon metrekarelik bir alanda inşa edilen Türkiye’nin en büyük teknoloji üssü Teknopark İstanbul’un ay sonunda açılacak ilk etabında yer tahsisleri başladı. Gelenler arasında IBM, SAP, General Electric, Boeing gibi dünya devlerinin yanı sıra 8 üniversite var. Bin 500 AR-GE çalışanı da yolda. Etap etap devreye girmesi planlanan kampus tamamlandığında AR-GE çalışanı sayısı 30 bine ulaşacak.
Pendik, düne kadar dev sanayi yatırımları ve organize sanayi bölgeleriyle bilinen bir yerdi. Son yıllarda ise Sabiha Gökçen Havalimanı’yla anılır oldu. Havalimanının patlayan yolcu ve hava trafiğiyle birlikte de ilçedeki değer artışları katlandı. Bunun somut örneğini Belediye Başkanı Dr. Kenan Şahin şöyle veriyor:
“2009 ve 2012 yıllarında iki tane belediye mülkü sattık. 2009 yılında 300 lira olan metrekare fiyatları 2012’de 3 bin liraya çıkmıştı. Üç yıl önce havalimanı yolunda bir başka arsa 3 milyon liraya satıldı. Alan adam pahalı buldu, iade etti. Aynı arsayı şimdi 24 milyona verdik.”
‘Üniversiteler sırada’
Başkan Şahin’e göre; Teknopark İstanbul,
Mustafa Sarıgül’ün CHP’den İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adaylığı kesin gibi. Ancak CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin’de gittiği her yerde, yaptığı her konuşmada kendisinin de bu göreve talip olduğunu söylüyor. Bu demokrasinin gereği, partinin zenginliği...Sorun, bunların varmış gibi gösterilip gösterilmediği. Yani Tekin’in aday adaylığının formalite ya da taktik olup olmadığı. Bunu kendisine sordum, ilk tepkisi “Formaliteyi ayıpsarım” oldu. Sonra da ciddi, ciddi aday adayı olduğunu belirterek, “İstanbul benim hayalim ve bu hayalimi gerçekleştirmek istiyorum” dedi. İşte Gürsel Tekin ile aramızda geçen konuşmanın satır başları:
Aday adayı olacağınızı söylüyorsunuz ama CHP’nin adayı belli gibi?
O zaman partinin tüzüğünü rafa kaldıralım. En demokratik, hakkımızı kullanıyoruz. Onu da kullanmayayım mı? Önümüzde daha 60 gün var, hem rekabet olur.
Yani ciddi ciddi Sarıgül’ün rakibisiniz?
Sarıgül’ün değil AKP’nin rakibiyim.
Parti içi rekabet demiştiniz?
Sarıgül CHP’nin güçlenmesi ya da Gürsel Tekin’e destek vermek için geldim diyemez mi? Bir de böyle tersinden bakın. Siyaseten bu mümkün değil mi?
1952 doğumlu “Bahçe” üçlüsü hızlarıyla şehir hatlarının efsane vapurlarıydı. İskeleden açıldıklarında rüzgarlarına yanaşılamazdı. Dizaynları da diğer vapurlara göre daha keskin ve uzundu. Merdivenleri dardı ama, gül ağacıyla bezenmiş kapalı salonları çok ferahtı. Üçüncü katları ise püfür püfür esen boğaz manzaralı koca bir teras gibiydi. Yolculuklarına doyum olmazdı.
İskoçya yapımı ikizler “Dolmabahçe” ve “Fenerbahçe” 1953 yılında Marmara’nın mavi sularıyla tanışmıştı. 1952’de İstanbul’a gelen “Paşabahçe” ise daha farklı ve hızlıydı. En şiddetli lodos bile umurunda olmaz, seferlerini sürdürürdü. Bu özelliklerinin 2. Dünya Savaşı bitmeden hemen önce “savaş gemisi” yapılmak amacıyla kızağa konulduğundan kaynaklandığı söylenir. Örneğin Vikipedi’de gemiyle ilgili şu bilgiler yer alıyor:
“İtalyanlar o zamanlar blok inşaat da keşfedilmediği için koca omurgayı kızağa koymuş, ana postaları yavaştan kaynaklamaya başlamışken savaş sona eriyor.Bu durum karşısında yana yakıla ne yapacaklarını düşünen tersane sahipleri tarafından Türkiye‘den gelen sipariş üzerine şehir hatları vapuruna dönüştürülüyor.”
‘Savaş gemisi değildi’
Bugün kendisi de tarih olan Türkiye Denizcilik
İstanbul’da herkes karadaki yoğun trafikten şikâyetçi ama havada da durum hiç iç açıcı değil. Çünkü; İstanbul’a inen kalkan uçak sayısı, özellikle son yıllarda katlandı. Örneğin 1993 yılında Atatürk Havalimanı’na bir günde inip kalkan uçak sayısı ortalama 400 iken, bugün 1200 civarında... Dahası Sabiha Gökçen Havalimanı’nın günlük 600 uçağı bulan trafiği ve transit geçişlerle birlikte İstanbul üzerinde dolaşan günlük uçak sayısı 2 bin 500’ü aşmış durumda. Bu neredeyse dakikada iki uçak demek.
Rakamlar gelişen havacılık sektörümüz adına sevindirici ancak bir o kadar da düşündürücü. Zira havada da yollar kısıtlı ve bu yoğunluğu yönlendirecek, uçakların güvenli şekilde inip kalkmasını sağlayacak hava trafik kontrolörü sayısında ciddi sıkıntı var. Türkiye Hava Trafik Kontrolörleri Derneği (TATCA)’nın verilerine göre; Türkiye genelindeki kontrolör sayısı bin, olması gereken ise minimum 1500. Üstelik var görünenlerin ciddi bir bölümü (yüzde 15) de iş yükünün fazlalığı ve aşırı stresten kaynaklanan psikolojik ve diğer sağlık gerekçeleriyle (kireçlenme, fıtık) pasif göreve çekilmiş durumda. Bunun yanı sıra tek başına sorumluluk alamayacak deneyimsiz personel sayısı da oldukça
Eskiden yoğurdu ve yazlıkçılarıyla anılan Silivri’nin şimdilerde iki görüntüsü var. Biri, Avrupa’nın en büyüğü(!)denilen cezaevinin yarattığı olumsuz imaj, diğeri buna rağmen gelişme ve yenilenmeyle gelen prestij...
Bu daha önce de yazdığımız(7 ekim) gibi tam anlamıyla bir paradoks. En önemlisi de eksileri artıya dönüştürmek. Belediye Başkanı Özcan Işıklar bu durumu “Gönül isterdi ki cezaevi hiç olmasaydı. Ama var. O halde bunu fırsata çevirelim, gelenlere ilçemizi tanıtalım dedik” diye özetliyor. Başkanın söylediğine göre; sinek avlayan sahildeki lokantalar dolmuş, ilçedeki işyeri sayısı artmış, ticaret canlanmış...
Ancak, cezaevi gerçeğinin kabullenilmesi, ekonomik hareketlilik ve de Silivri’nin İstanbul’un en fazla gelişmeye aday ilçesi olmasına rağmen vatandaşlar hala tedirgin ve kafaları karışık. Bunun nedeni ise İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin sahillerdeki 50 metrelik bantı (kimi yerlerde 70- 80 metreye çıkıyor) yerleşimden arındırarak yeşil alana dönüştürme planı... Çünkü 200 bine yakın nüfusu olan Silivri’de 116 bin bağımsız konut var ve bunların 40 bini 42 kilometrelik sahil kesiminde. Ve hepsi değil ama, önemli bir bölümünün bu plandan etkilenmesi söz konusu.
Dokuz yaşındaki zihinsel engelli Ali ve 8 yaşındaki kız kardeşi Sıla’nın hikâyesini yazdığımda mart ayındaydık. Altı yıldır anne-baba bildikleri İlknur-Murat Demir çiftinin yanından alınarak Balıkesir’den Bursa’daki bir yuvaya gönderilmişlerdi. Gerekçe kimliği tespit edilemeyen duyarlı(!) bir vatandaş tarafından Balıkesir Emniyet Müdürlüğü’ne yapılan mail ihbarıydı...
İddiaya göre; koruyucu baba müstehcen CD üretiyor ve pazarlıyordu. Dahası korumasındaki çocukları da kullanıyordu. Ama işyerini basan polis bir bilgisayardaki bazı müstehcen görüntüler dışında suç unsuru bulamıştı. Üstelik bu kadar ağır bir suçlamaya rağmen herhangi bir gözaltı ya da tutuklama olmamamıştı. Ancak asılsız mail ihbarı yargıya taşınınca, çocuklar 15 Şubat 2013’te polis zoruyla ailenin yanından alınmıştı.
Babanın aklanma mücadelesi
O günden bu yana geçen sekiz ayda öyle şeyler yaşandı ki yürek dayanmaz. Aile iki ay çocuklarının sesini dahi duyamadı. Ali üç kez “eve” dönmek için yuvadan kaçtı, sonuncusunda da araba altında kalıp ağır yaralandı. Sıla’nın kolu kırıldı.
Baba Demir,“Müstehcen Yayın Üretmek ve Satmak” idddiasıyla Balıkesir 3. Asliye Ceza Mahkemesi’nde yargılandığı davadan beraat
Roma, Bizans ve Osmanlı gibi üç dünya imparatorluğuna başkentlik yapmış, büyük medeniyetlerin, farklı din, dil ve kültüre mensup milyonlarca insanın izlerini taşıyan Tarihi Yarımada’yı 29 Mart 2009’da yürürlüğe giren yasayla bünyesine alan Fatih, bu anlamda İstanbul’un hatta Türkiye’nin en zengin ilçesi. Her yerinden tarih fışkıran bölge Topkapı Sarayı ve Ayasofya başta olmak üzere, Sultanahmet Camii, Yerebatan Sarnıcı, Yeni Camii gibi binlerce eseriyle “hazine” ve açıkhava müzesi gibi. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın verilerine göre; İstanbul’a her yıl ortalama 10 milyon yabancı turist geliyor. İlk uğradıkları yer de tarihi yarımada oluyor. Bunda anıt eserlerin gizemi kadar, her gelir grubuna yönelik konaklama ve yiyecek alternatiflerinin payı büyük.
Bölgenin bir başka cazibesi ise Kapalıçarşı, Mısır Çarşısı, Beyazıt, Sultanhamam gibi yerlerde tarihle içiçe yaşayan ekonomik canlılık. Yani bölge yabancılar kadar yerliler için de çekim merkezi. Eminönü’ndeki gündüz ve gece nüfusu arasında öyle büyük fark var ki (gece 50 bin, gündüz 3 milyon) inanılmaz...
İlçedeki bu gelişme ve hareketlilik yapılan bir akademik araştırmayla da tescilli. İstanbul Kalkınma Ajansı ve İstanbul