Rijkaard da aynı Kocaman gibi geçen senenin takımını ve dizilişini koruyarak sadece zorunluluktan santrafor hattında Batdal’ı, gönderdiği Keita’nın yerine de Serdar Özkan’ı alarak oynamayı tercih etti. Galatasaray geçen sene de hücumda hiç de kötü bir takım görüntüsü vermiyordu. Rakiplerini açık farkla yeniyordu. Bu karşılaşmada da Batdal’ın yerinde Baros olmuş olsaydı ilk yarı büyük bir ihtimalle 3 ya da 4 farklı olarak Galatasaray’ın lehine sonuçlanırdı. Ancak öyle olmadı; Arda’nın kalecinin üzerine nişanladığı topun yön değiştirerek kaleye girmesiyle golü bulabildi. İkinci gol de de düzgün bir şut çıkardığı söylenemez.
Ancak savunması için aynı şeyleri söylemek mümkün değil...
Galatasaray daha sonra yine zorunluluktan dolayı oynayan futbolcularını çıkardı yerlerine Pino ve Kewell girdi. Pino, sanki Keita tarzında bir oyuncu; kanatlardan dikine çok hızlı hücum ediyor. Ancak içeriye son topu gönderemiyor. Ancak acele etmemek gerekiyor henüz sadece 25 dakika
Şampiyonlar Ligi 3. Tur eleme maçını izledikten sonra şöyle bir fikre kapılmak mümkündür: Fenerbahçe maçı 2-2 beraber bitirmişse bunun adı olsa olsa mucizedir. Köln maçı ile Young Boys karşılaşmaları arasında oynanan Galatasaray maçı da tılsımdır.
Ayrıca Aykut Kocaman’ın işinin çok zor olduğu gerçeği de kendisini bir kere daha ortaya koymuştur. Henüz yolun başında olmamamıza rağmen bu maçın bu şekilde oynanmasında yeni teknik adamın bir etkisi var mıydı, kafaları karıştırmadı değil.
Bütün bir karşılaşma neredeyse aynı şablonla oynandı; Aykut Kocaman çok önemli hamleler yapmadı. Sadece hakem Kazım’ı attı ve ister istemez Fenerbahçe takımının dağınıklığı kendi sahasının içinde biraz toparlanır gibi oldu. Zorunlu taktiksel değişiklik yapıldı.
Hani meşhur bir 4-3’lük Fenerbahçe-Beşiktaş maçı vardı. Fenerbahçe gol kaçırdıkça Beşiktaş gol atıyordu. İşte öyle şey oldu. Ancak sonuç berabere bitti.
Futbolda her şey gol atmak üzerine kurulmuştur. Tek bir adet de olsa golü bulmak demek çok
Almanya’da bir dostluk maçı oynandı. Fenerbahçe ve Galatasaray nerede karşılaşırlarsa önemlidir. Bu maçın bir takım sonuçları oldu. Spor kamuoyumuz, herkes bir tarafından tutarak masaya yatırıyor.
Sonuçlardan bazılarını şimdi sıralayalım.
- Fenerbahçe ve Galatasaray taraftarı maça birlikte gidebilir, aynı tribünlerde karşılaşmayı izleyebilir, sonrasında da nasıl geldiyse aynı şekilde evinin yolunu tutabilir.
- Kulübün başkanları, yöneticileri maçın önemi ve adına yakışan bir şekilde birlikte hareket edebilirler
- Fenerbahçe ve Galatasaray’ın futbolcuları dünyanın neresinde olursa olsun birbirlerine karşı aynı husumetle sahada mücadele ederler.
Sonuncu maddenin detaylarını tartıştık. Ancak birinci ve ikinci maddelerin öneminin üzerinden şöyle geçiverdik. Oysa bunlar detay değildi.
Dün Sn. Hıncal Uluç Galatasaray’ın Fenerbahçe’ye gelenek halini almış yenilgisi ve sonrasında Arda ile Sabri’nin taraftarlarla tartışmasını merkeze alan ve bunun yönetimin zafiyeti olduğunu iddia eden
Guti resmen Beşiktaşlı oldu. Raul kendi geleceği ile ilgili sorulara “Türkiye de olabilir” demesi Beşiktaş’ın bir önemli transferi daha gerçekleştirebileceğinin işaretiydi, demek ki girişimler devam ediyor.
Beşiktaş bu sene önemli isimleri takıma kazandırıyor. Daha önceki yıllardan tanıdığımız, bildiğimiz duruşundan çok farklı bir hareket içinde olduğunu görüyor, açıkçası da şaşırıyoruz.
Quaresma da çok önemli bir transferdi; ancak bu yazının içinde onun kategorisini biraz ayırmak istiyoruz; çünkü kendisi kapalı bir kutudur.
Bu transferler Fenerbahçe’nin Hooijdonk, Roberto Carlos, Ortega, Anelka gibi oyuncuları almasına benziyor.
Geçtiğimiz senelerde Galatasaray da Baros, Kewell, Lincoln, Elano gibi yıldızları transfer etti. Milenyum öncesindeki transferlerinin takıma kazandırdıkları başarılara Galatasaray yaklaşamadı bile; çok önemliydi.
Peki, bu transferler bize ne kazandırıyor, geride neler bırakıyor?
Bugüne kadar dünyada yıldız olmuş oyuncuların ülkemizdeki maceralarında önemli sorunlar yaşandı. Özellikle
Her Fenerbahçe-Galatasaray karşılaşmasında olduğu gibi maçın kendisinden çok başka şeyler konuşuluyor.
Almanya’da, Türkiye’dekinin aksine taraftarlar farklı formalar altında kol kola stadyuma gidip, bölünmüş tribünlerde yerlerini aldılar. Sonra maç başladı; futbolcuların kasti hareketleri, kötü niyetli oyunları her iki takımın da sanki temel taktiği gibiydi.
Son yıllarda derbilere damgasını vurmuş Selçuk Şahin 12. dakika henüz bitmişken kırmızı kart ile oyun dışı kaldı. Cezasını almasına neden olan şey hakeme çelme takmaktı. Her ne kadar kendisi aksini savunsa, hakemin gelip Selçuk’un ayağına takıldığını iddia etse de görüntülerde başka bir şey izledik. Peki hakem Selçuk’un takım arkadaşı falan mıydı?
10 kişi kalmıştı ancak dünyanın her köşesindeki bütün Fenerbahçeli ve Galatasaraylı taraftarlar Fenerbahçe’nin golünü bekliyordu. Bir şey olacak, Galatasaray kalecisinin ayağı kayacak ya da en deneyimli defans oyuncusu kendi kalesine gol atacaktı. Olan oldu; fırtınalı bir transfer hikayesi ile
Mustafa Denizli’nin Beşiktaş’ı ile Schuster’in arasında nasıl bir fark olacağını anlamak bakımından Vikingur eşleşmesi fikir verici değildi. Bir kere Fareo Adaları dediğimiz yer bile futbolu bizim semt takımlarımız seviyesinde oynamaktadır. Vikingur için bu turda mücadele ediyor olmak, İstanbul’a gelip orada bir maç yapmak daha önemlidir.
Hatta futbolcular için Vikingur formasını giymek öylesine ayrıcalıklı olmalıdır ki formaların sırtına isimleri bile yazılmamıştı.
Öyle olunca da bu takımı tek golle yenmekle çok gollü yenmek arasındaki farkı Beşiktaş’ın bu işi ne kadar ciddiye aldığı ile ölçebiliriz.
Beşiktaş, son iki sezondur Mustafa Denizli’nin kısır futbol anlayışı ile oynamayı unuttuğu için çok ciddi bir futbol açlığı çekiyor olduğu hissini fazlasıyla dışarı yansıttı. Hemen bütün Beşiktaşlı oyuncular büyük bir iştahla topa saldırdılar.
Vikingur’un zayıflığına rağmen bu maç bize Beşiktaş’la ilgili küçük ipuçları verdi.
Geçen sezon Beşiktaş’ta neyin eksik olduğunu bu maç
Almanya'da dost olduklarını hatırlarlar mı diye bir ihtimali geçiriyor insan içinden; ancak öylesine derin bir rekabet var ki Fenerbahçe ile Galatasaray'ın fair play çerçevesinde mücadele etmelerini beklemek de sanırım boşa bir çaba oluyor.Maçın özellikle ikinci yarısında kimilerine göre kıran kırana da dile getirilse zaman zaman futbol dışı görüntüler vardı.
Galatasaray geçen sezonun yarısını santraforsuz oynamış; Almanya’da kaldığı yerden devam ediyordu. Eldeki tek golcü Mehmet Battal da yakaladığı tek pozisyonu öylesine basitçe harcadı ki Rijkaard onu sahada daha fazla tutmaktansa orta sahada oyuncu kalabalığını tercih etti.
Galatasaray’ı bir an için izlerken aklıma Dünya Kupası’ndaki İspanya geldi. Evet, çok denk bir benzetme değil bu ancak İspanya’nın da önemli bir gol sorunu vardı ve bunun önemli bir nedeni orta sahasında fazlasıyla kalabalık oyuncu barındırmasından kaynaklanıyordu. Öyle ki rakip kalenin içine bile pasla girmeye çalışıyorlardı.
Galatasaray’ın orta sahasındaki oyuncular
Sezon öncesinde üç büyük kulübün birbirleriyle oynadıkları karşılaşmalar her zaman bir taraf için sıkıntı kaynağı olmuştur. Aynı zamanda aldatıcı görüntüler ve kanaatler yaratmıştır. Örneğin bu turnuvalarda rakiplerine üstünlük sağlayan takım lige kötü başlangıçlar yapabilmekte, tersi sonuçlar ortaya çıkabildiği gibi zaten sıkıntılı bir süreç içinden geçen takımın iyice krize girmesine neden olmaktaydı.
Ortada bir de sembolik değeri olan kupa var; ancak her iki takım da o kupayı kazanmaktansa maçı en az hasarla tamamlamak üzerine taktik kuruluyor olmalıdır.
Her iki takım da aslında bu karşılaşmayı oynamakla ciddi bir risk alıyorlar. Çünkü görüntüye bakıldığında her ikisinin de hazır olmadığını, takım iskeletlerinin oluşmak bir yana daha çok yedek oyuncularla sahaya çıktığını hemen söyleyebiliyoruz.
Galatasaray, rakibine göre daha fazla transfer yapıp kadroyu sanki havalandırmış gibi duruyor. Üstelik oynadığı maçlardan aldığı sonuçlar, futbolu istenilen düzeyde