Suriye krizinin neredeyse 10. yılındayız. Bir başka deyişle 10 yıldır milyonlarca Suriyeli mülteci ile beraber yaşıyoruz, yüzbinlerce çocuk da Türkiye’de doğdu. Buradaki Suriyeli nüfusun da devamlı Türkiye doğumlu bebekleri oluyor. Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre; Türkiye’deki geçici koruma altındaki kayıtlı Suriyeli sayısı 25 Kasım 2020 tarihi itibarıyla 3 milyon 638 bin 288...Bunların 1 milyon 701 bin 176’sını da (yüzde 46,7) 0-18 yaş arası çocuklar oluşturuyor. Dolayısıyla Türkiye sınır ötesi harekâtlarda oluşturduğu güvenli bölgelerle Suriyeli mültecilerin ülkelerine dönmeleri için sahada mücadele verirken bir yandan da bir milyon 700 bin Suriyeli çocuğun eğitimine odaklanmış durumda… Hem bunun o çocukların en temel hakkı olmasına gösterilen hassasiyet gereği hem de eğitim almadıklarında terör ya da suç örgütlerinin eline düşme gibi potansiyel bir tehdit oluşturmaları nedeniyle. Bu bağlamda da Türkiye geliştirdiği projeler ve
Geçtiğimiz ay Kılıçdaroğlu’nun “Saraydan para alıp parti kurmak isteyenler” var çıkışıyla günlerce konuşulan, tartışılan ama “Kim?” sorusunun yanıtı hâlâ olmayan! CHP şimdi de taciz skandalı ve Mersin milletvekili Ali Mahir Başarır’ın “Devletin ordusu Katar’a satıldı” sözleri nedeniyle yine gündem yarattı. Hem de öyle böyle değil, özellikle de taciz skandalındaki iddialar ve gelişmeler. Çünkü İstanbul ilçe teşkilatlarının bazılarında art arda yaşanan birden fazla olay söz konusu. Daha da vahimi, tacize uğrayanların değil, taciz edenlerin korunduğu gibisinden iddialar var. Dolayısıyla, olayı açığa çıkaran, deşifre eden ile hedefteki İstanbul il yönetimi arasında karşılıklı eleştiriler, suçlamalar havada uçuşuyor. Genel Merkez ise her zamanki gibi daha çok izleme pozisyonunda. Yani CHP yine ülkeden çok kendi iç sorunlarına odaklanmış durumda ya da bir başka deyişle, tabanına, sokaktaki insana “umut”tan söz eden ana muhalefet partisi gerçekte enerjisini buna
Suriye’deki varlık gerekçesini DAEŞ’i (IŞİD) yok etmek olarak açıklayan ABD, buna yönelik mücadelesini tam anlamıyla çocuk oyunu saklambaç’a çevirdi. Bir bakıyorsun DAEŞ bitti, bitiyor havası veriyor ama sonrasında en büyük tehdit diye yeniden celalleniyor. Örneğin, Mart 2019’da Trump DAEŞ’in tamamen yenilgiye uğratıldığını açıklamıştı, Ekim 2019’da terör örgütünün lideri Bağdadi öldürüldüğünde de bu tezler pekiştirilmişti. TSK’nın Ekim-Kasım 2019’da Barış Pınarı Harekâtı kapsamında terör örgütü YPG/PKK’ya dönük temizliği devam ederken ise ABD’den “Türkiye’nin Suriye’nin kuzeydoğusundaki adımları IŞİD’le mücadeleye ciddi ölçüde zarar veriyor” gibisinden akıl dışı açıklamalar, hatta yaptırımlar gelmişti. Hem de Türkiye’nin sadece Fırat Kalkanı Harekâtı kapsamında binlerce DAEŞ’li teröristi temizlediği gerçeği ortadayken. Aynı ABD’nin Savunma Bakanlığı (Pentagon) şimdi
Koronavirüs salgınının pik yapmasıyla yasaklı, kısıtlamalı günlere dönülürken, özellikle sallandıkça hatırladığımız bir başka tehdit deprem gerçekliği de yine ciddi uyarılar veriyor. Örneğin, İzmir Depremi’nin ardından TBMM’de kurulan Deprem Araştırma Komisyonu’nda dinlenen Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Haluk Özener, fayların hareketliliğine dikkat çekerek “Türkiye’de her an 7’nin üzerinde bir deprem meydana gelebilir” diye uyardı. Geçtiğimiz günlerde Bayburt’ta meydana gelen 3.8 büyüklüğündeki depremin ardından Karadeniz Teknik Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü eski öğretim üyesi Prof. Dr. Osman Bektaş Doğu Karadeniz’de gizli fayların olduğunu ve bunların diri olduğunu söyledi. Dahası denizlerdeki fay hatlarının da güncel deprem haritasında yer almadığını öne sürdü. Malatya’da meydana gelen 4.7 büyüklüğündeki son depremin ardından da Bilim
Başkan kim olursa olsun ABD’nin emperyalist politikalarının değişmeyeceği konusunda herkes hemfikir. Yani Biden ya da Trump fark etmez. Tıpkı Obama, Clinton ya da daha öncekilerde olduğu gibi. Çünkü ABD aslında ‘yönetenlerin yönetildiği’ derin bir ülke, o derinliğin dünyaya bakışı da örtülü ya da aleni manipülasyon ve operasyonlarla ülkeleri dizayn etmeye çalışmak. Dolayısıyla, başkanlar sadece nüans yaratıyor. Biri diplomatik dil kullanırken, diğeri sert üslup tercihiyle dikkat çekiyor. Yöntem bakımından da biri gücü daha kaba uygulayıp, ülkeler arasında çatışma yaratırken, diğeri istihbarat örgüleri vasıtasıyla örtülü operasyonlara daha ağırlık verebiliyor. Bu bağlamda da Trump’ın kabalığı, çatışmacı zihniyet açısından cüretkârlığı malum, Biden için öngörülenler de Obama-3 dönemi, yani zaten hep var olan örtülü operasyonların daha da ön plana çıkacağı yolunda. Bu noktada akla gelen soru da neler olabileceği ve özellikle de Türki
Doğu Akdeniz’de Türk ticari gemisinde uluslararası hukuka, teamüllere tamamen aykırı olarak yapılan aramayı sadece alelade korsanlık, haydutluk diye nitelendirmek hafif kalır. Çünkü korsanlar bir milleti ya da orduyu temsil etmezler ve çoğunlukla amaçları ganimeti ele geçirmektir. Bu olayda ise AB ülkelerinin aldığı bir karar çerçevesinde İtalya’daki bir merkezden yönetilen harekât kapsamında Yunan komutan emir veriyor, Alman fırkateyni Türk bayraklı ticari geminin önünü kesiyor. Helikopterle gemiye inen Alman askerleri de zorbalıkla saatlerce arama yapıyor. Yani herkesin bayrağı, milleti belli, üstelik tek bir ülke de değil. Yunanistan, Almanya, İtalya ve AB’nin de işin içinde olduğu devletler eliyle yürütülen bir organize iş ya da kumpas söz konusu. Karşı oldukları geminin bayrağı da NATO’daki müttefikleri Türkiye’nin bayrağı. Ama buna rağmen hâlâ tavırları ise hukuksuzluklarına kılıf uydurmak amacıyla, hiç sıkılmadan, utanmadan yalan söylemek. Dolayısıyla, aslında şu anda
Ermenistan karşısında hem masa hem de sahada destan yazan Azerbaycan ordusu paylaştığı videoda “Karabağ’ın az ad olmasında bize yakından destek olan gardaşımız Türkiye’nin şerefine” ifadeleriyle Karabağ’ın tepesine Türk bayrağı dikti. İşgalden kurtarılan Şuşa’nın girişindeki kontrol noktasında Azerbaycan bayrağının yanında Türk bayrağı dalgalanıyor. 27 yıl sonra Agdam’a giren Azerbaycan tankları ve zırhlı araçlarında Azerbaycan ve Türk bayrakları vardı. Yani “Mehmetçik” henüz Azerbaycan’da değil ama Karabağ’ın her köşesinde ay yıldızlı al bayrak dalgalanıyor. Bu da Türkiye ve Azerbaycan arasındaki “Tek millet iki devlet” söyleminin sözden ibaret olmadığını herkese bir kez daha çok net gösterdi, gösteriyor. Bir kez daha diyorum çünkü bu sadece bugün değil 28 yıl öncesindeki zor günlerde de böyleydi. Dolayısıyla o günleri de irdelemekte yarar var. Hem “ezeli gardaşlığı”daha iyi anlamak hem de bugünleri göremeyen kahramanları anımsamak açısından...
***
Mart 1992
TSK’daki FETÖ temizliği kapsamında Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın verdiği son bilgiye göre, OHAL’in kaldırılmasından bugüne kadar bakan onayıyla 5 bin 587 personel ihraç edildi, 1512 emekli askerin rütbeleri geri alındı. 15 Temmuz’daki hain darbe girişiminin ardından Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilişiği kesilenlerin toplam sayısı 20 bin 566 oldu. Bu rakamlar şimdilik çünkü açığa alınıp, haklarındaki idari ve adli işlemleri sürenler de var. Dahası, Fetömetre yöntemi ya da ankesörlü telefon soruşturmalarıyla ordu içindeki kripto FETÖ’cüleri açığa çıkarma çalışmaları da devam ediyor. Yani FETÖ temizliği konusunda Silahlı Kuvvetler’de daha alınacak çok yol var. Nitekim bakan Akar da “Amacımız bu teröristleri içimizden tamamen temizlemek, bu şanlı üniformayı tek bir hainin bile taşımasına engel olmak, buna müsaade etmemektir” sözleriyle bu konuda ne kadar kararlı olduklarını bir kez daha dile getirdi. Tabii bu kararlılık TSK’nın verdiği mücadelenin sadece içe