3 Temmuz Darbecilerinin başlangıçta en büyük hassasiyetleri ‘Aziz Yıldırım ile Fenerbahçe arasına bir mesafe koymak, ikisini birbirinden ayırmak’ üzerineydi.
Çünkü Fenerbahçe’nin marka değeri önemli ve değerliydi. Hatta futbolumuzun piyasa değerini oluşturan ana unsurdu. Bu markanın özenle korunması, ekonominin devamlılığı için şarttı.
Senaryo şöyle kurgulanmıştı; Aziz Yıldırım kötü şöhretiyle ve birkaç yönetici arkadaşıyla bu marka değeri yüksek kulübü kötü yönetmişti. O giderse Fenerbahçe emin ellere teslim edilecek ve çok daha iyi yönetilecekti.
Ancak ortada çok büyük bir paradoks vardı. Zincirleme olarak futbol piyasasının da değerini belirleyen Fenerbahçe’nin markasını bugünlere getiren kişi de Aziz Yıldırım yönetimiydi ve Fenerbahçe taraftarı bu süreci geçmişte yaşadığı tüm tecrübelerle kıyaslayarak görmüş, değerlendirmişti.
Beraberinde birçok bileşen bulunan bu markanın bir parlatma işi olmadığı, altyapısının ne kadar güçlü ve sağlam olduğunu Fenerbahçe taraftarı biliyordu.
3 Temmuz bu yapının gücünün test edilmesi bakımından yaşanmış önemli bir tecrübe olmuştur. Rakip takım ve yöneticilerinin sıklıkla dile getirdiği gibi; “3 Temmuz Fenerbahçe’den başka bir
3 Temmuz 2011 günü başlayan Operasyon, 14 Şubat 2012 günü 93 sanığın katılımlarıyla 16. ACM isimli Özel Yetkilendirilmiş Mahkeme’de görülmeye başlamış. 4,5 ay ve 23 duruşmada sonuca bağlanarak 48 kişinin çeşitli cezalar almasıyla tamamlanmıştır.
3 Temmuz Özel Yetkilendirilmiş Mahkemelerin son davasıdır.
Ergenekon, Balyoz, KCK, Odatv, Devrimci Karargâh, Askeri Casusluk gibi 2007’den sonra Türkiye’nin gündemine giren bütün operasyon ve davalar bu mahkemeler tarafından görülmüş ve karara bağlanmıştır.
Bu operasyon ve davalara bakan güvenlik ve adliye kadroları 17-25 Aralık operasyonları sonrasında “paralel yapı” olarak gösterilmiş, söz konusu süreçleri görmüş oldukları davaların ana fikirlerinde yer alan darbe, çete, menfaat çerçevesinde yürüttükleri suçlamalarıyla ya görevlerinden el çektirilmiş ya da haklarında önemli soruşturmalar açılmıştır.
ÖYM’de görev yapan savcı ve hâkimler, onlarla birlikte çalışan güvenlik elemanları için herhalde en kritik dönemeç 3 Temmuz soruşturması, operasyonu ve davasıdır.
Davanın iki numaralı savcısı Mehmet Berk’in ifadesiyle diğer davalar gibi 3 ayda unutulacağı ve gündemden düşeceği düşünülen 3 Temmuz; Fenerbahçe taraftarı tarafından
Yabancı sınırlandırılmasıyla ilgili en önemli dayanak neydi; yerli futbolcuları korumak, onların gelişimi için ortam sağlamaktı.
Sonra ne oldu?
Bu koruma duvarı içerideki gelişimin zayıflamasına, rekabetin şartlarının yerli futbolcu lehine değişmesini sağladı.
Yerli futbolcular gelişti veya yetişti mi?
Son 10 yılda katılmaya uğraştığımız bütün uluslararası turnuvaların kapısını bile göremedik.
Bir döneme damgasını vuran görece başarılı jenerasyon da görevini tamamladıktan sonra özelikle geride bıraktığımız 6 yıl içinde peş peşe futbol seviyemiz düştü, ortaya daha büyük başarısızlık ve hayal kırıklıkları çıktı.
Öyle ki artık yurtdışında yaşayan yerli statüsündeki oyuncular kurtarıcı gibi görülmeye başlandı.
Ancak yine olmadı, çünkü bu oyuncuları belli bir sistemin içine dahil edecek yönetimsel bakış açısı ve anlayıştan da yoksunduk.
22 Aralık tarihli yazının başlığını şöyle atmıştım.
“Beşiktaş geçmesi gereken bir eşikte...”
Hep aynı şeyleri konuşuyoruz, soruyor, düşünüyor ve sonuçlarını da merak ediyoruz.
Yıllardır aşmayı beklediği o eşiği geçebilecek mi yoksa gelip aynı yerde takılıp kalacak mı?
Sonucu belirleyecek futbolcu çıkarabilecek mi?
İki hafta önce Bilic çok tuhaf bir demeç vermişti. Takımını çok iyi tanıyor ve bu sonucun gelmesini bekliyordu; daha kötüsü ise "önlem" alamıyordu.
“…maalesef yorulmaya başladık, ne yazık ki diğer rakiplerimiz de kazanmaya devam ediyor…”
Oysa zaten beklenen bir gelişme değil miydi, haftalar ilerledikçe takımların oyunları oturmaya başlayınca ortaya daha pozitif şeylerin çıkması?
Sezon başından beri her türlü eleştirinin yapıldığı, oynadığı futbolun genel anlamda beğenilmediği, her fırsatta geçtiğimiz sezon ile kıyaslandığı, teknik direktörünün küçümsendiği Fenerbahçe bu sezonun tüm istatistiklerde tartışmasız en iddialı takımı İstanbul Başakşehir’i de rahat bir oyun ve skorla geçerek ligde olabilecek en iyi pozisyonla ligin ilk bölümünü tamamlamış oluyor.
Trabzonspor, kaybetmiş olsa da Galatasaray, Beşiktaş maçları lig için bir ölçüyse Fenerbahçe’nin diğerlerinden futbol olarak çok farklı bir seviyede olduğunu söylemek mümkündür.
Geçen hafta Mersin İdman Yurdu karşısında izlediğimiz Fenerbahçe rakibine neredeyse futbol oynatmazken, o Akdeniz temsilcisinin bir hafta öncesinde Galatasaray karşısında nasıl bir oyun sergilediğini hatırladığımızda da ister istemez seviye sorgulamasında aynı yere ulaşılabiliyordu.
İstanbul Başakşehir ise karşılaşma öncesinde yediği golden tutun da averajına, ligin ilk bölümünde uzatma dakikalarında yediği goller dışında hiç yenik duruma düşmediğine varıncaya kadar birçok istatistik veride bu kadar öndeyken ister istemez ortada bir belirsiz durum oluşmasına da neden oluyordu.
Ortada böylesine gösterişli bir veri
Avrupa basketbolu nedir, nasıl oynanır, Euroleague’in genel karakteri nasıldır sorularının bütün cevaplarını bulabileceğiniz bir karşılaşma oynandı.
Fenerbahçe Ülker kaybetti ancak hem taraftarına güven hem de kendisine özgüven kazandırdığı bir maç oynadı.
İkinci çeyrekte öylesine müthiş bir oyun oynadılar ki bir ara Rus temsilcisini hücum edemez duruma düşürdüler. Ancak her türlü baskı ve mücadeleye karşın her hamleye cevap veren bir CSKA Moskova gerçeği de vardı kuşkusuz.
Bu oyunun çok daha azıyla burada Panathinaikos’a ağır bir yenilgi tattırılmış olmasına karşın üst düzey seviye bile yetmedi galibiyet için.
Kuşkusuz maçın çok kırılma noktası vardı.
İlk yarı Emir’in pota altında yediği blok, sonrasında boş pozisyonda kaçırdığı üç sayılık atış farkın açılmasını önlemekle kalmadı, CSKA Moskova’nın peş peşe yaptığı hücumlarda bulduğu sayılarla oyunu tekrar dengelemesine ve Fenerbahçe Ülker’in momentum kazanmasına engel oldu.
İkinci yarı Zisis’in Teodesic’e üç sayı çizgisinin gerisinden atış anında yaptığı faul de çok önemli bir fay hattıydı.
Zaten maç boyunca olağanüstü derecede yüksek isabetli serbest atış (33/38) kullanan CSKA Moskova için bu faul oyunun son böl
Birkaç gün önce CNNTURK’te yayınlanan bir programda Ergenekon Davasında yargılanmış Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ’un söylediği şu cümle önemliydi.
"Şike davası sürecinde Fenerbahçe taraftarı bir tarih yazdı. Öyle bir tarih yazdı ki, aslında Türkiye’deki çok kurum ve kuruluşun Fenerbahçe taraftarından ders çıkartması lazım." (*)
28 Nisan 2012 tarihinde yazdığım bir yazıdan şimdi alıntı yapmak istiyorum.
“Eylemler her geçen gün biraz daha inançlar büyüdü, büyüdü, gelişti ve belki de Fenerbahçe Spor Kulübü’nün kendi iradesini de aştı.
Bugün her fırsatta Fenerbahçe taraftarının duruşuna şükranlarını sunan yöneticiler bir şeyin çok net farkındalar; bu taraftar bu şekilde dik durmasaydı, desteğini çekse veya kararlılığını göstermeseydi yönetim kendisini bu kadar güçlü savunamaz, ifade edemezdi.
Fenerbahçe taraftarı olması gereken her yerde varlığını gösterdi.
Meydanlarda toplandı, Caddelere sığmadı, dava salonlarının kapılarına yığıldı, kuşkusuz tribünlerdeki yerini hiç terk etmedi.
Şimdi bu durum ülkemizde uzun yıllar sonra ilk defa yaşandı.
Beşiktaş rakibini hataya zorlayan dinamik bir futbol oynuyor. Sahaya alternatifli yayılıp, dağınık ancak bunu belli bir sırayla geliştirdiği atak organizasyonlarıyla rakibini sürekli hataya zorluyor.
Bunun yanı sıra kendisi de oyundan kopabiliyor, yani sürekliliği de yok.
Her maç Tolga çok önemli ve belki de maçın kaderini değiştirecek kurtarışlar yapıyor. Dün Gekas’ın kafa vuruşunu çıkarışı olağanüstü derecede güzel ve etkiliydi.
Geçtiğimiz senelerin aksine sonucu çok daha kolay değiştirebilen oyunculara sahip; akıl, zekâ, beceri ve kalite elbette sonuç olarak tabelaya da yansıyor.
Dün akşam Gökhan, Oğuzhan, Demba Ba gibi oyuncuların kenarda olmasına rağmen sahadakilerle skor üretebiliyor olmak Beşiktaş’a gelecekte alternatifler yaratacak opsiyonlar sağlıyor.
İlk golde Olcay’ın sol tarafta rakibini geçerek adam eksiltip, Cenk’in en doğru kafa vuruşunu yapabileceği şekilde verdiği pas elbette fark yaratacaktır.
İkinci golde Sosa’nın vuruş tekniği sadece akılla açıklanamayacak kadar kaliteliydi.