Böylesi üst üste başarısızlıklar gelince gözler hemen “kenarda neler oluyor” şeklinde bir tavır alışa dönüyor. Hazır futbolda milli takımımızın başına Fatih Terim gelmişken bir çok kişinin aklına “Tanyeviç’i gönderelim, Ergin Ataman’ı getirelim en azından gruplardan çıkarız” fikri gelmiyor değil.
Bu bizim ne kadar olimpik bir ülke olduğumuzun da göstergelerinden biridir.
Bütün süreçlerin kişiler, liderler üzerinden yürütülmesiyle herşeyin çözüleceğine yönelik inanç sadece izleyenlerde değil, bu işin içinde olanların da tutunduğu yegane dal parçası oluyor.
Sahada ter döken oyuncularımız nasıl son saniyede yedikleri üçlükle “biz bu maçı kazanamayız” diyerek mücadeleyi bırakıyorsa Tanyeviç’le de bu işin olmayacağı o kadar net bir fikir oluyor.
Bu Tanyeviç’in 2006’da yepyeni bir milli takım yaratıp, Japonya’da Dünya altıncısı yaptığını unutarak.
O turnuvada Tanyeviç genç Semih Erden, Engin Atsür, Ersan İlyasova, Cenk Akyol, Ender Arslan gibi oyunculara yer verirken, Mehmet Okur, Hidayet Türkoğlu gibi oyuncuları kadroya almamakla eleştirilmiş ancak başarı gelmişti.
Aradan geçen sürede Semih, Ersan gibi oyuncular NBA’e transfer olup, kariyerlerinin zirvesine çıkmalarına
Burada basketbolun altyapısıyla uzun zamandır ilgilendiğimi hatta içinde olduğumu bir kaç defa yazmıştım. Bunun nedeni oğlumun çok küçük yaşlardan itibaren basketbol oynamasından kaynaklanıyor.
Basketbola başlanabilecek en küçük yaş grubundan itibaren yaklaşık 7-8 senedir süreçlerin hangi aşamalardan geçtiğini, bir çocuğun basketbolcu olmasını veya olamamasını nelerin etkilediğini yakından takip ediyorum.
Şöyle anlatmaya çalışayım.
Minikler kategorisinde 12 oyuncudan oluşan bir takım varsa, bunun en uzun boylu olanları 3-4-5 numaralı pozisyonları oynuyorlar. 1 ve 2 numaralı oyun kurucu ve şutör oyun kurucu bölgeleri de topa az çok hakim olan oyunculardan seçiliyor.
Uzun boylu oyuncular ki bu yaş için böylesine seçim yapmak hiçbir zaman kalıcı sonuçlar vermiyor; çünkü belli bir yaş seviyesinde uzun olan oyuncunun boyu daha sonra uzamayabiliyor.
Diyelim ki uzadı; hayatlarının sonuna kadar sadece 4-5 numaralarda oynamak zorunda kalabiliyor.
Top sürme yeteneklerinin gelişmediği, oyun kurma konusunda da oldukça geri kaldığını gözlemleyebiliyoruz.
Türkiye’de basketbolcu seçim kriterinin belirli yaş seviyesinden sonra sadece boyla belirlendiğini söyleyebiliriz.
Galatasaray, Türkiye’de bugüne kadar benzerine çok az rastladığımız türden bir transfer yaptı.
Sporting Lizbon’un genç yeteneği Bruma için Portekiz kulübüne tam 10 milyon Euro para ödedi. Ayrıca eğer önümüzdeki sezon Bruma bir başka takıma satılırsa, satış bedeli üzerinden de %25 verecek.
Bu bir yatırım kararıdır.
Öncelikli olarak Galatasaray’ın Şampiyonlar Ligi’ne tek başına katılmasının verdiği ekonomik rahatlama bu transferin gerçekleşmesinde etkili olmuştur.
Galatasaray, önümüzdeki en az iki dönemi daha bu kulvarda “rakipsiz mücadele edeceğine” güveniyor. Zaten Ünal Aysal göreve gelirken başarı için Avrupa’da mücadele etmeyi şart koymuştu.
Göreve geldiği tarihten bu yana ikinci kez Şampiyonlar Ligi’nde oynuyor.
Üstelik geçen sezonun ortasında kadrosuna dahil ettiği, Sneijder ve Drogba ile takımın Avrupa’daki izlenirliğini arttırdı.
Son Emirates Turnuvası’ndaki başarılı sonuç kuşkusuz Galatasaray’ın özgüven duygusunu pekiştirdi.
Galatasaray Drogba ve Sneijder’ın gelişiyle birlikte kadrosunda ve sahaya yayılışında önemli farklılıklar göze çarpmaya başladı.
Örnek vermek gerekirse; geçen sezonun 16. Haftasında oynanan Fenerbahçe karşısında sahaya 4-4-2 şablonuyla çıkmış, Amrabat ve Hamit’in kanat bindirmelerini göstermesi sayesinde de bunda başarılı olmuştu.
Selçuk İnan orta alanın merkezinde bütün pas bağlantılarını sağlayan, ileri ikilinin hemen arkasında oynuyordu.
Açıkçası bu çok daha takım oyunu içeren bir yapıydı.
Bütün duran top organizasyonlarını Selçuk İnan yönetiyordu. Alışkanlıklar, sürekli tekrar eden ezberler takım oyununun temel ve vazgeçilmez parçasıdır.
Şimdi bir serbest vuruş kazanıldığında bütün takım bakıyor bizim gibi “acaba bu sefer kim kullanacak, onlar da nasıl pozisyon alacaklar?”
Ezberin, alışkanlıkların değiştiği yerdeyiz.
Drogba ve Sneijder’in transferinden sonra Fatih Terim’in eski oyun düzeni ile oynayamayacağını konuşmuştuk.
Beşiktaş'ın geçen sene ligin favorisi olmadan verdiği mücadele takımın genel havasına çeşitli seviyelerde katkı yaptı.
Kamuoyunun şampiyonluk beklentisi içinde olmaması takım üzerinde olumsuz etki edecek baskıyı tamamen yok etti. Bir ara zirve mücadelesinin kızışması bile bu anlamda gerilim unsuru yaratırken kısa sürede zirveden uzaklaşmak rahat futbolun geri gelmesine neden oldu.
Bu neye dönüştü?
Oğuzhan, Olcay Şahan Veli Kavlak gibi oyuncuların baskı olmayan ortamda rahat oynamalarını sağladı.
Zaten yurtdışında futbol eğitimi almış bu futbolcular görece özgür futbol ortamında bütün yeteneklerini ortaya koyarlarken giderek de geliştiler.
Simao ve Quaresma'nın varken oyunun bu iki oyuncu tarafından kuruluyor olması Fernandes'i ikinci sınıf rollere mecbur kılıyordu. Geçen sezon bu iki yıldızın takımdan ayrılmasıyla Fernandes sınıf atladı. Orta sahanın merkezinde bütün topların toplandığı oyun kurucu oldu. Özgürleşti, rahatladı.
Simao ve Quaresma'nın tersine Fernandes çok daha takım oyununa yatkın ve paylaşımcı futboluyla Beşiktaş'ın genel eşitlikçi futbol yapısıyla tam senkronizasyon sağladı.
Bu sezon takıma eklenen Gökhan Töre ile Beşiktaş'ın orta alanında genç, dinamik, mücadeleyi seven
Böylesine etkili fark yaratan, Fenerbahçe'nin orta sahada oynayan futbolcularının Sivasspor'un geriden top çıkarken oyunculara baskısı oldu.
Bu oyun şeklini geçen sezon yarı final maçında Benfica evinde, Salzburg hem kendi sahasında, İstanbul'da, Arsenal de Kadıköy'de uygulamış ve Fenerbahçe'yi çaresiz bırakmıştı.
Fenerbahçe'nin yıllardır eksik kalan tarafı rakip kim olursa olsun rakibe baskı yap(a)mamasıydı. Hücumda ve savunmada "sete yerleşip oynama tercihi" rakiplerinin Fenerbahçe'nin etkili olabilecek oyuncuları karşısında daha dengeli oynamasını, kalmasını sağlıyordu.
Fenerbahçe yıllardır kontra atak dediğimiz şekilde hücuma çıkıp da gol atamamıştı.
Oysa dün biraz da hakemin asistiyle gelen yardımla Emenike'nin sağdan çıkışı, en uygun zamanda topu santrafor bölgesine çıkarışı ve orada Kuyt'ın çok düzgün bir vuruşla sayısal eşitliği bozan golü bu anlamda üzerinde abartılı derecede övgüler yazılacak türden bir hızlı oyun örneğiydi.
Fenerbahçe'nin bu oyununda muhtemelen CAS'tan ve UEFA'dan gelen men cezasının da motivasyon anlamında etkili olduğunu hesaba katmak gerekiyor.
Aslında Fenerbahçe geride bıraktığımız iki sezonu da bu şekilde oynamalıydı.
"Savunmanın solu eksik, orta alanda za
Aylar sonra takımının başında sahaya çok ilginç bir diziliş tercihi ile çıktı Fatih Terim.
Bu daha çok 3-5-2 gibi ifade edilebilir.
Melo geçen hafta Bursa’da iki stoperin hemen önünde oynamış ve ileri çıkmamıştı. Dün de ilk yarı bu şekilde oynadı.
Defansın sağındaki Eboue ve solundaki Hakan Balta’nın önünde oyuncu yoktu.
Engin Baytarlı orta saha da Selçuk İnan ve Sneijder’den kurulmuş; önlerinde de Drogba ile Burak oynuyordu.
Eskişehirspor’un kanat bindirmelerinde orta alandaki oyuncular savunmanın önündeki boşluğu kapatmak üzere o bölgeye doğru oynuyorlardı.
Bu dizilişin pozisyon üretmede çok başarılı olduğunu söyleyemeyeceğiz.
Fatih Terim, ilk yarı istediğini elde edememiş olacak Engin ile Burak’ı dışarı alıp, tek forvete dönerek kanatlara Sabri ve Amrabat’ı yerleştirdi, böylece de Galatasaray’ın hücumları az da olsa zenginleşti.
“3 Temmuz ve Fenerbahçe” İdeolojisi isimli kitabı yazmamda iki ana amaç vardı.
Birincisi süreçleri nasıl görmemiz ve değerlendirmemiz gerektiğine dair bir fikir vermek; olayları ve olguları hazılayan etkenlerin nasıl çalıştığını, bunların kendi içindeki temel yanlışlarını göstermekti.
İkincisi benim için çok daha önemli olan şey kalabalığın, kitlelenin, toplumun süreçlerin yönünü nasıl değiştirebileceği anlatmaktı.
Oturup iddianame, buna bağlı savunmanın içeriği ve mahkemenin ne şekilde sürdüğü ile çok fazla ilgilenmedim. (Bunu yapması gereken kişiler var vu bu görev onların borç hanesine yazılmış durumda bekliyor.)
Çünkü bütün bunlar nihayetinde aslında sonuçtu.
İş o noktaya ulaştığı andan itibaren teknik ayrıntıları konuşmanızın bir anlamı kalmıyor.
Sonuç dediğimiz şey nedir?
Toplumun, insanların vicdanında, düşüncesinde, daha çok da refleksinde sabit bir fikir yaratmaktır.