Joe Biden’ın 20 Ocak’taki Başkanlık yemini töreni öncesinde ABD’deki hava kırmızı alarm durumunda. Hem siyaseten hem de güvenlik anlamında. Yani pandemi nedeniyle uzunca bir süredir zaten zor ve sıkıntılı günler geçiren ABD’deki olası tehdit yelpazesi genişliyor ve de derinleşiyor. Çünkü bir yanda Trump’ın azli için Demokratların başlattığı süreç işlerken, diğer yanda FBI’a dayandırılan haberlerde 16-20 Ocak tarihlerinde daha büyük protestolar planlandığına dair iddialar söz konusu. Dolayısıyla, ABD olası kritik gelişmeler nedeniyle hepten teyakkuz halinde. Bu bağlamda da iddialar, senaryolar havada uçuşuyor. Örneğin, daha yaygın silahlı protestolar, hatta kutuplaşmadan kaynaklı Amerikan toplumundaki fay hatlarının kırılma olasılığı ya da tam tersi, 6 Ocak’ta hazırlıksız yakalanan ABD’nin bu anlamda ikinci bir olaya asla izin vermeyeceği veya Trump’ın azli, olmazsa da istifası gibi. Tabii bu arada Trump açısından üçüncü bir yoldan, olasılıktan daha söz ediliyor. O da Trump’ın yeni bir parti
Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de aşı tartışmaları tam gaz devam ediyor. Hem de Kovid-19 virüsü gibi hafiften de mutasyona uğrayarak. Şöyle ki; başlarda özellikle zamanı ile hangi Kovid-19 aşısının daha güvenli ve koruyucu olduğu üzerine yoğunlaşmıştık bu hala geçerli ama şimdi buna bir de tek doz tartışması eklenmiş durumda. Yani öncelikle herkesi bir kere aşılamak mı iyi yoksa az kişiyi iki kere aşılamak mı iyi konusu. Bu bağlamda da ilk aşı ile ikinci aşı arasındaki sürenin 14 değil 28 gün ya da 48 gün olması gerektiğini, hatta 12 hafta diyen İngiltere örneğindeki gibi daha da uzatılabileceğini savunanlar var. Buna karşı olanlar da ilk dozların etkisinin 3 haftadan fazla devam ettiğine dair hiçbir kanıt olmadığı iddiasındalar. Her iki tartışma açısından değişmeyen bir başka tartışma ise aşının zorunlu olup, olamayacağı durumu ya da aşı olup olmama kararı. Tabii bir de aşı tamam normale dönüş ne zaman konusu var. Yani soru çok. Dolayısıyla durum tespitini yinelemekte yarar var. Dünya Sağlık Örgütü’nde uzun yıllar salgın hastalıklar ve
ABD, bugüne dek dünyanın birçok ülkesini demokrasi götürüyorum diye kan ve gözyaşına boğdu, hâlâ da aynı kafada. Bu müdahalelerde de Amerikan gizli servisi CIA’nın rolü ve askeri darbeler, siyasi suikastlar, şantaj-propaganda gibi yöntemlerle ülkelerin dinamiklerini nasıl kışkırtıp, tetiklediği bilinen gerçek. ABD’nin en büyük soruşturma ve güvenlik kuruluşu FBI’ın da (Federal Soruşturma Bürosu) ülke içindeki her türlü hareketlenme, olası dalgalanmalara karşı ne kadar hassas olduğu, hatta daha önce hakkında açtıkları soruşturma nedeniyle Trump’a karşı duyarlılıkları da malum. ABD Ulusal Güvenlik Ajansı (NSA) eski çalışanı Edward Snowden’ın “NSA’nın Amerikan internet şirketlerinin topladığı tüm özel iletişim verilerine erişebildiği ve yabancı ülke vatandaşlarına ait tüm internet yazışmalarının mahkeme izni olmaksızın bilgi toplamak için kullanılabildiğine” dönük ifşaatlarını ise bilmeyen yok. Öyle ki Snowden’ın yayımladığı örgüt
PKK eşittir PYD ya da YPG veya olası diğer türevleri. Aslında bunu en iyi bilen de ABD ama o sadece PKK’ya terör örgütü diyor, diğerlerini ise farklıymış gibi yutturmaya çalışarak silahlandırdı, silahlandırıyor. Ve PYD/PKK’dan devletçik kurma hedefindeki kirli oyunlarına tam gaz devam ediyor. Aynı ABD şimdilerde de Irak’ın kuzeyindeki PKK varlığına karşı tavır almış görüntüsünde ve PKK’yı bölgeden çıkarmaya dönük adımları destekliyor. Hatta bunu PKK’yı bitirme planı diye dillendirenler de var. Ancak bunun sadece isim anlamında olduğu çok açık ve net. Çünkü ABD’nin asıl derdi, niyeti PKK’sız bir PYD yaratmak. Ya da PKK’yı tasfiye ederek başka isimler altında kafasındaki tezgâha meşruiyet kazandırmak. Yoksa terör örgütünün başı Abdullah Öcalan’ı teslim eden ABD gerçekten PKK’yı bitirmek isteseydi onu ortadan kaldırma imkân ve kabiliyetine her zaman sahipti. PKK kontrol edilebilir coğrafik bir alan içindeydi. Yani ABD isteseydi PKK’yı çoktan
İstanbul’a su veren barajlardaki doluluk oranı hızla aşağı doğru iniyor. Bunu İSKİ’nin web sitesinde girdiğinizde net bir şekilde görmek mümkün. Mesela 19 Aralık’ta yüzde 24’ler civarındaki genel doluluk oranı dün itibarıyla yüzde 20 çizgisinin altına inmiş(19.91) durumda. Yani mevsim normallerinin dışında seyreden havayla orantılı olarak risk artıyor. Nitekim bizde bu tehlikeli gidişi 24 Aralık 2020’deki toplantısında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na “tanker-bidon-depo üçlüsü İstanbul’a geri mi geliyor” diye sormuştuk. O da şöyle demişti:
“Özellikle ocak, şubat ve mart için konuşuyorum. En düşük yağış miktarları olsa bile önümüzde şu an İstanbul’u alarma geçirecek bir su kesintisi problemi gözükmüyor.”
İmamoğlu; yanıtının son bölümünde ise “Melen bugün bitmiş olsaydı ‘2040’a kadar su sorununu çözdük’ lafı doğru olurdu. Ne yazık ki şu an doğru değil. İnşallah 2024 itibariyle o sorunda ortadan kalkmış
Yeni yılda da ülkeyi korona salgınıyla mücadele, aşı tartışmaları, Türkiye-ABD ilişkilerindeki gerginlik, içerideki ve dışarıdaki sıcak gelişmeler ve ekonomideki dalgalanmalarla dopdolu bir gündem bekliyor. Yani eski yılın bildik konularını yine sıkça konuşup tartışacağız. Bu bağlamda da hemen her gün olası yeni bir şok gelişmeye karşı odaklanma durumu söz konusu. Dolayısıyla, bazıları için çok önemli olarak görülen birçok başka sorunun lokal kalması veya ülkenin diğer kesimince dikkate alınmama ya da önemsenmemesi 2021 için de geçerli. Örneğin, TBMM’nin her oturumu öncesinde birer dakika söz verilen 15-20 milletvekilinin dile getirdiği konular gibi. Malum, söz hakkı alan hangi vekil kürsüye çıkarsa, bir dakika içinde kendi yöresinin ya da temsil ettiği kesimin dertlerine değiniyor, ihtiyaçlarını sıralıyor. Aslında bunlara, lokal gibi görülseler de, sözü edilen yerler ya da kitleler açısından hayati önem taşıyan birer dakikalık öteki gündem maddeleri de denilebilir. Ya da hem
Bugün vedalaşacağımız 2020’de küresel koranavirüs salgınıyla beraber en çok konuştuklarımızın başında Türk-ABD ilişkilerindeki gerilim ve buna bağlı sıkça yükselen tansiyon vardı. Tıpkı ABD’nin güdümündeki FETÖ’nün 2015’teki hain darbe girişiminden bu yana geride bıraktığımız diğer yıllarda yinelendiği gibi. Çünkü ABD özellikle 2011 yılından itibaren Suriye’de, Irak’ta ve daha sonra doğu Akdeniz’de Türkiye’nin ulusal çıkarlarını tehlikeye, ulusal güvenliğini de riske atan politika ve stratejiler izliyor. Yani söze geldi mi stratejik ortaklık ve müttefiklikten ahkâm kesen ABD resmen hasmane bir tutum sergiliyor. Evet, bu sürpriz değil, eskiden de böyleydi. Mesela ABD bazen askeri yardımlar, bazense silah ambargolarıyla ya da ekonomik yaptırımlarla Türkiye’yi sıkıştırmaya çalıştı, istedikleri sonucu alamadıklarında ise darbe aracına başvurdu. Yine terör örgütlerine destek verdiler, bazense terör örgütlerine karşı mücadelesinde Türkiye’ye destek
Irak Başbakanı’nın Ankara ziyaretiyle açılma planı ivme kazanan Ovaköy sınır kapısı özellikle 1990’dan itibaren bugüne kadar pek çok kez gündeme geldi. Ancak bu çabalar, ABD’nin kafasındaki terörist kuşak planlarını keseceği için her dönem engellendi. Çünkü buradan açılacak bir sınır kapısı, Telafer’e, Sincar’a, bir koluyla Musul ve Kerkük’e bir koluyla da Tikrit ve Samara üzerinden Bağdat’a uzanan güzergâhıyla bölücü terör örgütü PKK’nın Irak-Suriye bağlantısının kesilmesinde doğal bir set olarak stratejik önem taşıyor. Bu aynı zamanda Sincar’ın PKK’lı teröristlerden temizlenmesi ile Türkiye’nin Türkmen bölgeleri ve Araplarla doğrudan temas halinde olması anlamına geliyor. Bunlarında bölgede asayiş ve huzuru sağlayacağı, yani bölgede söz sahibi olan bir Türkiye etkisinin bütün coğrafyanın kaderini değiştireceği açık. Tabii ABD’nin ve güdümündeki PKK’nın bölgede artık istediği gibi at