Dün gece yatmadan önce Hürriyet’in bugünkü sayısını Ipad’ime yükleyip okumaya başladığımda manşetteki haber içimi sıktı, yüreğimi parçaladı.
“Göktürk’e tokat attım. Çünkü, ciddiyetsizdi. O tokat da hafif bir şekilde kendisini uyarmak içindi. Sıkıntı bu olayın orada kalmayıp, dışarıda anlatılması.”
Bu sözlerin sahibi kişi Milli Takımımız ve Galatasaray LH koçu Ergin Ataman’dır.
Sıkıntısına bakar mısınız? Yaptığı işten pişmanlık duymuyor da olayın dışarı çıkmasından rahatsızlık duyuyor.
“Bu olay yüzünden beni isteyen istediği yere şikâyet edebilir. Basketbol Federasyonu orada.. Ben her konuda oldukça rahatım. Ben başka hocalar gibi maç sırasında oyuncuma tepki verip, fiziki müdahalede bulunsam sporcumu küçük düşürmüş olurum. Soyunma odası nedir? Bir takımın yatak odasıdır. Orası bizim özel alanımız. Böylesine genç oyuncuları sorumsuz davranışlara itenler de menajerleridir.”
Ergin Ataman’ı kim nereye şikâyet edebilir ki? Kendisi daha birkaç ay öncesine kadar Türkiye ile Sırbistan’ın arasında diplomatik kriz çıkaracak seviyeye getirmiş, özenle korunmuş bir kişidir. Böylesine uluslararası seviyede dokunulmazlığı olan bir şahsiyet için 19 yaşında bir oyuncunun tokatlanması,
Beşiktaş giderek taşları yerli yerine oturan bir takıma dönüşüyor. Kazanması, puan alması gereken, en azından puan kaybetmemesi gereken maçları alıyor ve yoluna devam ediyor.
Hiç kuşkusuz takımda sonucu direkt olarak değiştirecek oyuncuları var.
Sosa, Demba Ba ve Olcay skora etki edebilen oyuncular.
Gökhan Töre ise tam bir kafa karıştıran oyuncu kıvamında; sanki rakibi oyalayarak diğer arkadaşlarına boş alanlar ve pozisyonlar yaratıyor.
Kerim Frei da en az Gökhan kadar etki edebilecek kapasiteye sahip bir oyuncu, üstelik rakip ceza sahasının çevresinde faul alabilme becerisi de Beşiktaş’a çok önemli bir hamle üstünlüğü sağlıyor.
Genç ve gelecek vadeden bir takım kurgusu da Beşiktaş’ı potansiyel olarak önümüzdeki beş yıla hakim bir şekle dönüştürebilir.
Hep konuştuğumuz bir sıkıntısı var, o da belki gençliğinden, tecrübe eksikliğinden çok önemli maçların sonunu getiremiyor.
Fenerbahçe ve Galatasaray maçlarında Beşiktaş adına ortada bir takım izleyememiştik.
Zaman zaman takımlar hakemlerden rahatsız olabiliyorlar, iyi oynadıkları futbolun onlar tarafından sonuca bağlanamıyor oluşundan şikâyet edebiliyorlar, haksız çıkan bir kart, ataklarının gereksiz ofsaytlarla kesilmesi, çok kritik bir yerde verilmeyen bir serbest atış, penaltı, rakibin oyuncusuna gösterilmeyen ihtarlar vs. vs. vs…
Bu durumun sürekli tekrar göstermesi kuşkusuz bir feryada dönüşebilir. Takım yöneticileri böyle süreçlerde basının karşısına geçip hakem hatalarını gösteren açıklamalarda bulunabiliyorlar.
Maalesef bu Türkiye’nin doğallıklarından biridir.
Ayrı konu…
Ancak insan Beşiktaş ve Fenerbahçe karşısında izlediği Trabzonspor için dünkü karşılaşmada bir hakem hatası bile olsa bu türden bir feryadın nedenini anlayamıyor.
Hele maç öncesinde hakemin telefonla aranmasını anlamak bir yana nereye yerleştireceğini bile bilemiyor.
İşe yaradı mı?
Tarihi rekabet Fenerbahçe ile Tranzonspor arasında da bambaşka türden bir gerilim olmasına sebebiyet verdi. Bu nedenle Fenerbahçe’nin, Galatasaray’dan sonra Trabzonspor ile oynadığı maçlar puan mücadelesinin ötesinde bir anlam ifade ediyor.
Yarın oynanacak karşılaşma öncesinde ligdeki görünüme baktığımızda iki takım arasında 13 puanlık bir fark olduğunu görüyoruz ki bu aslında Trabzonspor’un şampiyonluk şansının matematiksel olmasa da genel mücadele çerçevesi ve psikolojik anlamda kalmadığı anlamına geliyor.
Moral olarak kendisini yeniden lige döndürebilmesi, ligin onlar açısından bir anlam ve hedef ifade etmesi bakımından Trabzonspor için bu maç kazanılması gerekenler arasında örneğin haftaya karşılaşacağı Sivasspor’dan daha büyük öncelik gösteriyor.
Muhtemel bir kayıp Trabzonspor’un liderden 16 puan geriye düşmesi demek olduğu için belki de aynı zamanda Avrupa Kupaları macerasının bile dışında kalmak anlamına gelebilir.
Trabzonspor için ilk üçten sonra sıralanan Başakşehir ve Bursaspor’un hiç de kolay rakipler olmadığı da düşünülürse…
Trabzonspor, Fenerbahçe’yi yenebilir mi?
Kuşkusuz futbolda oynanmamış maç öncesinde peşin bir karar vermek mümkün değildir.
Ancak
Bozkurt Yılmaz geçtiğimiz hafta Fenerbahçe’nin Altınordu ile oynadığı maçı değerlendirdiği yazısının başında İzmir ve futbol gerçeğine dair bir giriş yapmıştı. Bu giriş daha çok Fenerbahçe özelinde olsa da genele rahatlıkla yayılabilecek bir gerçeklik ifade ediyor.
İzmir bugün Süper Lig’de temsil edilmiyor. Tıpkı, Adana, Antalya gibi Türkiye’nin en önemli şehirlerinden bir tanesinin, hatta bünyesinde Altay, Göztepe ve Karşıyaka gibi tarihi geçmişi olan kulüpler barındırmasına karşın futbolda üst düzeye geçecek hamleyi yapamıyor.
İlginç olan Karşıyaka’nın Basketbolda gösterdiği başarıyı futbolda en azından orta seviyelerde kalacak şekilde tekrarlayamamasıdır.
İzmir aynı zamanda da futbolu çok seven bir taraftar kitlesini de bünyesinde barındırıyor.
Bozkurt Yılmaz’ın yazısında andığı Rıdvan’ın Altay’ın kalesine gönderdiği o muhteşem gol o unutulmaz 1989 sezonunda İzmir’de rekor seyircinin izlediği maçta atılmıştı. Eğer hafızam beni yanıltmıyorsa Fenerbahçe hala bir sezonda o maçta topladığından daha fazla seyirciyi başka karşılaşmada bir araya getiremedi.
Geçen hafta Altınordu maçını izleyen taraftar sayısı da azımsanmayacak derecedeydi.
Bu sadece Fenerbahçe özelinde
Galatasaray farklı kaybedebileceği karşılaşmanın son on dakikasında bulduğu pozisyonları değerlendirebilmiş olsa belki de üç puan ile ayrılan taraf olacaktı.
Şenol Güneş’in Trabzonspor dışında bir takımın başında başarılı olması öncelikle kendisinin teknik adamlık kariyerinde bir kademe yükselmesi anlamına gelecektir. Bu nedenle Bursaspor onun için bir proje olarak algılanmalıdır ki oluşturduğu takımın kalitesiyle işini ne kadar önemsediğini de bizlere gösteriyor.
Civelli, Serdar Aziz, Ozan Tufan ve Fernandao fark yaratan oyuncular olarak dün akşama damgasını vuran oyunculardı.
Belluschi için ayrı bir yer açmak gerekiyor. Müthiş bir orta saha pasörü karakteriyle müthiş işler çıkardı.
Galatasaray defansı onun attığı her ara pasıyla dondu kaldı.
Ozan Tufan’ın maçın başında orta sahada kendisinin kaptığı topla kaleye yönelirken defansın son adamının önüne doğru yönlenerek koşuşu tecrübe kokuyordu.
Ve Volkan Şen Tabii…
Bıçak mı kın mı belli değil. Takımına kazandırdıklarının yanında kaybettirdikleriyle konuşuluyor olması bir anlamda futbolcunun kariyerini özetliyor gibiydi.
58. dakikada Emenike’nin attığı golden bir an önceki pozisyonda Karabükspor önemli bir gol fırsatını değerlendirememekle kalmadı, Fenerbahçe ceza sahası çevresinde dört, yarı alanında da dört olmak üzere sekiz futbolcuyla hücumda yakalandı.
Emenike’ye gol pasını veren Caner bir antrenman temposunda bile olmayacak kadar çevresinde tek bir Karabüksporlu oyuncu olmadan topla buluştu ve asistini yaptı.
Kuşkusuz goldeki en önemli katkı Emenike’nin bu sefer ofsaytta kalmamış olmasıydı.
Ve Emenike kendisini bu kadar popüler bir oyuncu yapan ve Karabükspor’da oynarken çokça attığı gollerden birini bu sefer eski takımının kalesine göndermeyi başardı.
Emenike ve Sow bu ve benzeri birçok pozisyonu düştükleri ofsaytlar nedeniyle rahatça harcıyorlar. Savunmanın son adamı nasıl hücum eden oyuncuya göre planını yaparsa, hücumcunun da buna karşı hamleleri olması gerekiyor. Ancak ne Sow ne de Emenike oyun içinde dikkatli olamıyorlar. Son yıllarda hiçbir Fenerbahçe forvetinin düşmediği kadar ofsaytta kalmaları da bunun sonucu oluyor.
Fenerbahçe’yi en son Erciyesspor karşısında bu kadar dağınık ve bozuk izlemiştik. Bu maçtan sonra Fenerbahçe’nin rakiplerine pozisyon dahi vermeyen,
15. dakikada gelen golün başlangıcında Raul’un pası aldığı oyuncunun birkaç saniye sonra golü atacak Kuyt olması takım oyun düzeninin neredeyse basketbolda görmeye alıştığımız türden bir set ile oynandığının işareti gibiydi.
Diego’nun kaleye sırtı dönük buluştuğunda ceza sahasının dışına çıkardığında orada bir arkadaşının geleceğini biliyor olması ve topu ona atma sorumluluğunu göstermesi de yine bu setin başarılarından biriydi.
Diego geldiği günden beri kendisini ispat etmeye çalışıyor, hem arkadaşlarına, hem taraftara hem de spor kamuoyuna… Kolay değil bu.
Sezon başından beri bu eşiğe takılıp kalan çok oyuncu oldu Fenerbahçe’de, biri Emenike hala dertten muztarip şekilde saha içinde çabalıyor. Çabaladıkça daha da saçmalayabiliyor.
Diego’nun topla buluştuğu yerdekine benzer şekilde defalarca kere Sow ve Emenike de pozisyona girdiğinde dönüp kaleye vurmayı tercih ettiler ve bu pas verme kolaylığının yanında hem bencilce hem de hataya davetiye niteliğindeydi.
Oysa Diego Kuyt’a pas vermeyi tercih etti ve bu pas sezonun en güzel atak organizasyonlarından birine dönüşerek atılacak golün asisti oldu.
90. dakikada Caner’e verdiği gol pası ise ilkinden çok daha zordu. Zo