Aşı olmayan kişilerin toplu alanlara girişi için zorunlu PCR testi uygulaması başlıyor ama onun da ne kadar etkili olacağı soru işareti. Özellikle de daha uygulamaya geçilmeden konuşulan, tartışılan negatif PCR testi almanın merdiven altı yol ve yöntemleri, hatta örnekleri daha doğrusu sahtekârlık olasılıkları nedeniyle. Tabii aynı durum aşı olmadığı halde kendisini aşı kayıtlarına aldırmak ya da Sinovac aşısı olup da yurt dışına çıkabilmek için BioNTech aşısı kaydı yaptırma çabasında olanlar için de geçerli. Yani insanlar yeni mutasyonlarıyla tırmanışa geçen koronavirüs belasından nasıl kurtuluruza odaklanmaktan daha çok, anlaşılmaz bir şekilde, kendileri, yakınları, özellikle de toplumun sağlığını tehlikeye sokmaktan çekinmiyor havasında. Maalesef bunu da ısrarla hak, özgürlük gibi gerekçelerle kamufle etmeye çalışıyorlar. Tamam, birey olarak baktığınızda insan hakkı, aşı olur, olmaz denilebilir ama devlet de diyor ki toplum sağlığı açısından şehirler arası toplu taşıma araçlarını (uçak, tren, otobüs, vb.) kullanacaksan ve
Çünkü; Yunan ordusu bugünün deyimiyle tam anlamıyla bir vekalet savaşçısıydı. Arkasında İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar, hatta Amerikalılar vardı. Yani bugün dünyanın her köşesini karıştıran, ayak bastığı her yeri bataklığa çeviren ABD o günlerde de vatanımıza dönük kirli tezgâh ve planlar peşindeydi. Evet İngiliz ve Fransızlar ya da İtalyanlar gibi doğrudan işgalci sıfatıyla çok ön planda değildi ama ta Çanakkale Savaşı’ndan bu yana her türlü hasmane faaliyet ve kumpas içindeydi… Şöyle ki; I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu İttifak Devletleri yanında ve ABD İtilaf Devletlerinde yer aldı ama birbirlerine savaş ilan etmediler. Fakat ABD, Çanakkale Savaşı sırasında İtilaf Devletleri’nin savaş malzemelerini taşıyordu.
1. Dünya Savaşı sonunda Osmanlı İmparatorluğu yenilince ve Mondros Mütarekesi imzalanınca İtilaf Devletleri İstanbul, Marmara ve yeni kurulacak Büyük Ermenistan’ın Amerikan mandasına girmesini istediler. Hatta bütün Anadolu’nun ABD’nin kontrolünde tek bir
Kabil’de 200’e yakın insanın ölümüne neden olan saldırıları terör örgütü DAEŞ üstlendi, ABD Merkez Kuvvetler (CENTCOM) Komutanı olayın hemen sonrasında bu örgütü işaret etti, Başkan Biden da konuşmasında “Affetmeyeceğiz, unutmayacağız, onları avlayacağız” dedi ancak asıl soru işareti olan nokta şu: Arkasında kim var? Evet, eylemleri gerçekleştiren ya da taşeron DAEŞ, kendini patlatan intihar bombacısı da DAEŞ’li olabilir ama onu, onları kim, hangi güç kullandı? Hatta aynısı saldırının hedefi ve amacı için de geçerli. Tamam, saldırılarda 13 Amerikan askeri de öldü, 20’ye yakını da yaralandı, dolayısıyla hedef direkt ABD görülse de daha başka tezgâhlar, kurgular da olabilir. Hele de olayın odağındaki ABD gibi sabıkalı bir aktör olduğunda. Çünkü olayın gelişi de gelişmesi de tam anlamıyla kafa karıştıran ve karanlıklar içeren nitelikte. Şöyle ki Taliban’ın hızlı ilerleyişi konusunda ABD’nin “Yanıldık. Bu kadar keskin bir dönüş olabileceğini, bir gün içinde devlet
Terörle, teröristle mücadelede başarı güvenlik güçlerinin donanımı ve kullanılan teknoloji kadar, istihbaratın etkinliğiyle de bağlantılı bir durum. Yani caydırıcılık açısından var olan vurucu güçle birlikte özellikle güvenilir, net bilgi elde etmek ve doğru ya da nokta hedeflere yönelmek de gerekiyor. Hem arananlar listesindekileri temizlemek hem de eylem hazırlığındaki teröristleri harekete geçmeden etkisiz hale getirmek açısından. Bu bağlamda da son dönemlerde MİT ve TSK’nın iş birliğiyle bölücü terör örgütü PKK’ya art arda çok sayıda darbe indirildi. Hem de ABD, İsrail, İngiliz gizli servislerinin cirit attığı yerlerde. Bunun en son örneği de Irak’ın kuzeyinde 200 kilometre derinlikteki Asos Bölgesi’ne gerçekleştirilen operasyon. İstihbarat elemanları Kandil’den kaçanların Asos bölgesinde yuvalandığını saptadı, Silahlı Kuvvetler’de istihbaratın işaretlediği 28 hedefi imha etti. Bir başka deyişle, MİT noktaladı, TSK vurdu. Dolayısıyla, bu operasyon da daha öncekiler gibi sadece
Ülkedeki korona virüsü tablosu hiç iyi değil, can kaybında korkutucu bir artış var. Dolayısıyla öncelikle hala aşı olmamakta inat edenlerin sadece kendilerinin değil, aileleri, yakınları toplum ve ülke sağlığı açısından büyük tehdit ve risk oluşturduğunu bir kez daha vurgulayarak söze başlayalım, sonra da virüsle mücadelede en etkin yöntem olan aşılama seferberliğine dönelim. Sağlık Bakanlığı’nın verilerine (dün itibarıyla) göre; en az bir doz aşı olanların sayısı 46 milyona yaklaşmış, ikinci doz olanların da 35 milyonu geçmiş durumda, üçüncü doz olanlar ise 8 milyona yaklaşıyor. Bunu ülke nüfusuna oranladığımızda da görüntü şu: Birinci doz yüzde 74, ikinci doz yüzde 56 küsurlarda birinci, ikinci ve üçüncü doz aşı olanların toplam sayısı da 90 milyona yaklaşıyor. Yani totalde aşı olanların sayısı ülke nüfusunun üstünde ama hala kitlesel bağışıklık oranını yakalamaya daha çok var. Çünkü tek doz aşı evet belki çok az bir oranda etkisi olabilir ancak bilim
Aralarında yazarımız Tunca Bengin’in de olduğu bir grup gazetecinin sorularını yanıtlayan Bakan Akar, “Büyükelçiliğimiz havaalanında görevini sürdürüyor. Fakat bayrağımız büyükelçilik binamızda dalgalanıyor. Herhangi bir saldırı olmadı. Ama tabii ki tehdit, risk görürsek, 24 saatte çekiliriz” dedi.
Milli Savunma Bakanı Akar ile 15’inci Uluslararası Savunma Sanayii Fuarı’nın (IDEF 2021) son gününde yaptığımız turda Türk savunma sanayiinin son dönemde geliştirdiği ürünleri ve onlara olan ilgiyi görünce gururlandık. Hemen sonrasında da Bakan Akar’a çok tartışılan hudut güvenliği, Türk askerinin Afganistan’daki varlığından başlayarak, bölücü terör örgütü PKK/YPG’yle mücadele, ABD’yle ilişkiler, Kıbrıs konusundaki gelişmeler, F-35, S-400 açmazı, Yunanistan’ın tavrı ve çıkışları, Silahlı Kuvvetler’deki FETÖ temizliğinde gelinen nokta gibi hemen her konuda soru sorma fırsatı bulduk. O da her soruya büyük bir içtenlikle
Taliban’ın 20 yıl aradan sonra tekrar Afganistan’da hâkimiyet kurmasıyla en çok tartışılan ve merak edilen iki nokta var. Taliban nasıl bu kadar hızlı ilerledi, en azından aylarca direnir denilen Kabil neden bu kadar kolay düştü ya da teslim oldu? İkincisi ve en kritik olanı da Taliban’ın uygulamalarının 20 yıl öncesinden farklı olup olmayacağı, yani kafanın değişip değişmediği üzerine... Bu anlamda da özellikle kadınlar ve kız çocukları büyük kaygı, daha doğrusu, panik içinde. Çünkü Taliban’ın geçmişteki sokak ortasında kırbaçlama, recm ve infazları hâlâ belleklerde ve her ne kadar Taliban şimdilerde sanki daha bir ılımlı hava vermeye çalışsa da işaretler daha çok eski günlere dönüş izlenimi veriyor. Dahası, Taliban sözcülerinin dedikleri ile sokaktaki uygulamalar arasında ciddi anlamda uyum sorunu ve çelişki olduğu da açık. Hem de dehşet verici örneklerle. Şöyle ki; sözcüleri “Şeriat kurallarına uydukları ve örtündükleri takdirde kadınlara saygı
ABD güçleri ve ‘Kuzey İttifakı’ olarak adlandırılan Taliban rejimine karşı savunma savaşı veren Afgan müttefikleri 2001’de Kabil’e girdiğinde halk tarafından kurtarıcı olarak algılanmışlardı. Ama yıllar sonra tarihsel gerçeklik bir kez daha tecelli etti ve ABD’nin asla kurtarıcı falan olmadığı çok net ortaya çıktı. Hatta terör bahanesiyle çöktüğü Afganistan’da 1. Taliban dönemini bitiren ABD tam 20 yıl sonra ülkenin yönetimini yine onlara teslim ederek ülkeyi daha da karmaşıklaştırdı. Hem de Başkan Joe Biden’ın “Afganistan ordusunun bile savaşmadığı, siyasilerinin kaçtığı bir ortamda ABD askerini feda etmem” sözleriyle tüm sorumluluğu Afgan yönetimi ve güvenlik güçlerine yükleyerek. Bu sözler ABD halkına ve dünya kamuoyuna damardan dokunma açısından etkileyici ancak bir o kadar da süper güç ABD’nin kendi yetiştirdiği ordunun yapısından bihaber olduğunu da ortaya koyan, tam anlamıyla bir aciziyet niteliğinde. Çünkü her yerde kulağı olan, herkesi