Her yer alev alev. Küle dönen ormanlar diri diri yanan ‘can’lar... Acımız da öfkemiz de çok büyük...
Afganistan’da ABD’nin çekilmesi ve Taliban güçlerinin kontrol ettiği bölgeleri genişletmesiyle tetiklenen göç hareketliliğini günlerdir konuşuyoruz. Ekranlarda, gazete sayfalarında, sanal ortamda ve siyasi arenada yıllardır zaten var olan Afganistan’dan kaçış görüntüleri özellikle Türkiye odaklı olarak tam anlamıyla pik yapmış durumda. Tabii bununla bağlantılı olarak güvenlik risklerinden, ülke ekonomisini etkileme ya da demografik yapının bozulmasına dönük tartışmalar da. Yani 10 yıldır süregelen Suriye kaynaklı göç krizinin benzeri bir hava yaşıyoruz. Hem de evet, Afganistan’daki Taliban’a bağlı tedirginlik ve buna bağlı kaçış bilgi ve görüntüleri var ama bu henüz milyonlarca nüfusluk kitlesel bir hareketlenme anlamında olmamasına rağmen. Şu an için net olan, sadece yüksek olasılıklı bir tehdit. Olabilir de, olmayabilir de. Dahası, Suriye krizinin
Söze geldi mi ara sıra “Türkiye ile iyi komşuluk ilişkileri ve iş birliği arayışı” gibisinden laflar eden Yunanistan hiçbir zaman iyi komşu olmadı. Aksine, sürekli olarak kara, deniz ve hava sahalarını genişletme çabasıyla Türkiye’nin tüm hasımlarıyla dostluk kurmayı kendi milli görüş ve ülküsü haline getirdi ve bunu pervasızca uyguladı. Bu bağlamda da Doğu Akdeniz ve Ege’deki bazı adaları anlaşmalara aykırı olarak silahlandırma, haksız kıta sahanlığı ya da kara suyu saçmalıklarının yanı sıra Türkiye’yi sıkıntıya, zora sokmak adına aynen Suriye gibi insanlığa karşı suç işleyen terör örgütlerini ülkesinde barındırdı, bunlarla iş birliği yaptı. Yani alçaklıkta sınır tanımadı. Örneğin, 40 yıldan bu yana özellikle Türkiye’ye tehdit teşkil eden ASALA, PKK, DHKP-C, MLKP teröristlerini himaye etti, onları kamplarda yetiştirdi, eğitti. 1990’lı yılların sonlarında Türkiye’nin kararlı çıkışları sonucunda Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması sürecinde terörist başı
Afganistan’da ABD’nin çekilmesi ve Taliban güçlerinin kontrol ettiği bölgeleri genişletmesi yeni bir göç hareketliliğini gündeme taşıdı. Dolayısıyla uzun yıllardır özellikle ekonomik nedenlerden dolayı Türkiye’ye gelen Afgan göçmenlerin şimdilerde ise “can güvenlikleri” için yollarda olduğuna ilişkin haberler, tespitler pik yapmış durumda. Tabii buna bağlı olarak mülteci sorunu ve sınır güvenliğine odaklı tartışmalarda. Bu bağlamda da hem sanal ortamda hem de siyasi arenada karşılıklı sert mesajlar, tepkiler havada uçuşuyor. Özellikle de Suriye kaynaklı göç dalgasının yeni bir benzeri vurgusuyla. Örneğin “3-4 milyon Afganlı gelecek, ne yazık ki ülkemiz Afganistanlı göç istilasıyla karşı karşıya” gibisinden siyasi söylemler de söz konusu. Yani evet doğu sınırımızdaki hareketlilikte bir artış var ama henüz olasılık halindeki kitlesel göç tehdidine dönük net ve tepkili çıkışlar nedeniyle oldukça hassas ve sakıntılı bir süreçle karşı karşıyayız. O
Koronavirüse karşı mücadelede kesin çözüm olarak öngörülen kitlesel bağışıklık duvarını sağlamak için seçenekler belli: Toplumun büyük çoğunluğuna virüsün bulaşması, yani hastalanması ya da aşı olmak. Dolayısıyla, yaygın uygulanmasıyla birlikte aşının bulaş riskini engelleyeceği net. Ki bu örnekleriyle kanıtlanmış durumda. Aşı olan ülkelerde bulaş düşüyor. Tabii aşılama hızı ve oranıyla bağlantılı olarak. Çünkü özellikle sürekli mutasyona uğrayan virüsü yenmek için aşılamanın mutasyon hızını geçmesi ve toplumun büyük çoğunluğunun en kısa sürede aşı olması şart. Kısaca, aşı olma ve zamanlaması kritik önemde… Nitekim bu bağlamda da Cumhurbaşkanı Erdoğan, kısa bir süre önce koronavirüsle mücadele kapsamında sırası gelen herkesin aşı olmasının hayati öneme sahip olduğunu belirterek “Manipülasyonlara inanmayın, bilim insanlarına kulak verin” diye çok net aşı olun çağrısı yaptı. Bilim İnsanları zaten ta başından beri bunu söylüyor. Sağlık
CHP bir zamanlar güçlü olduğu ama uzun süredir iktidarın “oralara gidemiyorlar” diye eleştirdiği Doğu ve Güneydoğu’yu kazanma arayışında. Tekin, “AK Parti ve HDP, bölgede beklentileri karşılayamadı. Yeni bir arayış söz konusu. CHP’ye ciddi bir ilgi var. Aday patlaması var” dedi.
CHP TBMM’deki sandalye sayısına göre ikinci büyük parti. Ancak Doğu ve Güneydoğu başta olmak üzere birçok ilde neredeyse hiç temsil edilmiyor. Bu nedenle de CHP milletvekilleri son bir yılda gruplar halinde 81 ilde çeşitli toplum kesimlerinin nabzını tutmaya çalışıyor. Bu kapsamda da “Doğu Masası” adı altında Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya yönelik özel çalışmalar yapıyor. Yani CHP bir zamanlar güçlü olduğu ama uzunca bir süredir iktidarın “oralara gidemiyorlar” diye eleştirdiği Doğu ve Güneydoğu’yu yeniden kazanma arayışında. Nitekim bu bağlamda CHP yönetiminden “Amacımız ilk seçimde sürpriz yerlerden milletvekili çıkarmak” diye iddialı söylemler de var.
Koronavirüs salgını nedeniyle son üç bayramda ülkelerine gidemeyen Suriyeli sığınmacılardan binlercesi bu bayram ülkesine gitti, aralık ayının 31’ine kadar da dönecekler. Aynen Kovid-19 salgını öncesindeki gidişlerinde olduğu gibi. Belki aralarında gidip de kalacaklar olabilir ama yine büyük çoğunluğunun dönecekleri kesin. Dolayısıyla “Suriyeliler bayramda ülkelerine gidebiliyorsa neden geri dönüyorlar” gibisinden yine bildik sesler de yükselmeye başladı. Tabii buna karşı şu görüşler de yinelenmeye:
Ülkelerine gitmelerine Türkiye özel olarak izin veriyor. Burada temel amaç sadece insani bir buluşma değil, Suriyelilerin ülkeleri ile bağlarının kopmamasıdır. Böylece gönüllü geri dönüş için zemin sıcak tutuluyor. Akrabalarını, arkadaşlarını, hemşerilerini, evlerini, bahçelerini hiç görme imkanına sahip olmayanlar çok daha kolay koparlar...
Yani bu ziyaretler aslında gönüllü geri dönüş politikasının bir parçası ve de Türkiye gitsin görsünler,
Koronavirüsle mücadelede en etkin yöntemin aşı olduğu hem dünya hem Türk bilim insanlarınca defalarca anlatıldı, anlatılıyor. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca da normal hayata dönmenin, okulların açılmasının, futbol-spor etkinliklerine katılabilmenin tek yolunun aşı olduğunu daha yeni çok net olarak dile getirdi. Yani normal hayat, toplumsal bağışıklıkla, o da aşılamayla mümkün. Başka da formül, çare yok. Üstelik sadece aşı olmak da yetmiyor, maske, mesafe, hijyen kuralına titizlikle devam etmek gerekiyor. Çünkü aşı virüsü ve bulaşı yok etmiyor, sadece kişinin hasta olmaması ya da hafif atlatmasını sağlıyor. Dolayısıyla, risk hâlâ geçerli ve yüksek. Hele de Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Genel Direktörü’nün dünyadaki yayılma hızının artışına ve buna bağlı yeni bir dalga tehdidine dikkat çektiği Delta varyantının Türkiye’de de giderek arttığı gerçeği ortadayken. Ancak, yasakların kalktığı 1 Temmuz’dan bu yana ve özellikle de uzun bayram tatilinin hareketlendirdiği şu günlerde
Hain darbe girişiminden bu yana geçen beş yılda temizlik bağlamında önemli bir mesafe kat edildi. Ankesörlü telefon soruşturması ve FETÖMETRE uygulamasıyla özellikle TSK’da başarılı sonuçlar alındı, binlerce kripto FETÖ’cü deşifre edildi. Aynı durum adliye ve mülki amirler, Emniyet teşkilatı için de geçerli. Ve hâlâ da on binlerce kişi hakkında inceleme, soruşturma sürüyor. Bu arada darbe davalarında 5 bin civarında FETÖ’cü hakkında ağırlaştırılmış müebbet, müebbet ya da süreli hapis cezaları verildi. Örgüt davalarında da on binlerce kişinin yargılaması devam ediyor. Yani yargı süreci de tam gaz işledi, işliyor. Ama yine de tüm bunlar temizlik bitti, tehlike geçti anlamına gelmiyor. Çünkü hâlâ kendini saklayan ya da bukalemun gibi renk değiştiren FETÖ’cüler söz konusu. Zaten kendileri de buna renklendirme diyorlar. Mesela, genellikle diğer cemaatlere, STK’lara adapte oluyorlar. Ya da Atatürkçü, zaman zaman da ‘a’ veya ‘b’