Kısa adı CENTO olan ve Bağdat Paktı olarak da bilinen Anlaşmaya konu olan şey Sovyetler Birliği’nin sıcak denizler olarak tabir edilen Ortadoğu’ya nüfuz etmesine engel olmaktı ve 1955 yılında Pakistan, İran, Irak ve Türkiye arasında imzalanmıştı.
ABD için petrol alanları birinci derecede güvenlik bölgesiydi ve bu çizgi üzerinde kendine bağlı hükümetlerin olması hayatiydi, destekliyor.
Bu ülkelerde ne zaman Sovyetik anlamda bir oluşum baş gösterse hemen bir darbe ile müdahale ediliyordu.
1979 İran İslam Devrimi bu yöndeki en olumsuz hareketti ve önlemi Irak’ın İran’a Savaş açması ve 8 sene savaşmasıyla alınmaya çalışıldı. Başarılı da olundu.
Doğu Bloku’nun 1985’den sonra hızla açıklık ve yeniden yapılanma sürecine girmesi ve 1991’de de fiilen ortadan kalkmasıyla Sovyet tehdidi ortadan kalktı.
Nereden bakılırsa 60-70 yıl boyunca bu risk yüzünden Afganistan’dan Libya’ya kadarki çizgide bütün ülkelerde antidemokratik rejimler desteklendi. Bu ülkelerdeki her türlü demokratik hareket bu diktatörler tarafından baskı altına alındı. Gelişim çizgisi yavaşlatıldı.
Burada Libya ve Suriye’yi ayırmak gerekiyor. Ancak yönetim tarzı olarak ABD’nin istediği tarz olduğu için bu
Tam maçla ilgili yazımı bitirmiştim ki; Aykut Kocaman'ın basın toplantısı başladı. Yüzündeki ifadeyi hiç beğenmedim, konuşmaya başlayınca daha ilk cümlesinde görevi bırakacağını hissettim.
Ve öyle de yaptı...
İstifa etti...
Doğal olarak koca bir maç yazısı boşa gitmiş oldu, çünkü ortada yenilgiden, karşılaşmadan, futbolcuların sorumsuzluklarından çok daha önemli bir gelişme vardı.
Bu yazının yayına girdiği saatlerde istifasını geri almasını umuyorum, bekliyorum.
Bundan tam üç yıl önce tam da böyle bir kış günü 7 Aralık 2009 tarihinde Sportif Direktör olarak medyanın karşısına geçti Aykut Kocaman.
İki gün sonra yazdığım yazının başlığını "Aykut Kocaman Projesi" olarak atmıştım. Eğer bu tarihten önce yazmış başka bir kişi yoksa Aykut Kocaman'ın Fenerbahçe sürecine bir Proje ismi veren ilk kişiyim.
Bu nedenle de bütün süreçlerin takipçisi oldum, anlamaya, anlatmaya çalıştım, destekledim. Bu Proje'den Aykut Kocaman vazgeçse bile ben sonuna kadar gideceğim.
PFDK inandırıcılığını ve güvenirliğini yitiriyor!
Daha bundan bir ay öncesinde Eskişehir'de Fırat Aydınus Eskişehirsporlu bir futbolcunun ettiği bir lafı sanki Fenerbahçeli olan söylemiş gibi Fenerbahçeli futbolcuyu oyundan atmış, olayın içindeki herkes ve görüntüler Caner Erkin'in ceza gerektirecek herhangi bir eylemde olmadığını söyler ve gösterirken delikanlılık bozulmasın diye futbolcuya hak etmediği ceza en ağır şekilde verilmişti.
Bu cezanın hukuksuz ve haksız olduğunu bütün spor kamuoyu biliyordu.
Burada Fırat Aydınus ortaya çıkıp, olayı yanlış değerlendirdiğini söylemeli, hata yaptığını ifade etmeliydi.
Bu davranış eşi benzeri daha önce görülmemiş derecede destek görür, hakemimiz bambaşka bir yere gelirdi.
Gerisi de bir daha konuşulmaz; hakemin Fair Play üzerine yaptığı katkı yüceltilirdi.
Ancak Fırat Aydınus susmayı tercih etti.
Birinci çeyrek sonunda görünüm şöyleydi; Galatasaray MP deplasman oynamasının dezavantajına karşın maça iyi başlayarak, yüksek şut yüzdesi yakaladı, savunmasında da boyalı alanı Fenerbahçe Ülkerli oyunculara kapatarak rakibini dış şutlara zorladı. Fenerbahçe Ülker’deyse aynen Cantu maçında olduğu gibi ilk tutukluk vardı.
Oyun bu karakterde ve tempoda devam etse muhtemelen Fenerbahçe Ülker çok zorlanır, maç da son topa kalırdı.
Galatasaray MP karşılaşmanın sonuna kadar bu şablondan pek kopmadı. Dengeli ekstra bir şey yapmayan oyununu son saniyeye sürdürdü.
Fenerbahçe Ülker’in maçı kazanabilmesi için de başka bir şey yapması gerekiyordu.
Çeyrek sonunda Bo ve Ömer Onan’ın faullerini ikilemesi başlı başına sorundu. Çünkü bu iki oyuncunun yapacağı savunmaya ihtiyaç vardı.
İkinci çeyrekte Fenerbahçe Ülker doğru hücum şeklini buldu; Bogdanovic çeyreğin hemen başında ilk defa Galatasaray MP savunmasını zorlayarak boyalı alana girdi ve sayı buldu.
Peşinden Preldzic’in bu bölgeyi zorlaması başladı.
Emir ve Bogdanovic Galatasaray MP boyalı alanını her zorladıklarında ya sayı buldular ya da faul kazandılar.
Derbi öncesinde Galatasaraylıların fark beklentileri vardı. TT Arena’nın atmosferi etkileyici, iyi bir taraftar kitlesiyle de güçlü bir deplasman etkisi yaratabiliyor. Saha avantajının artık her takım için hanesine yazılacak artı puan olduğunu burada hesaba katmalıyız.
Son maçlarda, özellikle geçen sene TT Arena’da oynanan karşılaşmalarda Galatasaray’ın belirgin bir üstünlüğünden söz etmek mümkündür. Akıl alması çok güç goller kaçmış, kaleci Volkan da kalesinde ilginç şeyler yapmıştı.
Ancak bu sezon Galatasaray’ın oyun yapısı geçen seneden çok farklı…
Bir kere Fatih Terim öncelikli olarak maçı garanti altına almayı düşünüyor. Daha az topla oynuyor, pas yapıyor, ileri çıkıyor. Özellikle de eğer öne geçmişse.
Çünkü Galatasaray’ın geçen sezon oynamayı başardığı total futbola bu sezon kıyısından bile yaklaşamadı.
4-4-2 oynamanın orta sahaya yüklediği ekstra bir görev var. Buradaki iki futbolcu Melo-Selçuk daha fazla mücadele edip, koşması gerekiyor. Yine geçen seneyi hatırlayacak olursak Elmander ve Baros’un geriye gelip yardımları, hiç değilse hücum presi vardı.
Bu sene Umut biraz topa ayağını uzatsa da Burak gol atmak dışında hiçbir şeyle ilgilenmiyor.
Öyle olunca da
Her şeyi kontrol edebilirsiniz ancak bireysel anlamda hatalara önlem almanız mümkün değildir.
Bu maçta Fenerbahçe adına söylenecek öncelikli şeyler bireysel hatalarıdır.
Bekir'in kendi kalesine vurduğu kafa golü, Baroni'nin Galatasaray'ın belki de en etkili olduğu yerden duran top kazanmasına neden olacak müdahalesi ve o atış sırasında Volkan'ın baraj kurgusu, vuruş anında da topun nereye gideceğine dair görmeden, ezbere, şartlı olarak hareketlenmesi...
Üç futbolcu, üç hata ve iki gol...
Galatasaraylı oyuncuların Fenerbahçe'nin ceza sahanın içine dahi girmediği, kaleyi bulan iki topun gol olduğu derbide sonucu Fenerbahçeliler belirledi.
Çok da iyi oynamadığı maçtan üç puan çıkarması Galatasaray adına elbette avantajdır.
Galatasaray, yıllardır Fenerbahçe'nin çok iyi yaptığı şeyi tekrar ediyor; kusursuz denecek kadar doğru duran top kullanıyor.
Maç öncesinde konuştuğumuz gibi, Galatasaray'ın futbol olarak geçen senenin çok uzağında olduğunu yineleyebiliyoruz.
Bu derbi Fenerbahçe'de her şeyin tepe taklak aşağı gittiği, Galatasaray'da da tam tersine zirveye doğru hareket ettiği Ağustos sonu, Eylül ayı içinde oynanıyor olsaydı muhtemelen Fenerbahçe adına çok zor bir karşılaşma olurdu.
Veya başka bir şey yaşanırdı; Fenerbahçe yine kaybedeceği bir maçı kazanır, kapkaranlık tablo en azından bir kaç maç da olsa aydınlanır, ancak etkisi kısa sürer bir süre sonra çok daha büyük bir kaosun içine girilirdi.
Daha kötü senaryo ise zaten hiçbir şeyin yolunda gitmediği bir seride Galatasaray yenilgisiyle bugün takımı zirveye taşıyan, istikrar unsuru ne kadar şey varsa o gün orada görevi bırakırdı.
Ancak fikstür bu sefer Fenerbahçe'nin lehine bir zaman kazandırdı.
Şimdi durum Eylül ayındaki tablodan oldukça farklı izliyor.
Her ne kadar Şampiyonlar Ligi'nde bir üst tura çıkılmış olsa da Galatasaray'da işler istenilen çizgide ve tempoda devam edemiyor.
Hafta içinde Türkiye Kupasından bir alt lige ait bir takım tarafından üstelik kendi sahasında alınan yenilgi sonrasında saf dışı bırakılmış olunması Galatasaray'ın genel halini bize ortaya koyuyor.
Fatih Terim, geçen sezon Fenerbahçe karşısında bulduğu ideal kadroyu, ligin son haftasına ka
Koç Pianigiani Khimki deplasmanında son salisede kaybedilen karşılaşmayı bir türlü unutamıyor. Unutulacak gibi değil elbette; o maç kazanılmış olsa bugünkü galibiyet Fenerbahçe Ülker için başka anlamlar ifade edebilirdi.
Üst üste kaybedilen serilerden sonra mutlak surette kazanması gerektiği bir karşılaşmaya dönüşmüştü Cantu finali.
Ve bu maçı kazanmak için birden fazla unsurun bir araya gelmesi ve üst üste de çalışması gerekiyordu.
İlk çeyrek bu saydığımız şeylerin genel anlamda Cantu lehine geliştiği bir bölüm olarak geçti. Fenerbahçe Ülker rakibin sayılarına engel olamazken, savunmada, özellikle pota altında önemli boşluklar verdi. 18-22
Ve ikinci çeyrek...
Pianigiani'nin sahaya sürdüğü beşi görünce çok şaşırdım.
Barış, Ömer, İlkan, Oğuz'la belki de takımın başına geçtiğinde bu yana ilk defa dört yerli oyuncu ile oynuyordu.
Öyle ya da böyle, kadroda ne kadar üst düzey iyi oyuncunuz da olsa takımın içinde taraftarla aynı dili konuşan ve onların coşkusunu bilen adamlara ihtiyacınız var.