Dört yıl önce FETÖ’cü darbe girişimine karşı durmak için sokağa dökülen Türkiye, en karanlık gecenin yıl dönümünde de demokrasiye bağlılığını bir kez daha göstermek ve şehitleri anmak için yine tek yürekti. Ekranlarda da hem o gece yaşananlar hem de FETÖ’ye karşı yürütülen mücadele konusunda (kalkışma öncesi-sonrası) eksiklikler ve yanlışlıklara dönük konuşmalar, tartışmalar vardı. Hemen hepsinin ortak noktası da şuydu:
15 Temmuz hain darbe girişiminden bu yana geçen dört yılda Fetullahçı Terör Örgütü’yle yapılan mücadelede önemli mesafeler kat edildi, geldiğimiz nokta itibarıyla FETÖ’nün çok önemli güç kaybına uğradığı ve bunun da devlet faaliyetlerinde, devlet yapısında pozitif bir durum ortaya çıkardığı açık ama yeterli değil...
Yani kendi halkına ateş eden, devletin kurumlarını işgal edip dağıtan, milletin meclisini savaş uçaklarıyla bombalayan alçaklarla ilgili hâlâ görülecek hesap var. Özellikle de
Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Mustafa Akış’ın CNN Türk’teki FETÖ’nün örgütsel şemasına dönük anlattıkları bu alçak yapının nasıl sinsi, ne kadar tehlikeli olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Çünkü son derece profesyonellik ve gizliliğin hâkim olduğu müthiş bir örgüt yapısı söz konusu... Herkes birbirini denetliyor, kontrol ediyor. Örneğin ordudaki her öğrencinin abisi, her generalin, albayın ya da diğer rütbelilerin örgütsel anlamda öğretmenleri, genel müdürleri, müdürleri farklı. Tabii o abileri ve diğer sorumluları denetleyenler de... Ve bu karmaşık yapılanmayı, örgüt şemasını en tepedekiler dışında kimse bilmiyor. O nedenle de yukarıdan gelen talimatlar TSK’da veya FETÖ’nün sızdığı diğer kamu kurum ve kuruluşlarında kayıtsız şartsız, sorgusuz sualsiz yerine getiriliyor. Hem de dünyanın önde gelen istihbarat servislerini kıskandıracak kadar profesyonellikle... Dolayısıyla bu noktada akla gelen soru da şu:
Bunların hepsini FETÖ’mü yaptı ya da nasıl yaptı? O kadar akıl mı
Kâğıt üstünde ABD ile Türkiye müttefik, hatta stratejik ortak. Diplomatlar, yöneticiler de zaman zaman çeşitli platformlarda bu gibi sözleri kullandılar, kullanıyorlar ama bunlar asla gerçeği yansıtmıyor. Çünkü ABD hiçbir zaman o tutumu sergilemedi, aksine, bırak müttefikliği, açıkça hasmane tavır içinde oldu. Mesela 1962’deki Jüpiter füze krizi, Johnson’ın İnönü’ye yazdığı kaba mektup, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası uyguladıkları sert ve şiddetli ambargo, 2003 yılındaki çuval krizi, terör örgütü YPG/PKK’ya açıkça silah, eğitim desteği vermesi, kırmızı bültenle aranıyor olmasına rağmen Fetullah Gülen’i Türkiye’ye iade etmemesi gibi... Yani ABD hiçbir zaman ne müttefik ne de stratejik ortak oldu. Nitekim bunun son örneğini de Dışişleri Bakanı Pompeo’nun ABD ve GKRY (Güney Kıbrıs Rum Yönetimi) arasındaki güvenlik ilişkileri kapsamında, Rum yönetimine askeri eğitim ve öğretim fonu sağlayacaklarına dönük son
CHP’de kurultay öncesinde Kılıçdaroğlu uzunca bir zamandır pek fazla tanık olmadığımız kadar partiye hâkim, hatta tek ses görüntüsü veriyor. Evet, CHP eski milletvekili Prof. Dr. Aytuğ Atıcı kurultayda Kılıçdaroğlu’na karşı aday adaylığını açıkladı ve onun dışında da konuşulan çok sayıda isim var ama öngörüler zaten kurultayın sonucunun malum olduğu şeklinde. Yani her ne kadar parti içi muhalefetten tepkiler, eleştiriler gelse, rakipler çıksa da Kılıçdaroğlu’nun koltuğu garanti. Özellikle de mevcut delege yapısı dikkate alındığında. Dolayısıyla da merak edilenlerin başında daha çok parti vitrininde değişiklik olup olmayacağı var. Hele de Kılıçdaroğlu’nun bugüne dek hemen her kurultayda ya da başarısızlığa karşı tepkilerin yoğunlaştığı dönemlerde çevresindeki isimleri yenileyerek gerginliği geçiştirme ritüeli bilinirken. O nedenle de bunun yinelenip, yinelenmeyeceği sorusunun yanıtı anlamlı. Çünkü bu kez yenilenmemesi değişiklik olacak, bu da parti içi muhalefetin hedefindeki pek çok
Çok değil daha iki-üç ay önce koronavirüsün pik noktasına odaklı endişeli bir bekleyiş içindeydik, gidişatın İtalya, İspanya olacağını iddia edenler dahi vardı. Neyse ki alınan önlemler ve vatandaşın ağırlıklı uyması nedeniyle hepsi boş çıktı. Hemen sonrasında normale dönüş süreciyle birlikte de “yeni normal” şartlarını tartıştık ve benimsedik. Tabii sözde; çünkü sarılmayı, öpüşmeyi, kucaklaşmayı uzunca bir süre unutma, sosyal mesafeyi koruma duyarlılığı konusunda pek çok sorumsuzluk örnekleri yaşadık, yaşıyoruz. Hem de yasaklara ve cezalara rağmen. Dolayısıyla yapılan maddi-manevi onca fedakârlık boşa gitme anlamında ciddi tehdit altında... Oranlar hala yüksek geliyor, bizde bağışıklık falan da pek olmadı ya da çok düşük. Aşı konusunda henüz ümit olmadığı gibi, virüste mutasyonla zayıflama belirtisi de yok. Hatta tam tersine belki daha sıkıntılı hale geleceğine dönük emareler var. Ve şimdilerde ülkece ve dünya genelinde ikinci dalgayla birlikte tehdidin daha da artma olasılığını konuşuyoruz.
CHP’de ay sonundaki kurultaya dönük önlem ve erteleme tartışması sürerken, gözler genel başkan adaylarında. Şu ana kadar aday adaylığı netleşen tek isim eski milletvekili Prof. Dr. Aytuğ Atıcı, onun dışında adı konuşulanlar da var ama onlar daha çok iddia bazında, yani henüz fiilen sahnede yoklar. Olup olmayacakları da flu. Buna karşılık, genel merkez cephesinde ise Kemal Kılıçdaroğlu’nu en yüksek imzayla aday göstermek için delegelerden imza toplama çalışmaları yapılıyor. Hedef 1362 delegenin oy kullanacağı kurultay öncesinde bir rekor rakamla mevcut ya da olası aday adaylarına gözdağı vermek ya da işi baştan bitirmek. Dolayısıyla da hem adaylık için gereken 69 imzayı bulmak hem de genel merkezin delege üzerindeki hakimiyetini kırmak açısından CHP’de delege odaklı kulis faaliyetleri tam gaz devam ediyor ve karşılıklı manifestolar havada uçuşuyor. Hatta bu faaliyetler Atıcı tarafından iller bazına da yayılmış durumda. Koronavirüs salgını nedeniyle ertelediği gezilerine devam eden Atıcı, gittiği her ilde delegelere genel başkanlığa neden talip olduğunu
Yunanistan’ın ilk kadın Cumhurbaşkanı Ekaterini Sakellaropulu için ülkesi adına Türkiye ile ilişkileri düzeltme konusunda iyi bir fırsat denilirken, tam tersi çıktı. Hukukçu olması nedeniyle uluslararası anlaşmalara, adalet ilkelerine daha duyarlı olması beklenen Sakellaropulu her yönüyle hukuksuzluk içeren, Aydın’a bağlı Eşek Adası ziyaretiyle dostluktan ziyade daha çok hasmane tavır yanlısı olduğunu ortaya koydu. Hem işgal altındaki bir adayı Yunan toprağı sanmakla hem de uluslararası hukuk gereği silahsızlandırılması gereken bir yerde Yunan askerleri arasında verdiği fotoğraflarla. Dolayısıyla, adadaki anı defterine yazdığı “Yunanistan uzun zamandır Türkiye ile iyi komşuluk ilişkileri ve iş birliği arayışındadır. İki halkın barış içinde bir arada yaşamasına ve iş birliğine yatırım yapmaktadır” sözlerinin hiçbir inandırıcılığı yok. Çünkü baştan sona Yunan derin devletinin etkisi kokan bu ziyaretin nereden baksan tutulacak bir tarafı bulunmuyor. Dahası, tam anlamıyla kendi akıllarınca gözdağı verme hesabındaki provokatif bir küstahlık
Pençe-Kartal operasyonu kapsamında Irak’ın kuzeyinde PKK’lı terörist temizliği sürerken Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY), kendi coğrafyasında PKK’nın varlığından rahatsız olduklarını çok açık dile getirdi. Yani Barzani bölgelerinde PKK’yı istemiyor. Hatta bu konuda Türkiye’ye istihbarat desteği verdiği iddiaları da var. Ama aynı Barzani Suriye topraklarında ise o PKK’lıların kolu PYD/YPG’yle “kanka” konumunda ve onları meşrulaştırma çabasında. Dolayısıyla da iki farklı Barzani görüntüsü var ve samimiyet açısından ciddi soru işaretleri söz konusu. Benzer örneklerini geçmişte de gördüğümüz gibi. Şöyle ki; terörün zirve yaptığı 1992-93’lü yıllarda PKK’ya karşı çeşitli tarihlerde “girdi-çıktı” halinde kısa süreli sınır ötesi operasyonların ardından Irak topraklarındaki en büyük harekâtlardan biri Ekim 1992’de düzenlendi. Mart 1995’de gerçekleştirilen “Çelik” adlı operasyonda