Yazarlar"Türkçem, benim ses bayrağım"

"Türkçem, benim ses bayrağım"

04.01.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

Ahmet Oktay

Türkçem, benim ses bayrağım

TUHAFTIR: toplumsal / siyasal yaşamımızdaki yozlaşmaya duyulan tepki, beklenmedik bir zaman dil alanındaki yozlaşmayı da gündeme getirdi. Doğaldır. Çünkü dil, Heidegger'in vurguladığı üzere, "insanın evidir".
Dil bilincini yitiren bir ulus, düşünme ve düşünce üretme yeteneğini de yitirir. Türkiye bu savın doğruluğunun en iyi gözlendiği, gözlenebileceği bir ülke. Büyük kentlerin ana caddelerinde biraz çevreye bakınarak yapılan bir yürüyüş, karşı karşıya bulunduğumuz durumun "vahametini" görmek için yeterlidir: Kebap lokantasının adı "Hanedan", berber dükkanının adı "Dallas". Televizyon kültürünün bağımlısı haline geldiğimizi, her türlü eleştiri duygusunu yitirdiğimizi bundan daha iyi ne gösterebilir?
Bir gazete bayiinin önünde durup, sergilenen dergilerin adlarını bir okuyun: Kendinizi bir yabancı ülkede sanırsınız. Eskilerin "gavur hayranlığı" dediği durumu yaşıyoruz. Tanzimat'tan beri, bir türlü çözümleyemediğimiz bir sorun bu. Dergiye "Güzellik" dense sanki değer yitirecek sanıyor, yabancı dilden bir ad arıyoruz.
Bu dil yozlaşması, toplumun çeşitli sınıf ve katmanlarının kültürel ve ekonomik beklenti ufkunun serbest piyasa ekonomisi çerçevesindeki genleşmesini yansıttığı kadar kimliksizleşme olgusunu da yansıtıyor. Adının anlamını bile bilmediğimiz lokantalarda oturuyor, kebap, lahmacun yiyoruz.
Yeri gelmişken basının da kendisine çuvaldızı dokundurmasında yarar görelim: Yeni teknolojiler farkına bile varılmadan yeni bir gazetecilik biçemi (üslubu) yarattı. Okurunu şaşırtmayı, onu sarakaya elmayı hedefleyen, çokça da Tanzimat züppesini anımsatan bir biçem. Bu biçemin "in" ve "out" kıldıklarını, belleği olan her okur saptayabilir. Kuşkusuz, her dilin içinde, özellikle bilim, felsefe, sanat yazılarında yabancı sözcük sızması vardır. Ne var ki, bu sızma sınırlıdır ve kimi zaman sorunludur. Ama gündelik yaşam yabancı diller tarafından kuşatılmış ise durum tehlikelidir.
"Düşünmeden konuşuyor" sözünde küçültücü bir anlam varsa boşuna değildir. Çünkü düşünmek, insanın en birincil edimi ve erdemidir. Ama önüne gelenin TV programcısı / sunucusu yapıldığı, iki saat diksiyon dersi almamış kişilerin haber okuduğu bir zamanda dil bilinci denen şey, çok kişiye komik görünebilir.
Fazıl Hüsnü Dağlarca "Türkçem, benim ses bayrağım" derken, işte bu bilincin gereğini anımsatmaktadır. Dil için ulusun kendisi kavga vermelidir. Bir zamanlar İngilizce'nin istilasına uğrayan Fransızca'ya Fransızlar böyle sahip çıkmışlardı.
Ama şimdi, demokrasi ve özgürlük beklentilerinin arttığı, devletin rolünün ve etkinliğinin azaltılmasının istendiği bir sırada, Türkçe'yi yeniden yasayla korumak yoluna gidiliyor. Bu girişimin özellikle muhafazakar çevrelerin tepkisini çekeceği söylenebilir. Türkçenin arılaşmasından, durulaşmasından, bir bilim ve felsefe dili haline dönüşmesinden öteden beri hoşlanmamıştır bu çevreler. Hiç kuşkusuz aşırılıkları da bulunan Dil Devrimi, Türkiye'de siyasal arenanın başlıca figürlerinden biri olmuş, bitmez tükenmez ilericilik / gericilik kavgasının simgesi haline gelmiştir. Dilerim, bu yasa girişimi şoven bir kimlik edinmez.
Sorun, kendi dilimizi kendi düşüncemizi üretebileceğimiz bir ev kılmaktır. Bu, yasalardan çok Türkçeyi her gün kullanan insanların görevidir.
Annemi toprağa vereceğim gün ana dilimi savunan bir yazı yazacağım hiç mi hiç aklıma gelmezdi.

KEŞFETYENİ
Magazin dünyasının konuştuğu sürpriz nikah! 3. kez evlendi
Magazin dünyasının konuştuğu sürpriz nikah! 3. kez evlendi

Cadde | 16.05.2025 - 09:03

Hayat Bilgisi dizisinde 'Rüya' karakterini canlandıran Yıldız Asyalı, 3. kez dünyaevine girdi.

Yazarlar