Milli Takım’ın başında Abdullah Avcı olduğu süre boyunca kamuoyunun ilgisinin ne kadar azaldığını son hazırlık maçında gözlemledik.
Bu sportif olduğu kadar popülerlik anlamıyla da değerlendirilmesi gereken bir durumdur.
Abdullah Avcı isim olarak ne Mustafa Denizli ile, ne Hiddink ile hiç kuşkusuz ki ne de Fatih Terim ile kıyaslanabilecek bir vizyona sahip değildi.
Sportif bakımdan yeni bir milli takım yaratma arzusu, bunun için rotasını Avrupa’da top koşturan üçüncü dördüncü nesil Türk futbolculara çevirmesi onun Türkiye’deki futbolcu grubu ile de arasına mutlak surette bir mesafe soktu.
Ersun Yanal’ın Hakan Şükür ile yaşadığı şey her ne ise Abdullah Avcı da genel anlamda yurt içinde top koşturan “klikle” adı konulmamış ve görünmez bir gerilim yaşamış olmalıdır.
Takım oyunlarında, çalışmalarında takımı oluşturan sadece ekip lideri değildir.
İş yaşantısında da bu net olarak görülür sistem süreç içinde ister istemez bir gruplaşmayı, ekibi yaratır.
O ekibin içine dahil olmak ancak takımda kabul görmekle aşılabilir.
Galatasaray’ın genel oyun karakteri, saha içinde olan bitenler ve genel durumu ile ilgili olarak birden fazla alt başlık açmak gerekiyor.
Kadro
Galatasaray lige diğer rakiplerine oranlar tartışmasız en formda ve tam kadroyla çıkıyor. Üstelik bütün oyuncuları da neredeyse formlarının zirvesinde (geçen sene ile kıyasladığımızda) ve iştahlılar.
Oyun yapısı
Kurgu genel anlamda formda ve yetenekli oyuncuların yaratıcılıklarıyla eşitlenmiş gözüküyor. Özellikle ileri üçlüde görev yapan Drogba, Sneijder ve Burak rakip savunmaların yerleşimlerini bozuyor. Geriden Selçuk ile atılan topların etkisi tartışılmaz derecede sonuç alıcı türden.
Drogba gerçeği
Fatih Terim’in sahadaki asistanı gibi oynuyor. Bütün liderlik vasıflarını üzerinde toplamış görünüyor. Son on dakika savunmasına gelip Gaziantepspor’un peş peşe gelen duran top organizasyonlarında rakibi karşılaması ilham vericiydi.
Dün Gaziantepspor gibi oyunun son 15 dakikasına kadar sahada futbol adına hiçbir şey yapamayan takıma karşı Galatasaray’ın sadece iki gol atabilmiş olması veya kaleci Karcemarskas’ı geçememiş olması önemli bir not olarak alınmalıdır.
Karşılaşmanın ikinci yarısı başladığında ortaya çıkan tablo PSV, iki Salzburg ve Galatasaray Süper Kupa Finali görüntüsüne dönünce Fenerbahçe'nin kendini tekrar eden, ne yapılırsa yapılsın bir türlü önlem alınamayan, çözüm bulunamayan önemli bir sorunla karşı karşıya olduğu da net olarak ortaya çıkmış oldu.
Konyaspor ligimizde bir büyük takıma karşı alınması hiç de kolay olmayan görkemli bir geri dönüşle hak edilmiş üç puan kazandı.
Salzburg, Galatasaray ve hatta Konyaspor çok daha iyi futbol oynayarak benzer şekilde Fenerbahçe'ye karşı futbol yönünden üstünlük sağlayınca ortaya çıkan şey bu üç takımın nasıl oynadığından çok Fenerbahçe'nin içinde bulunduğu durumu gösteriyor.
Nedir bu?
Öncelikle Fenerbahçe'nin orta sahası...
Baroni-Emre-Alper ile nispeten dengeli bir oyun oynamayı becerirken, Alper'in çıkışı ile birlikte oyuna bu sezon ilk defa giren ve hiç de hazır görünmeyen Salih Uçan, bütün maç boyunca fazlasıyla etkisiz görünen Baroni ile logaritmik büyüklükte artan bir boşluk oluşmuş oldu.
Kuyt'ın orta alanda bütün topları rakibe teslim etmesi, Emenike'nin tek başına oynama alışkanlığı, Sow'un da bütün dengesini alt üst etti.
Emenike'nin sezon başı kampına kat
Geçen sezon Kadıköy’de oynanan karşılaşmada Galatasaray’ın Drogba ile kazandığı penaltıyı hatırlayan var mı?
Sağ kanattan ceza sahası içine gelen yüksek topu Drogba yumuşatmış, ikinci hamlede Gökhan Gönül el ile müdahalede bulunmuştu.
Pazar gecesi Süper Kupa finalinde de benzer bir iki topla pozisyon tekrarlandı.
Londra’daki turnuvanın final karşılamasında ikinci yarı Drogba’nın kazandırdığı penaltı ve attığı ikinci gol de benzer tipik özellikler taşıyordu.
Kayseri’de 99. Dakikada attığı golün Londra’daki ikinci golden farkı kafa ile tek vuruş olarak yapılmasıydı.
Futbol yetenekli oyuncularınız varsa bu kadar basit bir oyundur. Çünkü pozisyonel anlamda birbirini tekrar eden taktiksel varyasyonlar üzerine kurulur.
Uzatmaların son yirmi dakikasında Fenerbahçe de Sow ile üç mutlak pozisyon yakaladı ve karşılamanın penaltılara gitmesi bile muhtemeldi.
Futbol her ne kadar yüksek beceriye sahip futbolcularla basit bir şablonla oynanıyor olsa da modern, Şampiyonlar Ligi düzeyinde buna izin vermiyor.
Fenerbahçe'de bir çok şey geri gitmiş gözüküyor. Aynı oyuncuların bir kaç içinde takım oyunu anlamında bambaşka bir görüntüye bürünmelerinin mutlaka sebebi olmalıdır.
Salzburg maçlarının kahramanı Volkan olmuştu; dünkü maçın Fenerbahçe adına adamı yine kalecisiydi.
Galatasaray'ı Fenerbahçe'den ayıran belki de kupayı kazandıran en temel fark; sarı kırmızılı orta saha oyuncularının hatta zaman zaman savunmadakilerin uzun topları arkadaşlarına ulaştırmadaki yüksek isabet oldu.
Bu size ne kazandırıyor?
Uzun toplarla çıkabildiğinizde bir kere rakip savunmayı çok daha az adamla yakalayabiliyorsunuz. Eğer rakibinizin savunma oyuncuları devşirilmişse o zaman hamle üstünlüğünüz de olabilir anlamına gelir.
Mehmet Topuz ve Bekir; Amrabat ve Drogba'ya karşı çok zor durumlara düştüler.
Hasan Ali Kaldırım karşısındaki oyuncu Galatasaray'ın en kötüsü Hamit olmasına rağmen çok adam kaçırdı, ters kademe yapamadı.
Bruno Alves bu savunma zafiyetlerine orta alanın düşmesi de eklenince kelimenin tam anlamıyla tek başına direnmek, savaşmak durumunda kaldı.
Hemen baştan ve kestirmeden yazalım; ne PSV ne de iki Salzburg maçı Fenerbahçe'nin futbolunu ve aldığı sonuçların niceliğine göre niteliğini bize göstermekten çok uzaktı.
Çünkü standarda sahip değildi.
Hem Fenerbahçe'nin maça konsantre olduğunda ve bütün dikkatini gol atmaya, kazanmaya verdiğinde nasıl bir takım olduğunu hem de biraz gevşediğinde takım savunmasının ne kapanmaz boşluklar verdiğini görmek adına müthiş bir numuneydi dün gece oynanan karşılaşma.
4. dakikada gelen şok golle sarsılan Fenerbahçe takımı bir kaç dakika içinde sonuca gidecek ekstra performansı sahaya koymaya başladığı andan itibaren Salzburg'un bütün bağlantılarını kopardı ve peş peşe goller bularak tura yetecek bir skor buldu.
İlk maçın olağanüstü dikkatsiz, dağınık, her topu rakibe teslim eden oyuncusu Meireles oynadığı yer itibarıyla da Appiahvari eşitlik sayısını atmakla kalmadı sahanın her noktasında bütün enerjisini 40 dakika içine sıkıştıracak şekilde mücadele ederek galibiyette çok önemli rol oynamış oldu.
Meireles'in oyundan çıkmasının nedeni eski sakatlığının tekrarlaması olabilir ama o 40 dakikalık ekstra güç gösterisi bir anlamda futbolcunun sezon başında kaslarını gereksiz yere ve
Zordur 6 Ağustos 2013 gününe uyanmak...
İnsanın yüreğine bir yumruk iner, nefes alamaz olursun; sanki O’nunla birlikte yaşarsın haberi geldiğinde Selçuk Yula’nın artık aramızda olamayacağının...
Zordur, çok zordur...
O’nun her ismi geçtiğinde, radyo başında dinlediğimiz Bordeaux maçında attığı golü anlatan Murat Ünlü’nün “Selçuk, Selçuk... ve gooool!” sesi çalınır kulaklarımıza...
O maçı radyodan teybine kaydeden milyonlar yıllarca bıkmadan usanmadan golü aynı heyecanla tekrar tekrar dinledi durdu.
“Selçuk, Selçuk... ve gooool!”
Ve ne acıdır ki ölüm haberi ile o golü bir kere daha duymak, yaşamak, hissetmek, belki de o golün coşkusu, heyecanı, mutluluğu ile bir az olsun üzüntümüzü azaltmak, dengelemek istedik...
Ama ne yapılırsa yapılsın yaşanan doldurulması zor boşuluğun yarattığı üzüntü dinmedi.
Baroni’nin penaltı atışı için topun başında beklediği sırada ve tam da atarken Salzburglu oyuncuların tacizi ile karşı karşıya kalması futbol sahalarında ender görülen görüntülerden biriydi. Oyun kuralları gereği rakip oyuncular ceza sahasının önündeki yayın içine giremezken bir Salzburglu oyuncunun hakemin düdüğüne rağmen hala Baroni’ye çok yakın bir mesafeden sözlü saldırıda bulunması akıl alır gibi değildi.
Penaltı Salzburglu oyuncuları kelimenin tam anlamıyla yıktı. Gol sonrasında yüzlerindeki ifade umutsuzluğa dairdi.
Muhtemelen şöyle hissetmişlerdir; Fenerbahçe’nin bu kadar kötü oynadığı ve kendilerinin iyi olduğu bir maçı kazanamadıklarına göre Kadıköy’de hayat çok daha zor olacaktır.
Fenerbahçe gerçekten Salzburg golüne kadar geçen sürede çok kötü bir futbol ortaya koydu. Bu bölümde Baroni’nin de girmesiyle Fenerbahçe’nin geçen sezon Avrupa’daki kadro düzenine ve oyun şekline geçmesinin mutlak etkisi vardır.
Orta alanda kendilerinden çok şey beklenen Alper Potuk ve Emre Belözoğlu’nun genel anlamda etkisizliği dikkat çekecek derecedeydi. Buna aynı bölgede mücadele eden Meireles’in ayağındaki her topu rakibe teslim etmesiyle Fenerbahçe herhangi bir şekilde oyun