İnsan hakları; insanın “insanca” yaşaması için gerekli zorunlu koşulları ifade eder. Nedir bunlar? Yaşama hakkı ve kişi dokunulmazlığı, işkence ve kötü muamele yasağı, kişi özgürlüğü ve güvenliği, düşünce ve ifade özgürlüğü, adil yargılanma ve özel hayatın gizliliği vs...
Ülkemizde bunların ne kadarı var? Bu sorunun varlığı bile korkunç ama; geride bıraktığımız “sıcak” günlerdeki ölümler, biber gazı, copla yaralanma, tekmelenme olayları ve devam eden örnekleri ister istemez böyle düşündürüyor...
Ama bunu, ülkeyi yönetenlere kabul ettirmek zor. Çünkü onlara göre; yaşananlar “insan hakkı” ihlali değil, yasaların kolluk güçlerine verdiği bir hak (!)
Sözüm ona, 23 Kasım 2003 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan yönetmelik uyarınca kurulan İl ve İlçe İnsan Hakları Kurulları bu konuda çözüm üretecekti. Bunun için de toplumda ve kamu görevlilerinde insan hakları bilincini geliştirecek, insan haklarını koruyacak, hak ihlaline yol açan siyasi, hukuki, idari nedenleri araştıracaktı...
Sonuç; binlerce insanın yaralandığı, gözaltına alındığı, dayak yediği, yerlerde sürüklendiği İstanbul’da 2013 yılının ilk 9 aylık döneminde (ocak - eylül) İl İnsan Hakları Kurulu’na gelen şikayet ve
Kenelerin ısırmasıyla bulaşan Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) hastalığı dünyada ilk defa 1944 yılında Kırım’da tanımlandı, bugüne kadar da etkinliği kanıtlanmış, uygulanabilir bir aşısı bulunamadı. Ülkemizde ise ilk kez 2002 yılında rapor edilen hastalığa yakalananların sayısı 7 bin 72... Bunların 356’sı da yaşamını yitirdi.
Bu veriler eski Sağlık Bakanı Prof. Dr. Recep Akdağ imzasını taşıyor. Tarihi de 2 Ekim 2012...Son bir yılda ölen ya da yakalanan insan sayısı hakkında ise henüz “sağlıklı” bir açıklama yok. Bildiğimiz tek şey geride bıraktığımız bahar ve yaz aylarında Tokat, Yozgat, Çorum, Sivas, Amasya’dan gelen “kene ısırma” haberleri. Onların da sayısı çok değil ve kaçının KKKA vakası olduğu flu. Neyseki havalar soğudu da risk kalktı.
Şimdi sorumuz şu; Gerçekten hastalık sayısında ciddi bir düşüş mü oldu? Bunun nedeni hastalıkla mücadele (aşı,vatandaşın bilinçlendirilmesi vb) yöntemleri mi? Ya da kenelerin azalması mı?
Doğruysa çok vahim
Tokat, Niksar ve Kartal (İstanbul) devlet hastanelerinde uzun yıllar genel cerrah olarak görev yapan CHP Tokat Milletvekili Dr. Orhan Düzgün’e göre; bu sorunun yanıtı mücadele yöntemlerinin başarısı ve hastalığın azalması
Bayram öncesinde 3. Köprü güzergahında kalan Kuzey Ormanları’ndaki ağaç katliamı, bayramda lüks villa ve taş ocakları uğruna tıraşlanan Sapanca Dağları... Birinde yol yapımı için yok olan ormanlar, diğerinde turizmi patlatmak sevdasıyla yüksek fiyatlarla Araplara satılan araziler.
Nereye gidersen git durum farksız. Çünkü yeşili renk! olarak seven ama doğadakini önemsemeyen ülkemizde “betondan” kaçış yok. Üstelik yapılan itirazlar, verilen hukuk mücadeleleri de sonucu değiştirmiyor. Oysa AB ile çevre faslı müzakareleri başladığında nasıl da umutlanmıştık...
TMMOB Çevre Mühendisleri Odası Başkanı Baran Bozoğlu’na göre; sorunun kaynağı iktidarın dediğim dedik mantığı ve geciken mahkeme kararları. Dahası geç de olsa çıkan yargı kararlarını by pass taktikleri. Bunun yolu da iptal edilen ya da durdurulan planlarda ufak değişiklikler yaparak, kararları kadük duruma düşürmek. Bu konuda sayısız örnek olduğunu belirten Bozoğlu, şöyle diyor:
“Danıştay’ın iptal ettiği yönetmelikteki 3. Köprü’yle ilgili ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) muafiyeti kararı bile, mürekkebi kurumadan (dört gün sonra) yeni bir yönetmelikle yeniden getirildi. Dahası kapsamı genişletildi ve HES’ler ile
Türkiye ve Avrupa’nın en büyük, dünyanın da üçüncüsü “Büyük İstanbul Otogarı”nda günlük çıkış yapan otobüs sayısı 1500... Sivil araçlarla birlikte toplam gelen giden insan sayısı ise 150 bini geçiyor. Tabi bu normal günler için. Çünkü; bugün olduğu gibi, bayram, yılbaşı ve asker uğurlaması dönemlerinde durum daha da vahim. Kilometrelerce otobüs kuyrukları oluşuyor, tıkanıklık sadece Bayrampaşa’nın yollarını değil, TEM’i hatta boğaz köprüsünü de etkiliyor. Ve insanlar saatlerce otobüs ve araçların içinde çile çekiyor. O nedenle de otogarın bir başka yere taşınma tartışması gündemden hiç düşmüyor.
1994 yılında hizmete giren otogarın hem konum hem de ihtiyaca cevap vermesi açısından çok yanlış bir proje olduğunu savunanlar, bölgenin nefes alması için kaldırılması gerektiğini söylüyorlar. Buna örnek olarak da boşaltılan cezaevini gösteriyorlar.
Haklılar, ancak bugün gerçekleşmesi zor. Çünkü yap-işlet-devret modeliyle yapılan otogarın, kullanım süresinin dolmasına daha yıllar var...
Yük hafifletilecek
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) bu konudaki acil çözüm planı ise cep otogarları. Buna göre; İBB Avrupa ve Anadolu yakasında 10 ayrı noktada küçük otogarlar inşa
Ergenekon davasında müebbet hapis cezasına çarptırılan eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ’un, Balyoz davası kararıyla ilgili yorumu: Askerlerin tasfiyesi tesadüf değil.
Sanık avukatları da kararla savunma sanayiinde görevli kişilerin özel olarak hedef alındığı ve devre dışı bırakıldığı görüşünde. Bu konuda paralel düşünenlerden biri de CHP Aydın Milletvekili Bülent Tezcan. O da, Ergenekon ve Balyoz’un darbe girişimine yönelik iç hesaplaşma değil, “küresel bir operasyon” olduğunu söylüyor. Gerekçesini de “Türk donanmasının Akdeniz, Ege ve Karadeniz’deki hâkimiyetinden duyulan rahatsızlık” diye açıklıyor.
Tezcan’a göre; önümüzdeki dönem çok tartışılacak deniz altı zenginlikleri (petrol, doğalgaz, su ürünleri) konusunda küresel güçler arasında ciddi rekabet var. Üç tarafı suyla çevrili olan Türkiye ise deniz altı kaynakları olarak zengin ama herhangi bir öngörüsü yok. Bu konuda eylül ayında TBMM Başkanlığı’na soru önergesi veren Tezcan, operasyonların özünde buna yönelik gizli bir amacın olduğunu öne sürerek şöyle diyor:
“Önümüzdeki dönemde denizlerdeki egemenlik tartışılacak. Akdeniz ve Ege hâkimiyeti üzerinde yeni çatışmalar ve mücadeleler başlayacak.
Deprem İstanbul’un gerçeği. Tarihi konusunda ise atış serbest.1999 depremi sonrasındaki 30 yıllık öngörünün 14 yılı geçti. Bu arada 2014 ya da 2016 gibi nokta atışı yapanlar da oldu. En sonuncusu da 2045 olarak geçenlerde geldi...
Verilen tarihlerin dayanağı istatistikler ve olsa olsa yöntemi. Çünkü hâlâ depremi önceden belirleme konusu tartışmalı. “Asla”cılara göre bu kesinlikle mümkün değil. İstanbul Üniversitesi Jeofizik Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç.Oğuz Gündoğdu ise aksi iddiada ve “Marmara Depremi’nin yeri, büyüklüğü önceden belirlenecek” görüşünde. Hem de
5-10 saniye değil, 5-6 saat
hatta 3- 4 gün öncesinden...
İstanbul’u ve Marmara’yı tehdit eden fay çevresine yerleştirilen sismik cihazlarla her türlü hareketliliğin yakından izlendiğini belirten Gündoğdu, 5’ten büyük bir- çok depremi önceden bildiklerini söylüyor. Deprem önceden belirlenemez sözünün bilim dışı olduğunu savunan Gündoğdu, “1999 depremi de günler, haftalar öncesinden belirti verdi ama biz o zaman farkında değildik” diyor. Ve bugün gelinen noktayı “Japonya’dan bile iyi” olarak tanımlıyor.
‘Tahmin değil net bilgi’
Ülkemizde son yıllarda sivil toplum kuruluşlarının çalışmaları ivme kazandı. Bunda AB’ye üyelik sürecinin etkisi büyük. STK’lara verilen destek konusunda AB’den aldığımız övgüler bile var. Ama kimin desteklenip kimin kösteklendiği pek net değil. Demem o ki; din eksenli ya da yandaş olanlara açılan kapılar, bazılarına kapanıyor. Özellikle de sağlık alanında. İşte size bir örnek;
Symbiosis Sağlık ve Doğa Gönüllüleri Derneği, çoğunluğunu Amerikan Hastanesi’nde çalışan sağlık ve doğa gönüllüsü doktorların oluşturduğu 14 yıllık bir STK. Amacı; geri kalmış bölgelere giderek, 6-12 yaş grubu arasındaki çocukları sağlık taramasından geçirmek, sonra da onları doğa ve çevre sağlığı konusunda bilinçlendirmek.. Bugüne kadar Doğubayazıt’tan Hakkâri’ye, Çukurca’dan Nusaybin’e, Çıldır’dan Hanak’a kadar dolaşmışlar. Azerbaycan, Gürcistan, Afganistan ve Kosova seferleri de var. Ancak son 2 yıldır Türkiye’de sağlık taraması yapamıyorlar. Çünkü izin alamıyorlar. En son Gelibolu ve Manisa’da çalışma yapmak için Sağlık Bakanlığı’na başvurmuşlar. Her ikisinde de yanıt aynı olmuş;
“O bölgede herhangi bir sağlık problemi görülmemiştir.”
Yani “izin yok” yerine “gerek yok” demişler...
Sor
Her yıl nisan ayında yoğun olarak yaşanan “Ermeni Soykırımı”nı tanıma yasa tasarısı mücadelesi bu yıl “pas” geçti denilebilir. Tasarıyı kabul eden ülkeler ve yerel yönetimlerle askıya alınan ilişkilerde de değişiklik yaşanmadı. Halen 20’ye yakın ülke ve parlamentosu tarafından kabul görmese de komşumuz Bulgaristan ile sıkıntı var. Çünkü orada da 10’un üzerinde belediye meclisi tasarıyı onaylamış durumda. Bu nedenle iki ülkenin komşu hatta “kardeş” belediyeleri arasındaki kültürel, ticari, sosyal ilişkiler askıda.
Bu konuda Dışişleri Bakanlığı’nın İçişleri Bakanlığı Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü’ne yaptığı uyarı da var. Bulgaristan’daki Yerel Yönetimlerle İlişkiler başlıklı 17 Aralık 2009 tarihli yazı şöyle:
“İlgi (e)-(i) yazılarımızla 1915 olaylarını soykırım olarak niteleyen karar ve bildirileri kabul etmiş olan Burgaz’dan başka, Filibe, Stara, Zagora, Rusçuk, Silistre, Gabrova, Dobriç, Vratsa, Vidin, Şumnu ve Pernik ile işbirliği ve ziyaretlerin kısıtlanmasının bu belediyelerle kardeş şehir ilişkileri dahil olmak üzere çalışmaların askıya alınmasının (Çanakkale/Silistre-Tekirdağ/Şumnu) tepkimizin tutarlılık içerisinde gösterilmesi bakımından uygun olacağı