Fenerbahçe'nin bu sezon çektiği fikstür diğer şampiyonluk adaylarınınki ile kıyaslandığında oldukça avantajlıydı ve Konyaspor maçının son 15 dakikası çıkarıldığında bunun olumlu şekilde kullanıldığını söyleyebiliriz.
Bu önemlidir. Lige sadece iyi başlamak değil; avantajlı fikstürü faydaya çevirmek Fenerbahçe'nin son yıllarda hep arzuladığı ancak bir türlü üstesinden gelemediği bir durumdu.
Ersun Yanal yönetimindeki takım, UEFA-CAS-Avrupa Kupaları krizinin içinden geçerek ligin zirvesine yerleşiverdi.
15 golle maç başına 3 gol ortalaması tutturdu ki bu da yine geçen senelerle kıyaslandığında özellikle taraftarı memnun eden bir sonuçtur.
Geçen hafta 113, bu hafta 116 km koşu mesafesi, son dakikaya kadar oyunun içinde kalma başarısı ve bütün bunları takımın geneline yayabilme paylaşımı pozitif unsurlar olarak ortaya çıkıyor.
Mücadele ederseniz, yalandan değil, isteyerek arzulayarak koşarsanız elbette peşinde olduğunuz hedefe de ulaşmanız kolaylaşır.
Buraya kadar alt alta eklediğimiz şeyler iyi veya doğru futbola yönelik değil; daha çok hırs ve kazanma azmiyle bağlantılıdır. Geçen hafta da üzerinden geçmiştik, sezon başında futbolun taktiksel şablonu tam anlamıyla yerli yerine
Yakından takip edenler hatırlayacaktır, arşivlerde de duruyor, Fatih Terim’in takımın başına geçtiği ilk yıl yerleştirdiği 4-4-2 dizilişinin geçen sezon ortasında kadroya dahil olan Sneijder ve Drogba’nın gelişiyle ister istemez değişime uğrayacağını tartışmış, işleyen sisteme eklenen flash transferlerin “teknik adamın kafasını karıştırabileceğini” de konuşmuştuk.
Sneijder ve Drogba’nın yeteneklerini ön plana çıkardıkları 3-2’lik Real Madrid, Emirates Turnuvası’nda 1-0 geriden gelip Drogba ile 2-1 kazanılan Arsenal maçları taktiksel anlamda yanıltıcı sonuçlar yarattı.
Galatasaray bu iki yıldız futbolcuyu aynı anda takımda oynatabilmek için 3-5-2 dizilişine yakın bir formata geçti.
Geçen sezon çok önemli maçlar çıkaran (Elmander’siz) “Umut’suz bir takım” oldu.
Savunmanın yapısını bozmamak için de Melo’yu Selçuk’un yanından alıp, iki stoper’in arasına biraz da önünde duracak şekilde konumlandırdı.
Sneijder, Drogba ve Burak’ın geri gelmeyişleri, savunmada hiç olmamaları; Fatih Terim’in ilk sezonunda (Elmander-Baros ile) uyguladığı rakip savunmadan çıkarken yapılan baskılı futbol anlayışını da geriletti.
Hamit de olmayınca orta alandaki savunmaya dönük yapıyı Engin’le
Fenerbahçe'nin son dakikaya kadar kovalayıp, kalenin içine kadar girip maçı alması, bunu başarabileceğini göstermesi takım için çok önemli bir eşikti.
Çünkü lig boyunca bu şekilde geriye düşeceği karşılaşmalar olacaktır; çevirebileceğine yönelik inanç hem takımı hem de stadyumdaki taraftarı diri tutacaktır. Sahada diri kalmak sadece fizik kondisyonla olmaz akılla, inançla, mantalite ile de sağlanır, desteklenir.
Kötü, dengesiz, koordinasyonsuz, savruk, dikkatsiz ve beceriksiz oynarken kazabilme başarısını da bunun yanına kâr olarak ekleyeceğiz. Çok iyi oynarken nasıl kaybedilebilirse; kötüyken kazanmak bunun denge unsurudur.
Fenerbahçe'nin Sivasspor karşısında gösterdiği performans ile herşeyi çözmüş olduğunu düşünmek yanılgıların en büyüğüdür. Şu bir gerçek ki ligimizde tam anlamıyla hazır bir takım yok; bu kadar kısa sürede form tutmak da futbolda sürekliliği olan bir şey değildir.
Fenerbahçe'nin ilerisi ile gerisi kuzey güney veya doğu batı gibi... Bambaşka iklimlerde yaşıyorlar sanki...
Hatta takımın hücum organizasyonlarında ileride bambaşka futbol oynayan Caner ve Gökhan Gönül bile kendi yarı sahalarına geçtikleri andan itibaren tanınmayacak hale dönüşebiliyorlar.
Gökhan Gönül dün
Beşiktaş geçen sezon hücumda çok hızlı oynuyor, ancak geriye koşmada zafiyet gösterdiği, dikkat ve konsantrasyon eksikliği ile zaman zaman maçtan koptuğundan attığı kadar da gol yiyordu.
Geçen sezon Bursaspor'dan toplamda 6 gol yediğini bir hatırlatma notu olarak kaydedelim.
Dün akşam bir anlamda geçen sezonun da rövanşını almış oldu; hesabı dengeledi.
Beşiktaş çok genç takım ve durmaksızın sahanın her yerinde mücadele ediyor. Topu hızlı oynadığı zaman rakibinin savunmada yerleşmesine izin vermiyor.
Hızlı oynamadığı zamanları mı var?
Evet!
Hızlı oyun yardımlaşarak ve paylaşarak sağlanıyor. Fernandes'in yeteneğini ortaya çıkaran şey de buydu; Quaresma ve Simao'nun "herşeyi ben yapar, oynarım" anlayışı hem Beşiktaş'a hem de diğer futbolculara zarar veriyor, oynsama şansı bırakmıyordu.
Fernandes de topla oynamayı seviyor ama bir farkla; adam eksiltip rakip alanda boş bir arkadaşını gördüğü anda oyunu onlarla paylaşıyor, topu göndermesini biliyor.
Amrabat’ın yerine oyuna giren Umut, Galatasaray’ın orta sahasının bir eksilmesini, ilerinin de bir fazlalaşmasını sağlıyor; orta sahadaki bütün yük Emre ve Engin’in üzerine binmiş oluyordu.
Zaten bir fazlayken bile yeterli üretkenliği sağlayaman, aksayan, hatalı paslarla da taraftarın tepkisini çeken orta sahanın iki kişilik oyunundan daha fazla şey beklemek aslında hayaldi.
Hatta şunu da rahatlıkla söyleyebiliriz; Galatasaray’ın böylesi bir dizilişine ve oyun anlayışına ligin bir çok takımı izin vermezdi; çok daha gol pozisyonu üretirdi.
Ancak Samet Aybaba hücum futboluna ait bütün bildiklerini Beşiktaş’ta bırakmış olacak Antalyaspor’u, geçen seneki görüntüsünden uzaklaştıran bir kontra atak takımına dönüştürmüş.
Üstelik savunmayı hiç bilmedikleri de verdikleri pozisyonlarla ortaya çıktı.
Galatasaray’ın maç boyunca yakaladığı gol fırsatlarının neredeyse tamamı mutlak surette skoru değiştirebilecek özellikteydi.
Umut’un, Burak’ın hatta Drogba’nın altı pas içinden kale yerine dışarı vuruş yapması normal ötesiydi.
Hatta Umut’un kaçırdığı gol başka bir takım forması altında ligin sonlarına doğru olsa hakkında fazlasıyla da şaibe üretirdi.
Andorra ve Romanya galibiyetleriyle Milli Takımımız Dünya Kupası grup elemelerinde tekrardan iddialı pozisyona gelmesiyle birlikte bir kere daha Fatih Terim’in kurtarıcı ve herşeyi çözen büyücü özelliği ön plana çıkmış oldu.
Kadro aynı, futbolcular neredeyse benzer isimlerden oluşuyor, taktiksel diziliş de öyle ancak tek farkla biri kaybediyor, diğeri kazanıyor.
Belki başka bir şekilde söylercek çok daha anlamlı olur;
O hep kazanıyor, diğerleri kaybediyor!
Neyi farklı yaptığı konusunda futbol kamuoyunun net analizlerini göremiyoruz. Ancak Fatih Terim olursa herşeyi yapabileceğimize yönelik yüksek inanç yapılacak veya aranacak açıklamaların önüne geçiyor.
Fatih Terim yapabilir...
Abdullah Avcı yapamaz; beceremez!
“Fatih Terim yapabilir”den sonra kurulacak bütün cümleler her şekilde içinde olumsuzluk barındırıyor. Olumsuzluk hadi bir yere kadar anlaşılır; umutsuzluk, ümitsizlik yoğun bir sis bulutu gibi üzerimize çöküveriyor.
Bir sürü yanlış stratejiler üzerine kurulmuş bir olimpiyat organizasyonu yarışını aynen Avrupa Basketbol Şampiyonası’ndaki hezimet gibi başarısızlıkla sonuçlandırıp ülkemize geri dönüyoruz.
Dönüyoruz ve her zamanki gibi suçu, ve suçluyu kendimizde değil de içimizdeki Japonlar’da, İrlandalılar’da arıyoruz.
En başta “biz olimpik bir ülkeyiz, bu organizasyonu bize verin” yerine “bize verin olimpik bir ülke olacağız” şeklinde anlaşılan tanıtım anlayışının sonucudur bu başarısızlığın nedenlerinden biri.
Olimpiyat ruhu denilen şey sporu her anıyla ve şekliyle yaşamayı bilmek, becermekten geçiyor.
Bunu fark edebilmek için ülkemizde de sabah akşam durmaksızın yayın yapan bir kanal var; Eurosport...
Bu kanalda yayınlanan spor karşılaşmalarının ne kadarı ülkemizde bir spor olarak sevilip, takip edilip, yapılıyor?
US Open Tenis organizasyonun yapıldığı kortun büyüklüğü ve içini dolduran kalabalığın coşkusunu anlamak gerekiyor.
Ülkemizde benzer bir kort var mı? Olsa içi dolar mı?
Beş gollü rahatlatıcı ve gösterişli bir galibiyet moralleri yükselten bir motivasyon unsurudur. Beklenti de zaten bu yöndeydi.
Ancak şu var ki Andorra dediğimiz takım İstanbul’un herhangi bir semtinden bile çok daha küçük bir yere aittir.
Gökhan Gönül’ün ortasıda kaleciden önce topa dokunarak kaleyi bulan Burak Yılmaz’ın attığı golü yiyen kaleci de zaten takımın genel karakterini gözler önüne serecek niteliktedir.
Bu nedenle karşılaşmanın ölçü göstermenin ötesinde takım üzerinde fazlasıyla rahatlatıcı etkide bulunması bakımından ters etkiye sahip bile olabilir ki zaten üst üste iki maç kazanma konusunda da yeterince eksikliğimiz bulunuyor.
Peki hiç mi maç üzerinden konuşmayalım?
Açıkçası Beşiktaş’a geldiğinden beri hem kendi takımında hem de dün milli takımda Gökhan Töre’nin ön plana çıkmaya başladığını izledik.
Yerli Roben sınıfında bir oyun karakteri gösteren Gökhan Töre’yi sanırım bu sezon özellikle ligimizde sıklıkla konuşacağız.
Kanatlarda hızlı oyunu ve topla içeri kat etme özelliği kapalı savunmaların çözülmesinde önemli anahtar görev üstlenebilir.